Makedonya’dan sonra Arnavutluk’a yol aldık. Oradan sınırı çok kolay geçtik. Arnavutluk’un başkenti Tiran’a gitmek için dağlı yollardan geçmemiz gerekti ve bu yol çok uçurumlu, kalabalık ve birbirini sollayan araçlarla dolu tehlikeli bir yoldu. 50 km’ye yakın süren bu yol insanı ürpertiyor. Nihayet Tiran’daydık ve sıkışık trafiğin içinde kendimizi buluverdik. O sırada yanımızdaki araç sahibine Durres’i sordum ve tesadüfen o da oraya gideceğini ve onu takip etmemizi söyledi. Sıkışık trafiğin içindeyken o sırada 12-14 yaşlarında üstü başı pislik içinde bir çocuk, pis biz bezle camımızı silip para istedi. Biz para vermeyince sanırım bir şeyler çalmak için içeriye bir göz attı ve arkada oturan kayınpederimle göz göze geldi. Tam o sırada kayınpederim vurmak için elini kaldırdığı ise trafik açıldı ve yol aldık. Viran evler ve pislik içindeki sokaklar derken bir arabanın da tacizine uğradık.
Şehir merkezinin kalabalığından kurtulup çevre yoluna çıktığınızda ise uzun ve sakin bir yol sizi bekliyor. Yol almaya devam ederken bize yardımcı olan sürücü adam dörtlülerini yakıp bizi durdurdu. Tabii çok şaşırdık ve ne oldu diye sorduğumuzda “araç lambalarınızı gündüz de olsa yakın, çünkü polis ceza yazıyor” dedi ve sonra yine yola koyulduk. Bu kadar iyi ve düşünceli biriyle karşılaştığımız için şanslıydık çünkü Arnavutluk hırsızlığın çok olduğu bir yerdi. Arnavutluk’taki araçların çoğu Mercedes ve BMW idi. Bunun da sebebi; orada konuştuğumuz kişilerin verdiği bilgiye göre, illegal araçlara plaka verilmesiymiş.
Sonunda Durres limanındaydık ve buradan Bari’ye gitmek üzere, Bari feribotu için biletimizi aldık. Sağda ve solda yer alan özel gişelerden feribot biletinizi alabilirsiniz. İnternetten almak isteyenler de bu linkten alabilirler: www.greekferries.gr Burada 4-5 adet feribot firması vardı. Feribot seferleri Eylül ayından sonra gün içinde sadece 1 kez gece 23.00’te var. Türkiye’de 00.00 iken orada 23.00 olduğunu da aklınızda bulundurmalısınız.
Biz bileti akşamüstü 19.00 gibi aldık ve 23.00’e kadar vaktimiz var diye yemek için geri dönecekken, biri “nereye gideceksiniz” diye seslendi. Hemen durdum. Sonra tam limana girerken sağda hem bilet satışı yapan hem de kafe gibi tost ve meşrubat içebileceğiniz küçük bir yer olan Ermando Diagora’nun dükkânına oturduk. Babası (Polis Bedri), annesi (Necmiye), kız kardeşi (Anita) ile tanıştık. Bu Müslüman aile ile çok sıcak bir dostluk kurduk. Sadece Ermando, Türkçe konuşabiliyordu. 7 dil bilen, genel kültürü çok iyi olan, akıllı, yakışıklı ve gelecek vaat eden 18 yaşında bir delikanlıydı. Uzun bir sohbet sonunda Diagora’yı Türkiye’ye davet edip limana girdik.
Aldığımız acentedeki bileti içeri girince check-in yaptırdık (ister inter netten isterseniz dışarıdaki özel şirketlerden bilet alın ama bu check-in olayını unutmayın). Verdikleri kart ve numara ile sıraya girdik. 21.00 gibi yolcuları içeri almaya başladılar. Çıkışımız yapıldıktan sonra gemiye daha girer girmez, şoför hariç herkes araçtan indiriliyor. Sadece şoför araçla ileri ilerliyor. Bu gemi yolculuğu 8 saat sürüyor ve kamarasız olan yerde kalacaksanız; yanınıza battaniye, yastık ve yiyecek alın. Bu 8 saat süren yolculukta, herkes yerlerde yatak açıp yatıyor. Merdivenler bile uyuyan insanlarla dolu. Klimalar sürekli çalıştığı için içerisi buz gibi, adeta kanınız donuyor ve titriyorsunuz. Bu gemide kendinize çok dikkat edin. Yolculuk uzun sürdüğü için ister istemez uykuya dalıyorsunuz ve burada çete gibi olmuş kötü niyetli insanların olduğunu unutmayın. Biz ailemle kamaralı odada kalsak bile kötü niyetli çok insana şahit oldum. Sabah 07.30’da nihayet Bari limanına vardık. Yine aileler aşağıda bekliyor ve araç sahibi aracı alıp geliyor. Pasaport kontrolünden sonra gümrükçü bagajda sigara var mı diye sordu ve yok deyince de bye dedi : )