Bir feribot kuyruğunda arabayla beklemek normalde son derece can sıkıcı bir şeydir. Ancak beklediğiniz Bozcaada feribotuysa ve bulunduğunuz yer Geyikli ise, önünüzdeki uzun araba kuyruğu o kadar da tahammül edilmez gelmiyor. Rüzgar yüzünüzü yalıyor ve az sonra başlayacak maceranın heyecanı içinizi dolduruyor.
Türkiye’nin 3. büyük adası olan Bozcaada her zaman farklı ve her zaman bu ülkenin bir cevheri olmuştur. Bir çok açıdan benzersizdir 40 km2 yüzölçümlü ve 2500 nüfuslu bu ada. Örneğin küçük bir bölge olmasına karşın Türkiye’nin şarapçılığındaki iddiası. Ya da Türkiye Cumhuriyeti’nin köyü olmayan tek ilçesi olma özelliği. Bu kadar kuzeyde, bu kadar güzel plajlara ve denize sahip olması ise başka bir yönü.
Eski adıyla Tenedos, yeni adıyla Bozcaada, ta Herodot’un yazılarından beri bilinmektedir. Truva Savaşı’ndan, Osmanlı-Venedik deniz çekişmelerine, Fatih’in 1455’teki işgalinden İkinci Viyana Kuşatması’na kadar o kadar çok şey var ki Bozcaada tarihiyle ilgili söylenecek, bu bilgiler herhalde bir cilt tutar. Bozcaada’nın bu kadar hareketli bir tarihi olmasının en önemli nedeni muhtemelen Çanakkale Boğazı’nın girişindeki stratejik konumudur.
Geyikli feribotu Bozcaada’ya yanaşırken sizi uzaktan ilk karşılayan Bozcaada Kalesi oluyor. İlk olarak kim tarafından yapıldığı tespit edilememiş ancak Fenikeliler, Cenevizliler ve Venedikliler tarafından kullanıldığı biliniyor. Fatih Sultan Mehmet adayı aldığında bu kaleyi eski kalıntıları üzerine tekrar inşa ettirmişse de Venedikliler geri aldıklarında tekrar tahrip etmişler. Sırasıyla 17. Ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı tarafından onarımdan geçirilmiş ve 1996 yılında halk desteğiyle kurulan bir etnografya sergisi ve açık hava müzesiyle bugüne kadar gelmiş. Kalenin içinde bir tur atmak ve burçlar arasından deniz manzaralı fotoğraflar çektirmek iyi bir Bozcaada gezisinin vazgeçilmezi.
"Bohem bir şairin kaleminden iki kalender mısra: Bozcaada"
Feribottan iner inmez bizi kendi oteline ve pansiyonuna çekmeye çalışan promotörlerle karşılaşıyoruz. Bozcaada’da konaklamak için alternatifler oldukça çok. Çoğu eski Rum evi ve eski köy binası butik otellere ve pansiyonlara çevrilmiş. Yıllar önce buraya yerleşmiş eski bir resim öğretmeni olan Özcan Hanım’ın Rengi Gül Pansiyon isimli küçük ve stil sahibi işletmesi bunların en ünlüsü. Şehir merkezinde dar sokaklarda gezerken bu tarz birçok küçük otel ve pansiyonla karşılaşıyorsunuz. Bunların birçoğu küçük olsa bile temiz, şirin ve (tabi ki) merkeze yakın odalar ile ada spesiyallerini de içeren zevkli kahvaltılar sunuyor.
Konaklamak için bir diğer popüler seçenek de merkezin dışında, çoğu arabayla ulaşım mesafesindeki bağ evleri. Bu trend de 1990lı yıllarda hız kazanan bir işletmecilik şekli. Adanın ünlü şaraplarının üzümlerinin üretildiği bağlar, dinginlikleri ve sundukları atmosfer nedeniyle huzur arayan tatilcilerin ve özellikle de şarap meraklılarının tercih ettiği noktalar.
Biz ise, biraz da daha önceki tecrübelerin etkisiyle (yüksek sezon ya da bayram gibi zamanlarda otellerde yer bulamayanların arabalarda yatmak zorunda kaldığı sahneler halen aklımızda) henüz adaya gelmeden ama yine de geç kalarak rezervasyon yaptırmış olduğumuz için, tercihimizi merkezde küçük bir otelden yana zaten kullanmış durumdayız. Otelimiz çok çok büyük bir özelliği olmamasına karşın, Bozcaada’nın bütün şirinliğini taşıyor.
Akşamüstü odaya dönüşünüzde soluklanırken bir Türk kahvesi ikramıyla karşılaşıyor ya da sabah denize giderken ellerindeki ayşekadın fasülyeleri kırarak ayıklayan adalı teyzelerin sokaktaki sandalyeler üzerindeki sohbetlerine kulak misafiri oluyorsunuz. Tevazu, dinginlik ve sevimlilik her yerde. Bozcaada bir şiir olsaydı, divan edebiyatı olmazdı. Olsa olsa bohem bir şairin kaleminden iki kalender mısra olurdu.
Adanın kendine has havası, konaklama tesislerinin neredeyse hiçbirine bir istisna bırakmamış. Belki sayıları tek tük olan ve çoğunluğu bazı büyükçe koylara yerleşmiş görece büyük otelleri bu mütevazı atmosferin içinde saymak zor olabilir tabi.
"Uzun, tozlu yollardan masmavi koylara"
Bozcaada’nın merkezi gerçekten de küçük. Hızlı bir tur attığınızda eski Rum mahallesindeki zevkli restoranlardan başlayarak feribot iskelesine kadar yürüyüp de kendinizi balıkçıların oraya attığınızda merkezi neredeyse yarı yarıya bitirmiş oluyorsunuz. Geriye Rum mahallesinin daracık sokakları kalıyor. Kalenin kuzey doğu yönünde koy boyunca sıralanan barların arasından geçerek ulaştığınız Salhane uzunca bir sure mezbaha olarak kullanılmış. Bozcaada’ya gündüz saati, sıcak altında varmış insanlar olarak tabi ki kendimizi öncelikle koylarına ve serin sularına atmak istiyoruz. Şehir merkezi akşamı ve ertesi günü bekleyebilir.
Bozcaada’ya ulaşmak için elbette arabayla gelmek tek seçenek değil. Özellikle İstanbul Haliç’ten kalkan deniz uçağıyla adaya ulaşmak mümkün, ancak biletinizi hayli önceden almadıysanız yer bulma şansınız çok yüksek değil. Çeşitli şehirlerden adaya otobüs seferleri var. Tur otobüsleriyle gelen epey bir insan da var. Arabasız gelenler, özellikle de eğer bir tura dahil değillerse ada merkezinin dışındaki koylar ve bağlara ulaşım için, araba ya da motor kiralama, merkezle Ayazma arasındaki minibüsler ve tabi ki bisiklet gibi seçeneklere sahip. Biz uzun tozlu yollardan getirdiğimiz arabamıza binip Bozcaada’nın koylarına doğru uzanıyoruz.
Adanın özellikle batı tarafı boydan boya şirin koylarla dolu. Bunların en büyüğü ve en popüleri olan Ayazma, altın rengi kumlarıyla ve sığ sularıyla daha ziyade çocuklu ailelerin ve konforundan vazgeçmek istemeyenlerin tercihi. Biz daha sakin koyları tercih edeceğimizden eminiz ancak Ayazma’nın etrafındaki restoran ve kafelerin çağrısına kulak asmak zorundayız, zira karnımız pek aç.
Ayazma’nın etrafındaki restoranlar sayıca çok fazla değil ancak kapasiteleri oldukça yüksek. Vahit’in Yeri’nde oturuyor ve çiğ börek yiyoruz. Garsonların sevecenliği ve servis hız ve yeteneklerine hayran oluyoruz. Manzaramız Ayazma’nın sıcak kumları ve serin suları. Karnımız doyduktan sonraki rotamız ise, merkeze doğru sıralanan koylar. Komşu koylar Sulubahçe ve Habbele ama biz hepsini önce bir alıcı gözle görmek istiyoruz. Neredeyse her koya girip çıkıyor ve tepelerinden nefis manzaraların karelerini yakalıyoruz.
Bozcaada’nın koyları ikiye ayrılıyor. İçinde yerleşim olanlar (ki genelde bu yerleşimler otel ya da kamping işletmeleri) ve de ıssız koylar. Issız ve tesissiz koylar favorimiz. Akvaryum koyuna küçük bir ziyarette bulunup, değişik komşu koylara da girip çıkarak sonunda kafamıza göre bir yer belirliyoruz. Enfes bir manzara, çakıl bir kumsal, denizkestanesi bol, ancak tertemiz sular. Sahilde yalnızca biz varız. Bozcaada çok etkileyici, çok dokunaklı, gerçekten de Ege denizinin kuzeylerine yazılmış bir şiir.
Daha çok adanın kuzey ve batı kesimlerindeki koylara yerleşmiş windsurf ve kitesurf okulları ise son yılların trendi. Eğer su sporlarına gönül verdiyseniz, rüzgar sizi zaten Bozcaada’ya çoktan sürüklemiş ya da pek yakında sürükleyecektir. Biz bu sefer kendimizi çok da sportmen hissetmiyoruz, daha ziyade eğlence, dinginlik ve adanın şiirini okumaya adanmış durumdayız, sörfçülere bu seferlik pek ilişmiyoruz.
"Adanın nimetinin kutsandığı Bağbozumu Festivali"
Akşamüstü köye dönüş yolunda şarap tadımı yaptıran çeşitli markaların mahzenleri ya da satış noktaları var. Adada şarap yapımının tarihi oldukça eskiye dayanıyor ve günümüzde de Bozcaada şarapları, Talay, Çamlıbağ, Corvus gibi ülke çapında ünlü markalarıyla oldukça iddialı. Bozcaada şarapları aldıkları uluslararası ödüllerle Türkiye’deki butik şarapçılığı özendiren ve gururlandıran bir belde.
Adada her sene yapılan Bağbozumu Festivali Eylül ayının başlarına denk geliyor ve gerçekten bir festival havasında geçiyor. Evler, oteller, pansiyonlar süsleniyor, üzümler bağlardan toplanıyor ve köy merkezine getiriliyor. Akşam kale içindeki etkinlikler herkesin seyrine açık. Festival boyunca gerek adalı, gerek misafir herkes adanın bu nimetini kutsuyor. Bozcaada bir şiir dememiş miydik? Bozcaada’da her sene Haziran ayının sonlarında düzenlenen Şarap Tadım Günleri ise 2013 yılında iptal edildi. Nedeni de yeni yasayla gelen düzenlemelere göre tadım aktivitelerinin alkolü özendirici ve sakıncalı bulunması. Yorum sizindir efendim.
"Kıskaçsız ıstakozdan badem kurabiyesine: Ada mutfağı"
Bütün gün denize girmiş insanlar olarak tabi ki karnımızı doyurmak için sabırsızlanıyoruz. Bozcaada’nın restoranları ününü gerçekten de hak ediyor. Koreli, Lodos, Sandal gibi ünlü olanlarının yanı sıra küçük işletmeler de büyük lezzetler vaat ediyor. Biz tercihimizi Rum mahallesindeki restoranlardan yana kullansak da, iskelenin oradaki balık restoranlarında da gözümüz kalıyor.
Adada en ünlü yemeklerden biri böcek denilen, kıskaçsız ıstakoz. Tabi artık eskisi kadar bol değil ve sipariş verdiğinizde buzhaneden çıkma bir ürünle karşılaşmanız olası. Bizim restoranımızın menüsünden tercih ettiklerimiz eritme keçi peyniri, roka salatası, ada kekikli ahtapot ızgara ve bademli enginar.
Adanın ünlü yiyeceklerinden biri de badem kurabiyesi. Yeni kurabiye çıktığı saatlerde Rum mahallesinde pastanenin önünde çok ciddi bir kuyruk oluşabiliyor.
"Sokak sergileri ve kendi başına sanat galerisi olmaya aday hediyelik eşya dükkanları"
Akşamın ileri saatleri köy merkezi gerçekten de çok güzel. Çınar kahvesinin orda birer sade kahve içiyor ve kitap sergilerini geziyoruz. Birçok adalı ve dışarıdan gelen el sanatçısı sokak sergilerinde çeşitli hediyelik eşyalar ve el işi ürünler satıyorlar. Bunların yanında tabi Rum mahallesinin içindeki bazı butik otel ve pansiyonların da kendilerine ait hediyelik eşya dükkanları var, ki bir kısmı neredeyse sanat galerisi niteliğinde.
Bozcaada’nın büyük bir gece hayatı olduğunu söylemek tabi ki doğru olmaz. Ama Salhane yolundaki küçük bar ve kafelerde konaklayıp, bazılarında canlı müzik dinlerken denize karşı içkinizi yudumlayabilirsiniz. Kimilerinde dans etkinliği ya da küçük pistler bulabilseniz de, çok fazla bir gece kulübü beklentiniz olmasın. Köy meydanındaki Polente Bar ise güzel kokteyller servis ediyor ve yoldan gelip geçenleri izleyebileceğiniz bir ortam sunuyor.
"Her biri bir kadının ismini taşıyan yeldeğirmenleri"
Bozcaada’nın simgesi haline gelmiş bir diğer unsur da yeldeğirmenleri. Son akşamüstümüzde adanın kuzeybatı ucunun, yani Polente’nin yolunu tutuyoruz. Buradaki Polente Feneri’nin antik çağlardaki adı Tenedos. Akşamüstü o muhteşem güneş batışı kareleri için adadan birçok ziyaretçi gibi biz de bu noktaya gidiyor ve bu yeldeğirmenlerini işleten Ahmet Araçman’dan tesisler ile ilgili bilgi alıyoruz. 2000 yılında kurulan 17 adet yeldeğirmeni toplam 10.2MW güç üretiyor ve adanın ihtiyacının yaklaşık 30 katını karşılayıp, kalan miktarını ise anakaraya veriyor. Bu yeldeğirmenlerinin muhteşem ve etkileyici görüntülerinin yanında bir ilginçliği de her birinin bir kadın ismine sahip olması. Kurulum sırasında çalışan ekibin her birinin kızlarının isimleri bir yeldeğirmenine verilerek adaya güzel bir anekdot kazandırılmış.
"Doğasından şarabına, havasından insanına her şeyiyle çok cömert"
Bozcaada’ya hayranlık duymamanız imkansız. Issız koyları, güzel denizi, Çanakkale’nin adalar ve boğaz havası, şarapları, muhteşem dağ kekikleri, hepsi bir yana ada insanlarının güzelliği sizi bu adayla ilgili en çok vuran şey olacak. Ada eskisi kadar uzak değil artık, çok daha fazla feribot seferi var. Eskisi gibi hayat zor değil, ATM makinelerinden adada bulunan her tür tüketim maddesine kadar kolaylık içinde. Ama insanları hala aynı temizlikte ve aynı medeniyet düzeyinde. Örneğin esnaf size küçük bir parça bisküvi bile satsa onu kesekağıdına koymak zorunda çünkü adanın aldığı kararla naylon poşetler yasaklanmış ve çevreyi kirletmeleri engellenmiş. Bu bilinç düzeyini ülkemizin her yerinde görebilsek keşke.
Bozcaada bize koyları, serin suları, şarapları ve muhteşem lezzetli yemekleriyle, gün batımı manzarasıyla ve sanat dolu havasıyla çok cömert. Her bir karesinde zevkli ve dingin bir yaşam tarzı, güneş, deniz, rüzgar ve ruh bulabileceğiniz Bozcaada gerçekten de bu ülkenin bir cevheri. Feribottan adadaki anılarımıza el sallarken elimizi rüzgar tutuyor. Bozcaada şiirini yazan rüzgar.