BAYBURT… Tarihi ve kültürel zenginlikleri, doğa güzellikleri ile belki de hiç aklımıza gelmeyen ama kesinlikle keşfedilmesi gereken bir şehrimiz, ülkemizin tüm kentlerinde illaki bir güzellik buluyoruz.. Bu güzellikler Erzurum’dan Bayburt’a uzanan yol boyu bize eşlik eden Kop Dağı'nın müthiş görsellerini sunmasıyla başladı.
Yüzölçümü olarak ülkemizin en küçük şehri, ancak kenti görülmeye değer kılan birçok güzelliğe sahip.
1878 de ve 1916’da Ruslar tarafından yeniden işgal edilen Bayburt bu işgaller sırasında önemli oranda tahrip edilmiş, 1927’ye kadar Erzurum’a bağlıyken Gümüşhane’ye bağlanmış, 1989 de ise il olmuş. Doğu Anadolu'yu Karadeniz'e bağlayan Erzurum - Trabzon tarihi İpek Yolu üzerinde, denizden 1550 metre yükseklikte bulunan kent, Soğanlı Dağları üzerinde yer alan birçok krater göllerine sahip, ancak bitki örtüsü açısından oldukça fakir. Bilinçsiz kesimler, yangın ve teknolojik hareketler sonunda yok denecek kadar az ormana sahip. Çoruh vadisi bölümlerinde daha fazla meşenin göründüğü çeşitli ağaç toplulukları, yer yer kızıl çam, ardıç, gürgen, yabani armut (ahlat) ve bodur dağ kavakları, su kaynakları ve dereleri boyunca kavak ve söğüt ağaçları ile biraz yeşillikler görebilirsiniz.
Çoruh Nehri'nin iki kenarına, Bayburt Kalesinin eteklerinde kurulmuş kent küçücük ama kendi halinde ve sevimli. Kenti ikiye bölen nehrin her iki kenarındaki kafe ve parklar da halkın nefes aldığı yerler. Yer yer oldukça yeşil olan nehir kenarında özellikle salkım söğütler çok hoş görünüyordu. Vilayet, belediye ve askeri gazinonun yer aldığı meydanı dik kesen parke kaplı cadde ise çiçekler içinde kentin en güzel yeri. Bizim otelimiz, kentin en iyi oteli Büyük Bayburt Oteli de bu yol üzerinde ve Saat Kulesi'ne çok yakın.
Kent Kentin simglerinden biri kent meydanında yükselen Bayburt Saat Kulesi, şerefesi ve 21 metrelik heybetli mimarisiyle şehir merkezinin hemen her noktasından görülüyor. Yapımına 1923 Cumhuriyetin ilan edilmesiyle başlanmış, 1 yılda tamamlanmış. Bir taş ustası Muhittin Usta tarafından başlanmış, Rizeli İbrahim Usta tarafından tamamlanmış. İsviçre’den getirilen Saati halen çalışıyormuş. Saat Kulesinin önünde ve nehre paralel ana caddesi renk renk çiçeklerle donatılmış.
Doğu Karadeniz’in sınırları içerisinde bulunan Bayburt da gezilecek, görülecek arasında belki de en ünlü yer, Bayburt Kalesi. Şehrin yüksek tepelerinden birinde yalçın kayalar üzerinde inşa edilen Kalenin kim kimler tarafından yapılmış olduğu hakkında kesin bilgimiz yok. Ancak yapılan araştırmalar sonucu kaledeki ilk yapının Ermenilere ait olduğu düşünülmekte ve Bagrad Sülalesi zamanından çok önce yapılmış olduğu tahmin edilmekte. Tarih boyunca Roma, Bizans, Ermeni, Arap, Komnenos gibi birçok medeniyetten küçük izlere taşıyan Kale halk tarafından “Çinimaçin Kalesi” olarak da biliniyor. Kale kenti adeta kucaklayarak koruması altına almış.
Kent merkezindeki BEDESTEN’in Saat Kulesi'nin çok yakınında, hemen arka sokağında olduğunu öğrendim ancak bu tarihi yapıyı bulmakta hayli zorlandık, neden derseniz yanına, önüne arkasına yapılmış olan yapılardan görünmüyor bile, hatta yapılar tarihi binaya yapışık.. Şaşkınlık ve kızgınlıktan zar zor görünen kapısının fotoğrafını bile çekmedim. Karşısındaki kahvede çay içen bazı kişilerle bu durumu paylaştığımda, “her gelen belediye başkanı bu binaları yıkacağı sözünü vererek seçiliyor ama sonra da sözünü tutmuyor...” yakınmaları beni pek de şaşırtmadı ama daha çok üzdü.
Bayburt Ulu Camii, kent merkezinde Anadolu Selçuklularından kalma caminin tarihi 1282 – 1298 yıllarına uzanmakta. Geometrik ve bitki motifli mozaik çiniler Anadolu Selçuklu çinilerinin ilginç özelliklerini sergilemekte. Minaresi, mihrap önü kubbesine geçişi sağlayan mukarnaslı tromplardan bir kaçı ve ibadet alanına açılan iki kapı orijinal yapıdan kalma.
Bent Hamamı - Bayburt kalesinin eteğinde yer alan Hamam 16.yüzyılda Akkoyunlu Hace Ferahşad Bey tarafından inşa ettirilmiş. Birçok tarihi olaya tanıklık eden yapı, içyapısındaki orijinalliğini korumuş ve halen kullanılmakta.
Bayburt’ta kaldığımız bir gün içerisine epey yer sığdırdık ancak bitiremedik. Ben kentte sadece bir gün gittiğim için gitme olacağım olmadı ama gitmeden araştırdığım ve gidemediğim için üzüldüğüm, belki tekrar giderim diye düşündüğüm görülecek, farklı yaşam izleri bulabileceğiniz yerlerden bazıları ise;
Dede Korkut Kümbeti, Korgan Köprüsü, Sırakayalar Şelaleleri, Aydıntepe Yeraltı Şehri, Çimağıl Mağarası, Helva Köyü Buz Mağarası...
Bayburt'un Bol Ödüllü Baksı Müzesi
Doğu Karadeniz’in sınırları içerisinde bulunan Bayburt, turistlerin çok fazla dikkatini çekmese de gezilecek, görülecek birçok noktaya sahip. En önemlisi de artık ünü Türkiye sınırlarını aşan, bol ödüllü bir müzesi var. Benim bu bölgede görmeyi çok arzu ettiğim, bu gezimin de ana nedenlerinden biri.
Müzeye doğru yola çıkmadan önce şehre hakim Şehit Osman Tepesinde yer alan bir Şehitliğe uğruyoruz. Sekizgen gövdeli ve taş konik külahlı yapı Anadolu’da kurulan ilk Türk Beyliği Saltukoğulları komutanlarından Mengüç Gazinin kardeşi Osman’a ve silindirik gövdeli ve bakır işleme külahlı yapı da kız kardeşine ait.
Bu türbelerin hemen arkasındaki mezar taşlarındaki şekiller ve yazılar çok silik olduğu için okunmuyor ancak karakterlerinin 650 ila 900 yıl öncesine ait oldukları düşünülmekte. Bu tepeden tüm kenti görebileceğiniz güzel bir şehir manzarası sizi bekliyor.
Kop Şehitliği – Yolumuzun üzerinde, Bayburt il merkezine yakın bir konumda bulunan bir Şehitlik var, 15 Mayıs-15 Ağustos 1963 tarihleri arasında; 28 Şubat-16 Temmuz 1916 tarihlerinde Çoruh Havzası’nda Rus kuvvetlerine karşı direnirken ölen şehitlerimiz için yaptırılmış. 13 metre yüksekliğindeki anıt yoğun ziyaretçi alıyor, Maden beldesindeki Kop mevkiinde.
Nihayet Müzeye yaklaşırken yer yer dereler ve etrafındaki yeşillikler bozkır çevreye renk katıyor.
Kentin 45 km dışındaki Baksı Müzesi, Çoruh Vadisi’ne bakan yüksek bir tepe üzerinde uzaktan görüntümüze giriyor.
Bayraktar Köyü sınırlarında, 2010 yılında açılan sıra dışı bir müze. “Baksı” Kırgız Türkçesi’nde şaman anlamında, şaman dilinde “şifacı, yardımcı, koruyucu” gibi anlamları olan bir kelime ve bu isim müzenin misyonlarıyla bire bir örtüştüğünden bu ismi almış. Halk arasında yakın zamana kadar sürdürülen bazı alışkanlıklar da köyün geçmişte şaman geleneğinden beslendiğini düşündürüyor. Müze binası oldukça ilginç bir mimariye sahip, mimari tasarımı, yapısı ve sosyal boyutuyla, içinde konumlandığı doğa ve coğrafyanın bir parçası olarak planlanmış.
Bünyesinde atölyeler, sergi salonları, bir depo müze, bir kütüphane, konferans salonu, konuk evleri ve bir müze mağaza bulunuyor.
Şansımıza sergi salonunda yönetmen, senarist ve fotoğraf sanatçısı Nuri Bilge Ceylan’ın fotoğraf sergisi vardı ve son günüymüş. Doğrusu müthiş kareler demek bile az kalır, çok keyif alarak gezdim sergiyi ve kaçırmadığım için mutlu oldum.
Aynı şekilde Depo-Müze ve içindeki ilginç, değişik ve antika eserler, resim koleksiyonu, cam altı ve işleme koleksiyonu, yazı resimler, şifa tasları, alemler, taş baskılar, çömlekler, seramikler, ehram ve kilim dokumalar da görülmeye değer. Bizi gezdiren Müze sorumlusu sevgili Tuğçe Yüce’nin bilgilendirmeleri ile büyük bir keyifle gezdim.
Müze kapandıktan sonra bu müthiş esere hayat veren ve hiçbir kar amacı taşımayan bu kültür kurumunun kurucusu Sanatçı Prof. Dr. Hüsamettin Koçan ile ilginç manzara karşısında hoş bir sohbete başlıyoruz.
Sanatçı doğup büyüdüğü bu topraklara bir müze armağan etme düşüyle çıkmış bu zorlu yolculuğa, üstelik de devletten hiçbir maddi yardım almadan. Ancak birçok iş adamı, gönüllüler ve sanatçılar destek vererek bu rüyasını hayata geçirmesinde yanında olmuşlar. Bu amaçla 2005 yılında Baksı Kültür Sanat Vakfı kurulmuş, zaman içinde de toplumsal bir projeye dönüşmüş.
Müzesi’nin açılmasının en büyük sebebi, yoğun göç veren şehre sanatı yeniden kazandırmak, bölgenin de ekonomik hayatını hareketlendirmek olduğunu belirten sanatçı, hem bunu başarmış hem de babasının anısına köyüne çok yakın bu yöreyi seçerek ata toprağına olan bağlılığını göstermiş.
Uzun uzun, samimiyetle, tatlı tatlı sohbet etme olacağı bulduğum Hüsamettin beyin ilginç, esprili diliyle anlattığı hayat hikayesini dinledim, bilgiler aldım ve kendisini tanıdığım için kendimi çok şanslı ve mutlu oldum. Bu hoş sohbet için kendisine teşekkür ederek ama sohbete doyamadan geç saatlerde, tekrar ama bu kez kalmak için gelmek üzere diyerek vedalaşıyoruz.
Bu olağanüstü müzeyi mutlaka gezmenizi öneriyorum, bir bozkırın ortasında, etrafı sarp tepeli dağlarla çevrili, harika manzaralar veren tek başına bir değer. Kalmak isterseniz sanırım 10 odalı misafir evleri de var, çok hoş ve keyifli döşenmiş, yöre hanımlarının ellerinden çıkma lezzetli yemekleri ile sessiz ve tam dinlenmelik bir yer.
Son olarak sanatçının köyü Bayraktar Köyünden bahsetmeden olmaz elbette.. Büyük şehirlere ya da ekmeklerinin peşinden büyük bir göç yaşayan bu köyde bugün 500 civarı kişi yaşıyor. Çömlekçilik, dokuma gibi el sanatları bir zamanlar köyün gereksinimi karşılayacak orandayken bugün hemen hemen yok olmuş. Marangoz ve taş ustaları de gurbete gidince mimari gelenek tamamen yok olmuş, geleneksel yapıların yerini gecekondular almış (geçenlerde gezdiğim ve yazdığım Ormana’da bunun tam aksi olmuştu).
Müze ve sanatçıyla ilgili son söz.. bulunduğu bölgede özel yetenekli çocukları tespit edip, burslarla eğitimlerine katkıda bulunarak, özellikle tasarım, sanat ve kültür alanlarında gelişmeleri için projeler uygulamaları da takdire şayan. O bölgede yaşayan insanlara imkânlar sağlayan, eğitim veren, o topraklarda yaşamayı bir sevinç haline getirmek isteyen bir müze..
Başka rotalarda buluşmak üzere…