Amsterdam
Büyük şehirlere varınca bir tura dahil değilseniz mutlaka günlük ulaşım kartı alın derim, biz bu gezimizde de öyle yaptık, çok daha ekonomik oldu. Hollanda’ya sabah saatlerinde vardık ve otelimize çok yakın olan Vondelpark’ı gezdik; Vondelpark, İzmir Kültürpark’ın yaklaşık 2 katından büyük gibiydi.
Bu parkın hemen 5-10 dakika yürüme mesafesinde Ressam Van Gogh Müzesi bulunmakta, müzede Van Gogh’un tüm önemli eserleri bulunuyor, giriş fiyatı 18 €. Van Gogh Müzesi’nin 3-4 dakika ilerisi “I Amsterdam” sembolü ve arkasındaki Rijksmuseum Müzesi var. Buranın hemen 20 metre ilerisinden tramvay ile şehrin merkezi olan Dam Meydanı’na gidebiliyorsunuz.
Dam Meydanı’na tramvay ile 10-12 dakikalık kısa bir yolculuktan sonra ulaştığınızda sizi Kraliyet Sarayı ve Madame Tussauds Balmumu Müzesi karşılıyor. Dam Meydanı’nda sokak gösterisi yapan birçok kişi göreceksiniz. Bir de ilginç bir dükkân ile karşılaştık, Türkiye’nin en büyük simitçilerinden bir tanesinin şubesi burada bulunuyordu. Tabi 25 gündür simit görmemişiz, yedik.
Dam Meydanı’na çok yakın olan Anna Frank’ın (Nazilerden aylarca ailesi ile saklanmış olan çocuk, hikâyesini mutlaka duymuşsunuzdur) yaşadığı evi gördük. Hayatını okuduk; sonu Nazi kampında hastalıkla geçmiş, tifüse yakalanmış ve hayatını kaybetmiş. 2 yıl boyunca saklandıktan sonra tam savaşın bitmesine 3-4 ay kala hastalıktan dolayı ölmüş, ne kadar üzücü. Yazdığı günlük 60 dile çevrilip en çok satanlar listesine girmiş.
Amsterdam kanalları gezmek çok güzel fakat temmuz ayı bile olsa akşam 20.00’den sonra hava sıcaklığı 11-12 derecelere düşüyor. Halkı soğuk ülke oluşundan mıdır bilinmez, pek cana yakın gelmedi bana. Yüzleri pek gülmüyor. Bir de arabaların 3-4 katı bisiklet var. Müdür bile işe bisiklet ile gidiyor. Amsterdam’dan sonraki durağımız olan Berlin için akşam yola çıktık.
Berlin
Almanya'nın turistik şehri Berlin’e sabah 07.30 civarında vardık. Otel sonrası hemen metro ile Bergama Müzesi’ne (Pergamon Museum) gittik. Fakat hiç beklenmedik bir durum yaşadık; bu müzenin en önemli parçası olan Artemis Tapınağı 2-3 yıldır bakımda olduğundan göremedik. Hatta şeflerine İzmir’den geldiğimi Bergama’nın bizim ilin bir ilçesi olduğunu ve bu tapınağı görmek için geldiğimizi, 3 dakika olsa da görüp göremeyeceğimizi sordum ama despot ve katı tavrı ile yanındaki elemanına Almanca bir şey söyleyip “nein” dedi. Ne yalan söyleyeyim, bu tavır bana Almanların dilinin de etkisinden olsa gerek çok kaba geldi.
Buradan çok yakında bulunan Berlin Katedrali’ni görmeye gittik. Katedral’den sonra 100 No.lu otobüs ile Reichtag Eski Meclis Binası ve Berlin’in sembolü olan Brandenurg Kapısı’nı görmeye gittik.
Eski meclis, Hitler zamanından bu yana müze olarak kullanılmakta. Reichtag Eski Meclis Binası’nın 250 metre ilerisinde bulunan Brandenburg Sarayı’nı gördükten sonra oldukça yorulduk, nerede bir şey yeriz, derken Postdamer Meydanı’nda iki Türk dönerci ile karşılaştık. Öğle yemeğimizi yedikten sonra yine çok az bilinen fakat 2. Dünya Savaşı filmlerine konu olmuş Berlin Çalışma Kampı (Arbeit) daha doğrusu işkence ve ölüm kamplarından birine doğru yola çıktık. Berlin merkezden 35 kilometre uzakta idi bu kamp, buraya ulaşmak iki metro değiştirip 40 dakika gibi sürede vardık fakat burada da 15 dakika kadar bir başka otobüs bekledik. Sonunda Nazi Toplama ve Çalışma Kampı’na (Gedenkstätte und Museum Sachsenhausen) ulaştık.
Burada filmlerden aşina olduğumuz zulüm fotoğrafları bizi karşıladı. Bu kampta Yahudilere bir takım ilaç deneyleri yapılmış ve doktorlar mahkûmları denek tahtası olarak kullanmışlar. Burada esirlerin yattığı yerlerin çoğunu Almanlar utandıkları için yıkmışlar zaten bu toplama ve işkence kamplarından Avrupa’da 24 tane varken Almanlar bunların çoğunu kaçarken yıkmış. Bu utanç kamplarından geriye Avrupa’da 3-4 tane kalmıştır. Ne acı ki dünyada dini ayrı diye, rengi ayrı diye, ırkı ayrı diye yapılan savaşlar ve katliamlar hiç bitmedi. İnşallah bu tür saçma ayrımcılıkların zor da olsa bittiği bir dünyayı görmek nasip olur.
Prag
Sabah 08.30 gibi Çek Cumhuriyeti'nin başkenti Prag’a vardıktan sonra Astronomik Saat ve Eski Meydan’ı (Old Town Square) görmek için kısa bir yürüyüş ile vardık. Eski meydan ve Prag’ın birçok yeri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.
Astronomik Saat’in her saat başında kapakları açılmakta. Ardından bir animasyon başlıyor bunun anlamı şudur: “Elinde aynası olan bir figür göreceksiniz. Bu kibri ve kendini beğenmişliği sembolize eder. Elinde bir kese olan figür ise bir Yahudi’yi sembolize eder. Bu da dünya malını temsil eder. Saatte bir de iskelet göreceksiniz. Bu iskelet ise yukarıdaki her şeyin boş olduğunu ölümün ise gerçek olduğunu yani ölümü sembolize eder. Saatte sürekli eğlenceyi temsilen mandolin çalan Osmanlı figürü vardır. Bu da keyif ve eğlenceyi sembolize eder. Ölümü simgeleyen iskeletin her saat başı elindeki zili çalması ile animasyon başlar. İskelet elindeki zili çalarak size ölümü hatırlatırken diğer figürler ise kafalarını sürekli sağa sola çevirerek ölümü reddederler. Animasyon esnasında ise bir pencerenin içinde sürekli havariler döner durur.”
Astronomik Saat’in hemen ilerisindeki Karl Köprüsü ve nehir çevresi görülmeye değer gerçekten. Köprü ve köprü üstündeki heykeller çok güzel bir dizayn oluşturmuş. Prag ile Budapeşte çok yakın (3 saat) olduğu için çok geç kalmadan öğlen saatlerinde Prag’dan Budapeşte’ye geçtik.