Sadece fotoğraflarını görüp, hayran olduğumuz Mostar Köprüsü ile buluşmaya Saraybosna gezimizin ikinci gününe plan yapıyoruz. Gün aymış, yolculuğumuzun başlama vakti de gelince, bizdeki heyecanda hat safhaya çıkıyor. Akşamdan “otobüsle mi, yoksa trenle mi gitsek?” diye derin derin düşünürken; bir anda Boşnak topraklarında gezme isteğimiz araç kiralamaya kadar iteliyor. Kaldığımız otelin araç kiralama servisinden yararlanıp, geceden aracımızı da ayarlayınca, mışıl mışıl uyuyoruz.
Sabah kahvaltıdan sonra Saraybosna'yı geride bırakarak, Ilıca'ya doğru ilerliyoruz. Ilıca'ya yaklaşınca ortadaki ada üç farklı yola ayrılıyor; sağa gidersek Tünel'e sola gidersek Travnik'e, ortadan Dubrovnik, yani bizim yola sürüklüyor. Sağ-sol muhabbeti yaparken levhaları bi kaçırdınız mı, başka yerlerde gözünüzü açarsınız! Neyse dalıyoruz Dubrovnik yoluna, tabelanın altında minicik Mostar yazısı da doğru yolda olduğumuzu belirtiyor.
Saraybosna'dan uzaklaştıkça yolların ıssızlaştığını, yeşille flört edişini seyrediyoruz. Eğer sizde benim gibi co-pilotsanız keyfinize diyecek yok! Uzun virajlı yollar, yeşille suyun arasında kalarak doğal güzelliğiyle sınırsız yolculuğu sunarken, zamanın yitip gidişinin de farkına varamıyoruz. Yer yer uzun tüneller, virajlı yollar ve en zoru tek şeritte ağır ilerleyen yolculuk sabrı ölçerken, çevredeki güzellikler de davetkâr cüreti eksiltmiyor. Hele bir kamyonetin arkasına dizili beşinci veya bilemedin sıranın en sonuncu aracıysanız vay halinize, hızlı git gidebilirsen! Yaklaşık üç saat süren Mostar yolculuğumuz gün öğleyle buluşmadan önce bitiyor.
Vücudumuzda gelişen hafif yol yorgunluğu, gözlerimizdeki doğanın cömertliği bizi Mostar'ın kucağına sürüklüyor. Dar yollarda ''nerede bu muhteşem köprü ?'' arayışına girmeden bir araçlık park alanına aracımızı park ediyoruz. Nehre doğru açılan yoğun kalabalığın içinden turizmle boğulmuş, çevresinde dizili turistik mağazaları ve restoranlarıyla Mostar Köprüsü masalsı güzelliği ile karşılıyor. Günün ilerleyen saatlerine kadar sürecek her yanından alınan anlık pozların ilki bir caminin bahçesine yerleşmiş, Candan Kafe'nin seyir terasıyla başlıyor. Sahibi de bizden Balıkesir'e yerleşmiş Boşnak Teyze, gelene geçene hikâyesini anlatarak zamanı burada geçiriyor. İstanbul yazılı semaverde demlenmiş çayları yudumlarken, bir yandan köprünün de en güzel pozlarını yakalamaya çalışıyoruz. Kafede çayın yanına Balıkesir usulü ''salçalı tost'' yapılınca kendimizi bir anda Balıkesir'in Mostar ilçesindeymiş gibi hissediyoruz.
Mostar'ın, ne kadar ziyaretçisi olduğu, köprü üzerindeki kalabalığın akışından rahatlıkla anlaşılıyor. Birde köprüyü caminin seyir terasından çekelim dersek bilet ücreti ödememiz gerekiyor. Aynı açı burada da mevcut, para ödemeye gerek var mı? ''Tabii ki yok!'', diyerek bilet parasıyla bir çay daha içiyoruz. Turist grupları, caminin seyir terasında rehberleri eşliğinde kısa süreli gelip, gidiyorlar.
Soluklanma molası bitiminde, dışarıda kalabalıkla bir anda buluşuyoruz. Ara sıra dilenciler karşımıza çıksa da, turist akışının dalgasına kapılarak, sağlı sollu yer alan dükkânların önünden baka baka geçiyoruz. Bazen değişik hediyelik eşyalara rastlayınca almak için kalabalıktan anlık uzaklaşıyoruz. Bitiminde tekrar akışkan kalabalığın bir taneciği olarak yola devam ediyoruz. Yolun sonunda, köprünün başlangıcında müze, muhteşem yapısı ile köprüyü karşılıyor. Tarihi değişimi yakın zamana rastlayan köprünün hikâyesi hafızalarımızın tozlu raflarında dizilirken, bir anda tırmanışa geçiyoruz. Zor yürüyenler, destekle tırmananlar ve sportif yapılılar aynı anda hücum edebiliyor. Ya da bir kenarda durarak fotoğraf çekmeye çalışanlar, yere sere serpe serili ev sahibi köpekler de köprüye ayrı anlam katıyor. Solda ara sıra şov yapan gençlerde köprünün kenarına tırmanarak topladığı ücrete göre aşağıya atlıyor. Atladığı noktadan nehrin derinliği dokuz metreyi buluyor. Atlama hikâyelerine gelince; Geçmiş dönemlerde evlenmek isteyen Bosnalı gençler cesaretlerini kanıtlamak için tarihi köprüden suya atlarmış. Aynı etkinlik bugün turistler için gerçekleştiriliyor. Atlama anı tamamen bir şov gösterisine dönüşüyor. Yeteri kadar parayı toplayınca, dalgıç kıyafetini giyen delikanlı, alkışların ve tezahüratın eşliğinde önce kollarını havaya kaldırıp (atlama işareti), 24 metre yükseklikteki köprüden suyun derinliklerine kendini bırakıyor. Sonrası mı? Tekrarı paraya bakıyor!
1566 yılında Mimar Sinan’ın talebesi olan Mimar Hayreddin Efendi tarafından yapılan Mostar Köprüsü’nün ilgi çekici hikâyesi de şöyle gelişiyor;
Bölgede yaşayan sakinler, Neretva Nehri’ni geçerken yaşadıkları sorunları dönemin Padişah’ı Kanuni Sultan Süleyman’a yazdıkları dilek mektubunda dile getirmiş ve ardından 1566 yılında Mimar Sinan’ın talebesi olan Mimar Hayreddin tarafından köprü inşa edilmiş. Mimar Sinan köprüyü, kendisi de Bosnalı olan öğrencisi Mimar Hayreddin'e yaptırmış.
Döneminin ötesinde bir teknoloji ile 456 adet kalıp taş kullanılarak yapılan köprüde, taşların kuvvetli olması için yaklaşık 14 kilometre ötede yer alan başka bir toprak türü kullanılmış ve hatta bunun için taş ocağı açılmış. Mimar Hayreddin köprüyü yaptıktan sonra bir süre Mostar'da gizlenerek, köprünün dayanıklılığını gözetlemiş. Mostar kentinin “Ruhu” olarak da adlandırılan tarihi köprü, yıllarca "medeniyetleri birleştiren" bir simge olarak da dilden dile dolaşmış.
Kentin, Boşnak ve Hırvat kesimlerini bağlayan ve Neretva Nehri'nden 24 metre yüksekte, 30 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde olan Mostar Köprüsü 1992-1995 yılları arasında gerçekleşen savaşta yıkılır. 2004 yılında aslına uygun olarak, Türk firması tarafından tekrar yapılır. Suyun derinliklerinden çıkan köprünün taşları aynı şekilde kullanılırken, eksik parçalar şu anda aktif olmayan o dönemdeki madenden tekrar çıkarılarak birebir aynısı kullanılmış. Biraz dik olması, sağlam tırmanış yeteneği de istiyor. Dizlerde derman varken Mostar Köprüsü bizleri bekliyor.
Hafif dik ve kavisli köprüden karşıya geçince sağda köprünün bitiminde başlayan, Neretva Nehri'nin kıyısına dizili restoranlar, dümdüz gidildiğinde değişik turistik eşya dükkânları, ileriye gidildiğinde Mostar'ın günlük yaşamının bir kıyısına ilişiyoruz... Sol taraftan köprünün ayağına doğru indiğimizde ise atlayanları an ve an görebiliyoruz. Suyla bedeni buluşturmak istersek ayaklarımızı suya burada sokabiliyoruz. Denemeyin buz gibi...
Karnımız acıktığında saatlerce seyrederek yemeğimizi yiyebileceğimiz restoranlardan birine yerleşiyoruz. Her milletten insanın uğrak yeri olan restoranlarda, köprüyle ara sıra bakışarak tatlı anlar geçirmemek elde değil. Fiyatlar biraz yüksek, menülerde oldukça büyük. Tercih ederken bunlara dikkat etmenizi öneririm!
Lezzetli yemeklerle karnımızı doyurup, köprünün altını üstüne getirip, her açıdan hayran hayran izledikten ve bir o kadar da fotoğraf çektikten sonra şirin Mostar'a veda ederek Blagay'a doğru kıvrıla kıvrıla gidiyoruz...