Bizdeki adıyla Sakız, Yunanca adıyla Chios; Çeşme’den (bizim Kabataş’tan Adalar’a giden teknelere benzeyen teknelerle) yaklaşık 1 saatte ulaşabileceğiniz şirin bir ada... Yaz aylarında, her gün biri sabah biri akşam olmak üzere karşılıklı 2 feribot var ve gördüğüm kadarıyla birden fazla firma olduğu için yer bulmak pek sorun olmuyor. Feribot dediğime bakmayın, bu motorlar ancak 1 büyükçe araç alabiliyor, o yüzden tahminimce arabanızla gitmek isterseniz işiniz daha zor olabilir.
Demem o ki; sabah feribotuna atladıktan 1 saat sonra Sakız Adası’ndaydık. Yalnız limandaki pasaport kuyruklarından geçmeniz hayli zaman alıyor, özellikle hafta sonları bu kuyruklar daha da uzun oluyormuş. Biz hafta içi gittiğimiz için nispeten şanslıydık ama pasaport kontrolünden çıkmamız yine de yarım saatimizi aldı. Kiralık arabamız, pasaport kontrolünden çıkar çıkmaz limanın kapısında bizi bekliyordu : ) Limanda püfür püfür esen rüzgârda araba kiralamayla ilgili kâğıtları doldurduktan sonra Sakız Adası gezimize resmen başlamış olduk.
İlk durağımız, öğlen yemeğimizi yediğimiz Katarraktis Köyü oldu. Burası deniz kenarında şirin bir köy ve yemeği de Meltemakis adında, Anna’nın işlettiği restoranda yedik. Denize sıfır bir yerde, ağaç gölgesinde balık yemek çok iyi geldi doğrusu… Sakız’da balık ve mezeler çok uygun fiyatlı ve lezzetli… Buradaki menümüzde; salata, ızgara kalamar, ızgara ahtapot ve papalina balığı vardı. Ahtapot dışında yediğimiz herşeyi beğendik. Dediklerine göre önce haşlanarak yapılan ahtapot, daha yumuşak oluyormuş ama pek sevilmiyormuş bu bölgede… Yemek sonunda Anna’nın ikram ettiği içine dondurma konulmuş sarma tatlısı bir harikaydı.
Bu güzel moladan sonra adanın en güneyine, otelimize doğru gitmeye hazırdık. Otelimiz, volkanik çakıl taşlarıyla kaplı Mavra VoliaPlajı’na çok yakın olan Emporios Bay’deki aynı isimli oteldi ve bu küçük ama bir yandan da ferah oteli hem güzel plajlara yakınlığı hem de ferah odaları olduğu için çok beğendik. Odamızda küçük bir mutfağımız bile vardı : )
İlk gün, otele çok yakın olan Mavra Volia Plajı’na (otelden yaklaşık 200 metre uzaklıkta) gitmeye karar verdik. Buradaki deniz çok güzel ama plaj çok bakir bırakılmış, uzun süre oturduğunuzda ya da güneşlenmek istediğinizde çakılların sırtınıza acılı bir doğal masaj yapmasını engelleyemiyorsunuz…
Akşam yine arabayla Mesta ve Pyrgi köylerine gittik. Mesta, labirent gibi sokaklarıyla meşhur bir köymüş. Akşam 19.00 olmasına rağmen sokaklarda in cin top oynuyordu diyebilirim. Mesta’nın labirente benzeyen sokakları bana Marakeş’in arka sokaklarını çağrıştırdı. Mesta’dan sonra da hem yemeğimizi yemek hem de alçıya şekil verilerek kaplanmış olan Osmanlılar zamanından kalma binaları görmek üzere Pyrgi Köyü’ne gittik. Daha girerken, binalardaki bu süslemeler göze çarpıyor. Biz de önce ufak bir tur attık ve artık iyice acıktığımız için meydanda daha önceden ismini duyduğumuz Gus’un yerini aramaya koyulduk. Burası, asıl adı Kanio’s Pizza olan bir pizzacı aslında ama lokal yemekler de var. Biz pizzasından çok memnun kaldık ve küçük köy meydanın ortasında, sokakta halkın arasında yemek yemek de ilginç bir deneyim oldu.
Bu arada ufak bir hatırlatma yapayım; adadaki yollar özellikle geceleri çok ıssız, ışık olmadığı gibi çoğu yerde yol çizgisi bile yok ve hayli dar… O yüzden gün ışığında araba kullanmak nispeten kolay olsa da özellikle geceleri seyahat etmek biraz yorucu ve zor…
Ertesi gün, Gus’dan öğrendiğimiz Komi Beach’te denize girmeye karar verdik. Burası, otelimize yaklaşık 2 km mesafede ama daha çok bizdeki “beach club”lara benzeyen bir mekân… Bir şeyler yiyip içebileceğiniz birçok küçük kafe, restoran var. Giriş ücretsiz, yediğinize ve içtiğinize para ödüyorsunuz. Biz, bir gece önce Gus’ın bize tavsiye ettiği ve Xristos’un işlettiği Phandisia adlı yerde zaman geçirdik ve de çok memnun kaldık. Komi Beach’in de denizi bir harika… Koy olduğu için dalgasız ama Mavra Volia’dan farklı olarak kum plajı… Bundan sonraki iki günümüzde denize girmek için hep buraya gelmeyi tercih ettik.
Sakız’daki son akşamımızda, yemek yemek için bir sahil köyü olan Lithi’ye gittik. Burası da denizin hemen yanındaki küçük şose bir yolun yanında yer alan deniz manzaralı bir restoran… Yine tavsiye üzerine; Vasilis’in işlettiği, girişten 2. restoran olan The Akroyiali’ya gittik. Meze ve balıktı menümüz ve buradan da çok memnun kaldık. Yediğimiz balık menülerine de ilk gün olduğu gibi kişi başı 15 Euro gibi bir şey ödedik ki karşı sahildeki Çeşme’de iki gece sonra benzer bir menüyü kişi başı 100 TL ödeyerek yediğimizi düşününce şaşırmamak elde değil...
Adadan ne alınır derseniz, sakızla ilgili her şey diyebilirim… Örneğin; sakız likörü, sakız macunu buradan satın alabileceğiniz ürünler... Ayrıca taşıma zorluğu olmasa peynir… Avrupa’da bulabileceğiniz birçok peynir çeşidi Türkiye’den çok daha ucuza burada satılıyor. İzmir’de veya Çeşme’de evi olanlar, buradaki marketlere uğrayıp alışveriş yapmayı da ihmal etmiyorlar : )
Son günümüzde deniz sonrası, akşam 18.00’deki feribotumuza binmeden önce adanın merkezi Chios’ta küçük bir tur attık ve artık dönüş yolculuğumuza başlamaya hazırdık. Sakız Adası, insanı dinlendiren bir yer… Eğer bu amaçla gezmek istiyorsanız burası size uygun, ama “yok ben hareket istiyorum” derseniz pek doğru bir tercih olmayabilir. O zaman karşı yakadaki Çeşme’de kalmanızı tavsiye ederim : ) Son olarak; Sakız bana ne bıraktı diye düşününce, birden kaldığımız otelin duvarında yazılı olan şu sözleri hatırladım: “Happiness is a journey, not a destination”...