Artvin Gezisi Dördüncü Durak: Şavşat

Artvin Gezisi Üçüncü Durak: Artvin Ve Çevresi yazısını okumak için tıklayın.

2015 senesinde Cittaslow kapsamına alınarak, Türkiye’nin 10. Sakin şehri olan Şavşat 17 bin kişinin yaşadığı, Artvin merkeze yaklaşık 1,5 saat mesafede yer alan şirin bir ilçe. Genç nüfusun çoğu buradan ayrılıp büyük şehirlere gittiği için Şavşat’ta yaş ortalaması bir hayli yüksek.

Nüfusun büyük bölümünü Ahıska kökenli Kıpçak Türkleri oluştursa da azımsanamayacak bir Gürcü nüfus da bulunmaktadır.  Bu kültürel çeşitlilikten olsa gerek Şavşat daha bir ılımlı, daha bir hoşgörülü geldi bize:) Artvin’de tanıştığımız Atabarı turizmin sahibi Erhan Bey de Şavşat gezimizde bize eşlik etti. Ekip büyüyor yani. :)

Şavşat’ın girişine yaklaşık 3,5 km mesafede yer alan Satlel Kalesi, Şavşat’ta bizi ilk karşılayan tarihi alan oldu. 1987 senesinde taşınmaz kültür varlığı olarak tescillenmiş olan kalenin arkeoloji kazıları 2017 senesinde tamamlanmış ve kalenin 10. Yy’da Gürcü Bagratlı Krallığı döneminde yapıldığı anlaşılmış.

Şavşat’ın hemen girişinde Cittaslow amblemi ve arkasında 4 tane farklı model küçük Şavşat Evi bulunuyor. Burası sanırım hiç bir turistin fotoğraf çekmeyi atlamayacağı nokta. 

Gerçek boyutlarda bir Şavşat evi de ilçeye hakim tepelerden birinde. Şavşat merkezden kolaylıkla ulaşılabilir durumda olan Şavşat Evi, Şavşat’ın sivil mimari örneğinin görülebildiği bir ev. İçindeyse yöresel yemekler yapılıyor. Zülbiyet, Kete, gevrek, peynir borani, muhlama,...Biz de gittiğimiz gibi hazır karnımızın da acıkmasını fırsat bilerek Özcan Hanım’ın da yönlendirmesiyle Zülbiyet ve Peynir Borani sipariş ettik. Murat’ın Zülbiyet için yaptığı modifiye pekmez benzetmesi tam yerindeydi. Neden mi? Zülbiyet, pekmez ve tereyağının kaynatılıması aslında. Tava içinde çorcadan biraz daha kıvamlı bicinde servis ediliyor. Ekmeği koparıpZülbiyete bana bana yiyorsunuz. Tam bir enerji deposu yani...

Şavşat Evi’nde yemeklerin çok uygun fiyatlı olduğunu söylemeliyim. Kesinlikle buraya uğrayıp hem sivil mimariyi görmeli hem de aç olarak gelip bakabildiğiniz kadar farklı alternatiif yemekleri denemelisiniz.
Buradan sonra asıl akşam yemeğimizi yemek üzere Zirve restorana gittik. Sizlere “Zirve restoran”a gidin desem ve Şavşat’ta buraya gelseniz eminim ki pek çoğunuz yanlış mı geldik deyip geri dönebilir. Çünkü burası benzinlik benzeri bir tesisin arka kısmında kalmış ikinci katta, dışarıda tabelası bile olmayan 3-4 masalı bir yer. Sahibi de daha fazla insan gelsin istemiyor zaten “Bizi bilen gelir” diyor. Sac Kavurması meşhur... Ama yani yok böyle bir Sac kavurma...

Ben ki o kadar et düşkünü değilim, neredeyse 2 porsiyon yedim. Yaklaşık 1-1,5 sene Şavşat’ta görev ypan Özcan hanım bizi buraya getirmese biz de bilmeyecektik. 

Biliyorum ilk Şavşat günü biraz yiyip içerek geçti ama malum buraya varışımız biraz gecikti. Haliyle biz de yemek sonrası konaklamak üzere Şavşat’ın en güzel otellerinden Black Forest’a gittik. Girişte otelin ortaklarından olan Evren hanım bana “sizi hatırlıyorum, sanırım geçen sene de aynı zamanlarda bizde kalmıştınız” dedi. Tam “yooo” diyecektim ki, “O gelen benim kardeşimdi” olarak düzelttim kendimi. Gökçe geçen sene arkadaşlarıyla gelip Şavşat’ta 2-3 gün bölgeyi gezip (Şavşat Gezilecek Yerler: https://gezimanya.com/GeziNotlari/savsatta-gezilecek-yerler) bizi de Şavşat konusunda epey heyecanlandırmıştı. Evren Hanım’ın bu kadar ilgili, hatırlayan, güler yüzlü olması bizi hem şaşırttı hem de çok mutlu etti.

Black Forest Otel de gerek odalarının konforu gerekse güleryüzlü personeliyle tavsiye edebileceğimiz yerlerden. Üstelik manzarası da çok iyi:) 

Odamıza geçtik ve sabaha karşı gündoğumunu timelapse çekmek için kameraarı ayarladık. Evet, evet... Güne erken başlayacağız hazır olun!
Sabah güneş yavaş yavaş belirirken etraf yeşillenmeye başladı. Biz uyandık şimdi de doğanın uyanışına tanıklık ediyoruz resmen. Kısa süreli yağmur bir an için “eyvah” dedirtse de hemen arkasından çıkan gökkuşağı günün sürprizi oldu.

Kahvaltı sonrası ilk olarak Türkiye’nin 40 milli park alanından biri olan Karagöl Sahara Milli Parkı’na doğru yola çıkıyoruz. Bu bölgedeki tek geçit 2470 metrelik rakımı ile Çam Geçidi.

Bölge oldukça bakir durumda, doğada vahşi hayvanların izine rastlamak mümkün. Hatta bir gece önce otele doğru giderken arabanın önüne yavru bir ayı çıktı. Hal böyle olunca biz de yolda Karagöl’e gidene kadar kar üzerindeki ayak izlerini ve sürekli çevreyi kolluyoruz acaba daha büyük bir ayı görebilir miyiz diye... Ama olmadı, denk gelmedi. Bu arada eğer doğada bir ayıyla karşılaşırsanız nasıl davranmanız gerektiğini geçen sene Slovenya Kocevje seyahatimiz sonrası yazdığımız yazıda bulabilirsiniz. Karagöl Sahara Milli Parkı genel olarak 2 kısımdan oluşuyor. Parkın Karagöl kısmı ormanlar, çayırlık alanlar ve gölü ile meşhur. Sahara bölümü ise daha çok geleneksel yaylacılık faaliyetlerine ayrılmış durumda.

Parka girdiğimiz gibi göl kenarındaki kurbağalarla karşılaşıyoruz. Çok sevimliler. Gölün içiyse çoğunluğu turuncu renkli çok sayıda balıkla dolu.

Gölün kenarında yaklaşık 30-40 kişiye hizmet edebilecek kapasitede özel bir işletme var. Bu işletme aynı zamanda gölde deniz bisikleti ya da kayık kullanmak isterseniz onu da kiralıyor.

Durur muyuz hemen kiraladık tabii de Murak kayığın içinden drone’u uçuracam deyince ben döndüm kürek mahkumuna:)

Karagöl doğasıyla gelen ziyaretçiye huzur veren, dinlendiren bir yer. O nedenle bu bölge kampçılar arasında da çok popüler.

Karagöl sonrası durağımız Aşağı Koyunlu Köyü. Karagöl Tabiat Parkı ve Tamara Odaları’na yakın konumu ile avantajlı durumda olan köy aslında yol üzerinde rahatlıkla bir durak olabilir.

Eski Adı “Aşahki Süles” olan Aşağı Koyunlu Köyü’nün nüfusu 250 kişi. Ama gençler köydenşehre gitmiş. Köyün ortalama yaşı biraz yüksek. Biz gittiğimizde bizi ilk köyün muhtarı karşıladı. Şöyle bir köyde dolaştıktan sonra bizi evlerine davet ettiler, köyün ileri gelenleri muhtarın evinde toplandık. O kadar sıcak karşıladılar ki, evlerinde ne varsa ikram ettiler, Kaymaklı gevrek, ev yapımı pekmez, kuşburnu reçeli, kete,... Hepsi de çok lezzetliydi.

Ardından köydeki teyzelerden biri yle ahıra girdik. Bize ineklerini, buzağılarını tanıttı. Hepsinin bir adı var: Aybike, Bulut,... 

Sonrasında yemyeşil kırlarda yürüyerek köyün girişine gittik. Bizi nasıl ağırladılarsa, öyle yolcu ettiler. Yüzümüzde büyük bir tebessümle...

Bir sonraki durağımız Cevizli Köyü’ndeki Tibeti Kilisesi. 899-914 yılları arasında Bagratlı Prenslerinden Aşot Koukhi tarafından yapıldığı tahmin edilen 1950’lerde büyük tahribata uğramış ve sonrasında restore edilmiştir. Aslında köy halkından öğrendiğimize göre burası öyle doğal bir tahribata falan uğramamış, bayağı içinde dinamit patlatılmış ve o zaman çatısı falan çökmüş, bazı duvarları yıkılmış

Günümüzdeyse etrafı çevrilmiş ancak giriş çıkışında kontrol olmayan tarihi bir yapı. Fotoğraf çekmek için bir durak. Biz burada bir de karşısındaki köy kahvesinden soda alıp kilisenin bulunduğu alandaki bankta biraz dinlendik. Şansımıza hava da bize müsade etti.
Tibeti Kilisesi sonrası Şavşat merkeze 35 km uzaklıkta ve yaklaşık 1 saatlik araç yolculuğuyla ulaşılabilen Maden Köyü’ne geldik. Bazgiret adı ile de bilinen köyün rakımı 1900 metre. 

Birbirinden şirin ve konuksever 170 kişinin yaşadığı bu köy Türkiye’nin müslüman Gürcülerinden, yani kendilerine verdikleri isimle Çveneburilerden oluşuyor. Dolayısıyla bu köyde tamamen Gürcü gelenek ve görenekleri hakim. 

Türkiye’ye 3 önemli Gürcü göçü olmuş. İlk ikisi 19. yüzyılda (ikincisi 93 harbinden) ve üçüncüsü ise 1920’lerde, Sovyet Rusya’nın Gürcistan’ı topraklarına katmasından hemen sonra. Türkiye’ye gelen müslüman veya sonradan müslümanlaşan Gürcülerin önemli bir kısmı asimile olmuş. Artık kökenleri Gürcü olsa da belki de çoğu Gürcü olduğunun farkında bile değil, kendini Türk olarak biliyor ve tanıtıyor. Türkiye’de bu şekilde 3 Milyon Gürcü kökenli vatandaş olduğu düşünülüyor, azımsanacak bir sayı değil! Çveneburilerin bir kısmı ise, aynı Bazgiret’in şehirden uzak coğrafyasında yaşayanlar gibi, Gürcü kimliklerini korumuş. Maden köyü sakinlerinin çoğu Türkçe’yi okula gittiğinde öğreniyor örneğin. Gürcüce konuşmayı esas alarak sayarsanız da 60bin Gürcü yaşıyor Türkiye’de.

Köyün hiç bozulmamış kendine has bir dokusu var. Oldukça dik bir yamaca kurulu olan köy mimari yapısıyla bir bütünlük sağlıyor. Beni bu köyde etkileyen iki önemli şey oldu.

Birincisi köyün tek çocuğu Ayşe Çimen. Evet, bu köyde yavaş yavaş tüm gençler gitmiş büyük şehirlerde çalışmaya. Ya da Çocuklarının okul dönemi gelince ayrılmışlar köyden. O nedenle bu köyde hiç çocuk yok. Tek çocuk muhtarın en ufak kızı 4 yaşlarındaki Ayşe Çimen.  “Çimen soyadının da şöyle bir hikayesi var. Bu vadiye ilk yerleşenlerin soyadının çimen anlamına gelen Gürcüce “Bezgi-yent” kelimesinden geldiği söyleniyor. “Bezgi-yent” de zaman içinde “Bazgiret”e dönüşmüş.

İkincisi Tenzile Teyze’yle tanışmak. Köyde dolaşırken bizi evine davet etti Özcan Hanım ve benim için kendi torunlarına kendi elleriyle diktiği yöresel kıyafetleri özenle sakladığı yerinde çıkarttı. Her biri tertemiz jilet gibi ütülenmiş başörtülerini çıkartıp başımıza bağladı, kıyafetleri giydirdi. Ara ara Türkçe ara ara Gürcüce anlattı.

Ama bana dediği bir şey vardı ki sonuna kadar haklı. “Sen beni hiç unutmayacaksın” dedi. “Nasıl unuturum Tenzile Abla”

Yolunuz Şavşat’a düşerse (ki düşmeli:) ) mutlaka Maden Köyü’ne uğrayın ve Çveneburilerin yaşamlarına konuk olun. Bölgenin müthiş doğasını, insanların tatlılığını gözlerinizle görün. Ayşe Çimen’i yanaklarından Tenzile Teyze’yi de görürseniz pamuk ellerinden öpün :)

Artvin Gezisi Beşinci Durak : Ardanuç Ve Yusufeli yazısını okumak için tıklayın. 

TUĞÇE YILMAZ

Yazar Hakkında

TUĞÇE YILMAZ

 Yaklaşık 15 sene Medya satın alma ve Planlama sektöründe çok uluslu şirketler ile çalıştıktan sonra kendi tutkusu olan gezi ve seyahate yönelerek Gezimanya.com’u kurmuştur.1997 - 1999 İstanbul Üni