Floransa'yı Unutamayan Bir Gezginden Floransa Notları

Bir yer kalır aklında,
saklında;
bir köşe,
bir sokak, bir park,
insan gibi,
sanki orası da senin farkında.

Bir yer,
bir cennet;
düşüncesi bile seni kurtaran,
sanki orası da düşünen
senin hakkında.

Bir yer…
insan gibi.

(Çok Gezenti Boş Dünya kitabından)

FLORANSA’YI GÖRMEYEN BİR GEZGİNİN,

HAYAT DAMARLARINDAN BİRİ KOPMUŞ DEMEKTİR!

“Burak ağabey gittiğin yerler arasında en çok nereyi sevdin”, “Burak Bey unutamadığınız bir yer…”, “Nerede yaşamak isterdiniz”, “Aklınızdan çıkmayan 3 yer neresi”… Elbette ki bir “çok gezen” olarak bu ve benzeri sorulara sık sık maruz kalıyorum… Oysa cidden karşı olduğum bir şeydir; gidilen yeri beğenme, beğenmeme ve karşılaştırma yapma fikri. Çünkü, her seyahat; gidilen her yer, görülen her şehir, her cadde, her bina, gezgine yeni bir bilgi, yeni bir görgü katar. Gezgin zaten; görmek, bilmek, tanımak, kendini geliştirmek için gezendir. Bir de bunları tarafsız bir dille, karşılaştırma yapmadan paylaşıyorsa; ne ala. O yüzden her zaman “şurası iyi, şurası daha iyi, aman burası kötü” demekten kaçınmışımdır. Bir gezginin lafları değildir çünkü bunlar… Turistin? Belki.

Amaaa bakın şimdi, şahsi fikir olarak, bir gezginin kendine en çok değer katabileceği; ayırdığı parasının, zamanının ve enerjisinin karşılığını en efektif- en dolu biçimde alabileceği yerler, derseniz… O listeme her zaman en üst sıralardan giren bir şehir vardır ki, burası Türkiye’den uçulan en ucuz hatlardan biri olan Bologna’ya uçup, oradan günlük 15-20 Euro’ya bir araç kiralayarak ulaşabileceğiniz, otelleri de Avrupa standartlarında nispeten uygun fiyatlı olan, “dünyanın sanat başkenti” Floransa’dır efendim. Hem İtalyan kültür mirası hem kalın Rönesans çizgileri! Bir gezgin dünyayı dolaşmış ve Floransa’yı tavsiye etmemişse, garip kaçar doğrusu. Gelin bir kez de bu güzelliği; ilk gördüğü andan itibaren oraya aşık olmuş bir yazarın hikayeleriyle dolaşın.

Ah Floransa! Sensiz olur muydu İtalya? Sen olmasaydın, nasıl süssüz, nasıl donuk, nasıl kaba olurdu bu dünya… İtalya’nın masalsı bağlarıyla, lezzetli sofralarıyla, efsanelere ev sahipliği yapmış kaleleri, binalarıyla ve sanat eserleriyle ünlü bölgesi Toskana’nın başkenti Floransa! Aslında burası sadece bu bölgenin değil bütün İtalya’nın sanat, tarih ve kültür başkenti konumundadır. Dünya’ya düşmüş kültür meteorunun (Rönesans) etkisiyle yapılmış olan binalar, tablolar, heykeller ve freskler… Sanatla dolup taşan şehrin bu hale gelmesinde en büyük etken şüphesiz, sanatçı dostu Medici Ailesi’dir. O nasıl bir aileymiş öyle? Anlatacağım.

Peki, Rönesans nedir, önce onu kısaca hatırlayalım: Ortaçağdan sonra yetişen aydın sanatçıların ve bilim insanlarının; Yunan mitolojisi etkisindeki eski meslektaşlarını yeniden yorumladıkları, dünyaya çok değerli fikirler, icatlar ve eserler bıraktıkları dönemdir. Sadece o döneme değil, sonraki çağlara da damgasını vurmuş birçok yazar, sanatçı ve bilim insanı bu güzel Rönesans şehrinde yaşamış ve buraya izler bırakmıştır... Dante, Machiavelli, Michelangelo, Leonardo da Vinci ve Botticelli gibi isimler buradan çıkmışken; bizim Floransa’yı anlatmadan İtalya’dan çıkmamız, akıl karı olmaz. Floransa dünyanın kültür sarayıdır. Bu şehri, İtalya’nın birçok şehrini gezdiğimiz gibi ‘sokaklarında kaybolarak’ gezemeyiz! Önemli yerlerini tespit edip bunların değerlerini anlayarak gezmemiz gerekir. Hep söylerim; Roma ve Milano, özellikle de Floransa, İtalya’nın gelişigüzel gezilecek yerlerinden değildir. Mundar olur güzelim şehirler.

Signoria Meydanı’ndan başlarım ben hep. Tam ortadan. Yedi yüzyıl boyunca kent yönetiminin merkezi olan Eski Saray (Palazzo Vecchio) bugün de Floransa’nın Belediye Sarayı olarak kullanılmaktadır. Sarayın bulunduğu Signoria Meydanı, yüzyıllardır şehirdeki yaşamın merkezidir zaten.

1

“Medeni toplumlarda ilerleyen çağlar, çoğu şeyi değiştirmeden bırakır”. Bu koruyuşun temel anahtarı da “saygıdır”. Dünya çapında üne sahip birçok heykeltıraşın eserleriyle dolu olan söz konusu meydan, Floransa’nın en değerli galerisi olan Uffizi’yi de kıyısında barındırır. Michelangelo’nun Davud heykelinin orijinali 400 yıl kadar bu Eski Saray’ın önünde yer almıştır. Dünyanın belki de en popüler heykeli olan Davud’u kendisini, şu anki evi olan Academia Galeri’de yine bu yazımızda ziyaret edeceğiz. Meydanımızda ayrıca Bandinelli’nin eserleriyle, öğrencisi Ammannati tarafından yapılan Neptün Çeşmesi’ni ve açık hava heykel müzesi gibi olan bir yapıyı; yani Signoria Locası’nı (Loggia della Signoria) görebilirsiniz. Onlarca heykel, revaklı bir yapı olan Signoria Locasının şemsiyesinin altında, üstelik şehrin ortasında öylece durmaktadır. Nasıl bir güzelliksin sen Floransa! Bu loca, dönemin en güçlü ailesi olan ve bu şehir dâhil İtalya’nın pek çok yeri için yöneticiler yetiştirmiş olan Medici ailesinin, törenleri rahatlıkla izleyebilmeleri için 14. yüzyılda inşa edilmiş... Zaten meydandaki saray Palazzo Vecchio, Arno’nun karşı kıyısındaki yazlık saray Palazzo Pitti ve bunların arasındaki o ünlü geçit ‘Vasari’, hep bu aileye hizmet için yapılmıştır. Aristokratik halleriyle o zaman çevrelerine zarar vermişler midir, bilemem. Ancak onların o anki varlıkları bugünün İtalya’sına büyük varlık katmıştır.

Signoria Meydanı ile Arno Nehri üzerindeki ünlü ‘dükkânlı köprü’ Ponte Vecchio arasında, upuzun bir müze binası olan ‘Uffizi’ yer alıyor. Pek öyle müze adamı olduğum söylenemez ama ben hayatımda böyle bir incelik, böyle bir sergileme tarzı, bu kadar etkileyici bir sanat mabedi görmedim efendim.

2

Tamam St. Petersburg’daki Hermitage ya da Paris’teki Louvre da büyük, etkileyici… Ya da elbette British Museum… Ama buradaki bu Uffizi, bambaşka bir sergi deneyimdir. Büyüklüğüyle değil zarafetiyle yenmiş kulvarındakileri. İlk kata çıktığınızda sizi karşılayan ana koridor zaten hayatınızda sizi en çok etkileyen sanat koridoru olacaktır. Bina Medicilerin Dük’ü Cosimo’nun çalışma ofisi ve darphanesi olarak tasarlanmış, sonrasında tarihin en eski sanat galerilerinden biri olarak halka açılmış. Müzenin starı Botticelli’nin odasına girip; kalabalığı yarıp, istiridye kabuğundan çıkan o güzel kadını yani Venüs’ün Doğuşu tablosunu gördüğümüz an ellerimiz patlarcasına alkışlıyoruz! Çevreden şaşkın bakışlar…

Şaşkınlığın verdiği bir huzur var üzerimizde, yürüyoruz, en fazla 10 dakika içinde Arno Nehri’ne ulaşıyoruz… İşte üzerinde renkli renkli irili ufaklı işyerlerinin bulunduğu bir acayip köprü! Fotoğraflarını bolca görmüşsünüzdür zaten; burası ilk önce kasaplar ve dericiler için yaptırılmış ama çevreyi kirlettikleri için bütün dükkânlar kuyumculara verilmiş. Ponte Del Vecchio yani Eski Köprü. Yapım yılı 1345 ve hiç bozulmadan bugünlere dek ulaşmış. Turistler fıldır fıldır dolaşıyor üzerinde. İtalyanların en büyük gelir kaynağı, turizm olmuş çağlar boyu… Şimdi düşünüyorum; pandemi günlerinde… Hep kalabalık bildiğim yerleri boş hayal etmek, bir felâket filmi havası veriyordu. Şimdi, Ponte Del Vecchio bomboştur herhalde. Venedik’te gondollar gitmiyordur. Eiffel’de değil kuyruk, tek bir kişi bile yoktur… Dünya boştur, diyorum. Hislerimi destekliyor bu durum sanki. Ne kadar gereksiz şeylere üzmüşüz kendimizi. Ne kadar küçük şeyleri sıkıntı yapmışız “sağlık bize batarken”… Boşmuş işte. Dünya boş… Hafif bir gülümseme beliriyor yüzümde… Ne bileyim? Neyse, haydi kalabalıkça gezmeye geri dönelim.

Medici asilzâdeleri; Vecchio Sarayı, Uffizi Galerisi, Eski Köprü ve Arno’nun güney yakasında kalan Pitti Sarayı üzerindeki yaklaşık 2 kilometrelik hattı, halkın arasına hiç karışmadan, bir koridordan geçerek kat ediyormuş. Yani onlar sanatçıyı korumuş, şehri güzelleştirmiş, halkı da öyle çok bunaltmamış vergilerle falan ama yine de bir burnu havada haller, bir insan içine karışmayalım durumları, bir “Aman Venedik’te vebayı falan hep duyduk, burada bize bu fakirlerden bir şey bulaşmasın!” falanlar, varmış yani… Zengin ailenin hamiliğini yaptığı sanatçı Georgio Vasari tarafından tasarlanan ve sadece beş ayda tamamlanan ince koridorun içinde 1000 tane kadar da tablo, heykel ve tarihi eser var. Sanatı bol bulmuşlar, saçmışlar. Vasari koridorunu müzelerin içinde, köprünün üzerinde ve çatılarda açıkça görebilirsiniz.

Floransa’yı anlatmak gerçekten kolay değildir. Ancak cümlelerde duygularınıza yoğunlaşırsanız işte böyle… Duygular karşı tarafa geçiyorsa; Floransa hakkını buluyordur. Hele diyorsanız ki “bize yemeklerini anlat”… Bırakın beni, şehrin en ünlü yemeği olan Terbiyeli İşkembe’yi (Lampredotto) sayfalarca, en yoğun duygularımla anlatayım size! Okumayı bırakır, kalkar, fellik fellik işkembeci ararsınız yemin ediyorum. Bu ‘lapredotto’nun hasını Mercato Centrale Meydanı’ndaki Merkez Market’in içinde 1872’den beri hizmet veren Nerbone’de yiyebilirsiniz. Türkiye’de ayak paça çorbası, Portekiz’de nohutlu işkembe, İtalya’da bu terbiyeli işkembe… Valla benim mide bayram ediyor bunları yiyince. Sizinkinin bayram anlayışı da size kalmış artık… Bu arada, Floransa’da işkembeyi kaynatıp tabaklara, haşlayıp ekmek aralarına koyuyorlar da aynı organları kömürde çevirip kokoreç yapan bize neden sorun çıkarıyorlar; anlamak mümkün değil. “A.B. KAYNANA NAPTIIIN BİZE!”

Merkez Market’ten hemen bir sokak sonra ulaştığımız St. Lorenzo Kilisesi ve şapelleri dünyanın en çok turist çeken dini yerlerinden biri… Burası üç yapıdan oluşan bir kompleks; ibadet yeri, kütüphane ve mezarların bulunduğu şapeller. Özellikle Prensler Şapeli’ne (Medici Şapelleri) dikkat çekmek gerek ki, üçlünün assolisti zaten burası. Yapının değeri o kadar fazla ki; 1920’lerin sonlarına doğru tamamlanan mezarların parasını, o dönem yaşayan Medici’lerin torunlarının torunu hâlâ cebinden ödemekteymiş. Tabii onun cebi, bizim ev kadardır. Floransa’yı Floransa yapan bu ailenin en önemli fertlerinin mermer lahitleri, dev kubbeli bu binanın içinde yer alıyor. Dillere destan tavan süslemelerini izliyor ve yine bu mezarlık salonundan geçerek, lahitlerin çoğunun da tasarımcısı olan Michalengelo’nun özel galerisine; Sacrestia Nuova’ya ulaşıyoruz. Burada, Papa 10. Leo’nun kardeşi Nemours Dükü Giuliano’nun mozolesinin üzerindeki çalışma, şehrin Davud’tan sonraki en ünlü heykelidir. Michelangelo’nun ‘Gündüz ve Gece’sini seyre dalıyoruz…

El sürünüz!

St. Lorenzo’dan çıkıp Floransa’nın katedral meydanı Duomo’ya doğru yürürken, burnu el sürülmekten aşınmış olan pirinç ya da bronz -tam bilmiyorum- bir yabandomuzu heykeli görüyoruz. Bu tür “Orasına burasına el sürünce şans getirdiğine inanılan” heykellerden, Avrupa’nın çok memleketinde vardır. Kimi ayıdır bunların, kimi inek, kimi böyle yabandomuzu. İşte bu domuzun burnuna el sürerseniz, hayatınıza bereket gelirmiş… Elbette şu an sürerseniz, sadece korona virüsü gelir! Genel anlamda bir kültür rengi, bir gelenek görenek olmuştur bu tür heykeller. Benim bu heykelle ilgili anım ise bambaşka bir boyuttan geliyor: Eve dönüp çektiğimiz Floransa bölümünü TV’de yayınladıktan sonra, işte tam karım Seda Akkul’un bu heykele el sürüp anlamını anlattığı sahneden sonra, en az dört kişi sosyal medyamıza mesaj yazıp “Neden ekranda şans getiren domuz gösterdiniz?” diye tepki verdi!  Şimdi… Ben kısa süreli bir travma, orta süreli bir dil tutulması yaşadım tabii… Ne diyeceğimi bilemedim. Yani, gezdiğimiz Barselona’yı “Çok kilise gösterdiniz!” diye yorumlayıp Gaudi’nin kemiklerini sızlatanlar olmuştu (Zavallı adam, kilisesini bitiremeden göçtü gitti biliyorsunuz.) Ancak şimdi bu hayvancağızın heykelini? Üstelik, hani komik ama maalesef “YABAN” domuzu bu kardeş. Kimden, neden korktun da böyle yorumladın acaba? Bir gün senin zihninin içine girip bunu görmeyi gerçekten çok isterim. Hakikaten merak ediyorum çünkü. Bakın hala unutamamışım!

Duomo Meydanı, meydanların incisi! Beyaz mermerden bir rüya âlemi. Duomo Meydanı’na vardığımızda bizi üç muhteşem yapı karşılıyor ki bunlar Floransa’nın muhteşem üçlüsüdür: İzel, Çelik ve Ercan… Değil tabii… Floransa Katedrali, Çan Kulesi ve Vaftizhanesi. Beyaz mermerin koyu renk konturlarla bezendiği bu yapılar, Floransa’nın havasını, gördüğümüz diğer şehirlerden çok farklı bir hale getiriyor.

Şehrin sembolü olan ve adeta hediyelik anılar rafınızdaki bibloların dev hali gibi duran gotik katedral, eski Santa Reparata Kilisesi’nin üzerine inşa edilmiş. Katedralin ilk adı Santa Maria del Fiore’ymış. İnşaatı 13. yüzyılda Arnolfo di Cambio başlatmış. Dış kısım oldukça görkemli, şehre özgü açık renkli, işlemeli mermerlerden olsa da yapının içi nispeten sade. Katedralin en ünlü kısımlarından biri de girişteki saati… 15.yüzyılda Paolo Uccello tarafından tasarlanan ve günün 24 saatinin güneşin batışına göre ayarlandığı saat, hâlâ tıkır tıkır çalışıyor. Katedralde yer alan bir diğer ünlü eser Giorgio Vasari’nin kıyamet günü freskleri. Bu freskler, Vasari tarafından tasarlanmış, öğrencisi Zuccari tarafından boyanmış. Dışarıdaki ünlü vaftizhanenin kapısında da bu betimlemelerin üç boyutlu reprodüksiyonları yer alıyor. Katedralin hemen yanında 14. yüzyıldan kalma Giotto tarafından tasarlanan ‘çan kulesi’ var. Yüksekliği kubbe ucuna kadar 85 metreyi buluyor. Üzerinde tek çan olan kule, katedralin parçası gibi görünse de aslında ayrı bir yapı.

Tarihi bilgiler falan hep tamam değil mi? Şimdi şöyle geriye, 2 avroya dilim pizza satan büfenin ucuna doğru çekilip, üç yapıyı da cep telefonumuzun kadrajına tam olarak alacak şekildeee… Evet tamam! Dik çekip story yapamayacağız, çünkü açımız yok. Acımız büyük. Haydi gidelim.  

Şimdiki hedefimiz Davut! Davud da yazıldığını görebilirsiniz David de… Hani Mona Lisa nasıl alemin en meşhur tablosuysa, bu da en meşhur heykelidir efendim. Davut’un evi olan Galleria Dell Accademia; Ricasoli Caddesi’nde, şehrin yine merkezindedir… Academia Galerisi’ndeki giriş salonunu kısaca gözlemleyip, Michelangelo ustanın yarım kalmış beş ve tamamlanmış bir eserinin olduğu büyük salona geçiyoruz. Tamamlanmış o eser bütün galeriye hatta bütün Floransa’ya yetiyor zaten... İşte yüzyıllar boyu en çok kopya edilen heykel! Davut tam karşımızda duruyor. Küçük çocuğunuzla gidiyorsanız dikkat! Heykelde incir yaprağı YOK. Usta da maşallah mermerden hiç sakınmamış.

Arnolfo di Cambio bu zengin Medici’lerin muhasebecisi gibi bir şeymiş. Bir ara sürgün edilmiş, sonra yönetimler değişince şehre dönmüş. Floransa’nın en önemli kiliselerinden biri olan Santa Maria Novella’yı da yine o yaptırmış. Merkez Tren İstasyonu’nun hemen yanı. Yine beyaz biblo gibi olan bu yapı kentteki Dominikan tarikatının ana kilisesi. Ön cephesi Duomo Meydanı’ndaki Floransa Vaftizhanesi örnek alınarak yapılmış. Burası duvarlarındaki, Filippino Lippi eseri renkli ve çok değerli fresk dizileriyle ünlü.

Eğer heykelleri, freskleri, tarihi binaları çok sevdiyseniz son olarak da Santa Croce Meydanı’na gidelim ve hafta sonları halk pazarı kurulan bu şirin alanın tadına varalım. Biz gittiğimizde tüm ülkelerin mutfaklarından büfelerin olduğu, yemek çadırların kurulduğu bir yemek festivali vardı. Almanya çadırından ‘pretzel simit’ almıştık. İtalyan çadırından gençler bizi çağırdı “Senii Seviyyorum Turkiye!” dedi… Meydanın ucunda duran görkemli kiliseye girip, efsane şehrin yetiştirdiği isimlerden; Galileo, Machiavelli, Ghiberti ve besteci Rossini’nin mezarlarını görebilirsiniz. Ve yorulursunuz… Sanattan, zarafetten, kibarlıktan yorulursunuz… Şehirden ayrılmadan önce aracınızı manzarasıyla ünlü Michelangelo tepesine çekin ve gözünüzden bir damla yaş “pıt” öyle “hoşça kal” deyin aziz Floransa’ya.

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı

Yorumlar

Burak Akkul
21 Kas 2024, Perşembe - 20:50
Burak Akkul

Yazar Hakkında

Burak Akkul

1972 Kırklareli doğumlu. İlkokulu Kırklareli Tevfik Fikret İlkokulu’nda okundu; Kadıköy Anadolu Lisesi’ni kazanınca İstanbul macerası başladı...