“Güney Ege Denizi’nin mavi sularından yükselen Kyklad adaları grubundan Amorgos, hep bulmayı hayal ettiğiniz ama var olduğuna hiç ihtimal vermediğiniz -ya da varsa bile, paket turizmin saldırısıyla çoktan mahvolduğunu düşündüğünüz- bir Yunan adası.

Yalnızca 33 km uzunluğunda olan ve en geniş noktası 6 km’yi geçmeyen ada dağlık ve tepelik. Zirveleri -en yükseği Krikellos 823 metreye ulaşıyor- çoğunlukla sisle kaplı ya da bulutlarla örtülü, bu bulutların oluşmasıyla denize doğru dağılması bir oluyor. Üç ana yerleşim yeri, adanın size sunacağı her şeyden biraz tattırıyor: Katapola ana liman, tepelere yerleşmiş Khora etkileyici bir konumda, Aegialis ise deniz kenarında şirin bir köy.

Fotoğraf : Agia-Anna-Amorgos

Amorgos’un en klasik Yunan özelliği Panaya Khozoviotissa manastırı olsa gerek. Denizden 300 metre yukarıdaki manastır dimdik bir kayalığın ortasında, bir çıkıntının altında bulunuyor. Dev payandalarla desteklenmiş, adeta havada süzülen bembeyaz yapı kayaya oyulmuş gibi görünüyor, aralara minik pencereler serpiştirilmiş, tepesine ise üçlü bir çan kulesi kondurulmuş. Sabah erkenden, güneş Ege’den doğarken ve küçük ahşap girişin önünde uyuklayan kediler uyanmadan önce buraya gelin. Kapıya hızla vurun, manastırda kalan üç keşişten biri sizi içeri davet eder ve şanslıysanız, bir parça Türk lokumunu ya da bir kadeh tatlı kitron likörünü sizinle paylaşır.


Fotoğraf: Agia-Anna-Amorgos

Manastır 1088’de, Meryem Ana’nın bir ikonası mucizevi bir biçimde Filistin’den Amorgos’a getirildikten sonra kurulmuş. Yıllar içinde, aralarında Venedikliler ve Türklerin de olduğu değişik hükümranların etkisiyle değişmiş, ama her yıl 21 Kasım’da düzenlenen bir festivalde ikona inananlara hâlâ sunuluyor. Bina 40 metre uzunluğunda olmasına karşın genişliği 5 metreyi geçmiyor, sekiz katı bir dizi dar kaya basamakla birbirine bağlı. Bir sürü keşiş hücresinin yanı sıra bir hazine odası, mutfak ve kiler odaları var. Manastırdan görülen manzara nefes kesici.
Diğer bir klasik Yunan çekim merkezi, Khora. Bu kasabanın neredeyse tamamı, tepenin yamacına yapılmış beyaz duvarlı evlerden oluşuyor -Kykladların karakteristik bir özelliği- ve kasabada 40’ı aşkın kilise var, yalnızca üç kişinin sığabildiği, ülkenin en küçük kilisesi dahil.


Fotoğraf : Amorgos Manastırı

Yunanistan’ın büyük bölümü gibi, Amorgos’un da binlerce yıl geriye giden bir tarihi var. Katapola limanının yukarısında Minoa şehrinin harabeleri bulunuyor, burada bir istinat duvarını ve bir spor alanının kalıntılarını görebilirsiniz. Daha geç bir dönemden kalma Helenistik bir tapınağın harabeleri de var. Adada bir sürü yürüyüş parkuru var. En popüler olanlarından biri, manastırdan çıkıp engebeli iç kesimlerden geçerek Aegialis köyüne varıyor. Başka parkurlar sizi buradan geleneksel dağ köyleri Tholaria ve Langada’ya götürür, Aegiali Körfezi’nin manzarası çevreye hâkim.
Amorgos’u çevreleyen denizin koyu mavisi Yunanistan’la o kadar özdeşleşmiş durumda ki, Luc Besson serbest dalıcılarla ilgili filmi The Big Blue’yu 1988’de burada çekti. Film adayı uluslararası haritalara taşısa da, dünyada film çekilen birçok başka yeri mahveden turist akınına yol açmadı neyse ki.