Hiç kuşku yok ki Rönesans dendiğinde imgelem dünyamızda ortaya çıkan görüntü Santa Maria Del Fiore’nin muazzam kubbesi özelinde Floransa şehridir. İnsanlık tarihinin sanat, edebiyat, mimari, heykel gibi damarlarının yepyeni bir kanla dolduğu, semirdiği, serpildiği o büyüleyici şehir… Her ne kadar Rönesans mimari ve heykel sanatındaki değişimlerle özdeşleştirilse de Rönesans’ın ve onun getirdiği hümanist perspektifin ilk filizlendiği saha şiirdir. Petrarca ve Floransalı şair Boccacio ile birlikte kadim Yunan ve Roma kültürüne olan ilgi peyderpey artar. Bu ilgi sanatın tüm dallarına süratle sirayet edip yepyeni bir kültür hayatının hasıl olmasına sebep olur. Bu yeniden doğuşun (Rönesans’ın kelime anlamı) mihver şehri muhakkak Floransa’ydı.
Petrarca, Dante ve Boccacio Floransa lehçesini İtalya’nın edebi dili haline getirmişler ve bu ilk filizlenmeyi takiben Rönesans’ın simge isimleri Machiavelli, Brunellesco, Donatello , Leonardo Da Vinci, Michalengelo bu şehirde zuhur etmişlerdir. Bu büyük isimlerin yanında şiddetle zikretmemiz gereken bir başka isim ise Medicilerdir. Mediciler mevzu bahis tüm sanatçıların hamisi olan ailedir. Aile en büyük sanatkarları ve bilim adamlarını saraylarında topluyor; onların çalışmalarını en uygun şekilde yapabilecekleri ortamı hazırlıyordu. Örneğin, dahi Michalengelo, Lorenzo de Medici’nin sarayının bahçesinde kurduğu okulda yetişmiştir.
Floransa şehrinin insanları yalnızca üstün estetik beğenilere sahip değillerdi. Kapitalist ilişkilere de son derece hâkim olup sanayi ve bankacılık alanlarında tüm Avrupa’ya bir model oluşturmuşlardı. İngiltere’den yün satın alıp bunu işleyip Doğu’ya pazarlıyorlardı. Avrupa’da para ticaretinin ve bankacılığın merkezi 16.yy’a değin Floransa idi.
Nüfusu yaklaşık 350.000 civarında olan bu taş şehrin her bucağını yürüyerek kat etmeniz mümkün. Yılda ortalama 13,5 milyon kişi Floransa’yı ziyaret ediyor. Tüm Türkiye’nin yıllık turist sayısı ortalama 10 milyon olduğunu düşünürsek bu rakam gerçekten muazzam; fakat turist varlığının bu denli kuvvetli oluşu şehrin olağan akışı içerisinde yerli toplumun gündelik pratiklerini, kültürel kod ve davranışlarını gözlemleme şansını elinizden alıyor. Bu durum beni fazlasıyla rahatsız etmişti. Yoğun turist varlığının kaçınılmaz bir sonucu olarak şehrin tamamıyla turistlere ait olduğunu duyumsuyorsunuz. Öte yandan şehirde hem turist hem de öğrenci olarak Uzak Doğulu insan popülasyonunun fazlalığı dikkatimi çekmişti. Kültür turizminin en büyük tüketicisi sanırım bu coğrafyanın insanları.
Temmuz ayı içerisinde ziyaret ettiğim şehir sıcağın ve nemin tarassudu altındaydı. Şehir sakinleri bu nemli sıcağa oldukça alışkın; zira bu hava durumu şehir ikliminin karakteristiği. Bahar aylarında şehri ziyaret etmek daha konforlu olabilir.
Taşın ruh bulduğu şehir Floransa’nın dar sokakları, sarayları, dini mabetleri; heykellerle, kemerlerle, çeşmelerle süslü meydanları görüntüye dayalı bir dil biçimini ihtiva eder. Yeni bir çağın, yeni bir insanın zuhurunu anlatır Floransa sokakları. Bu dilin en fazla görüngüleşen yapısı ise Santa Maria Del Fiore veya Floransa Katedrali ya da diğer ismiyle Duomo’dur. 1296 yılında yapımına başlanan katedral 1436 yılında ibadete açılabiliyor. Ama dış cephesinin işçiliği yüzyıllar sonrasına dek devam ediyor. Tabi bu süre zarfında farklı farklı mimarlar yapı üzerinde çalışıyorlar. Dış cephe Neo-gotik bir tarz ve dolayısıyla çokça detay ihtiva eder. Yapının içerisindeyse dış cepheye nazaran bir sadelik göze çarpar. Hatta yuvarlak hatlarla bana İslam mimarisini hatırlattı diyebilirim. Katedralin kubbesi ise başlı başına ayrı bir yazı konusu. Rönesans’ın mimari alanda ilk örneği sayılıyor bu kubbe. Mimarı, döneme hakim olan Gotik mimariye tamamen zıt karakterde eserler meydana getiren, Antik döneme ait olan mimari ilkeleri benimseyen Brunelleschi’dir. Brunelleschi’ye kadar klasik Yunan- Roma mimarisinin motiflerinin kullanımı vaki değil. Hiç şüphesiz ki Rönesans mimarisinin yaratıcısı oydu. Bu önemli sanatçının eseri olan kubbe bugün Floransa’nın sembolü. Yeri gelmişken İlginç bir anekdot aktarmak istiyorum. 15.yy ilk yarısında katedral tamamladığında dönemin karar alıcı siyasi organları katedralin ihtişamını bozmamak adına şehirde katedralden daha yüksek bir yapımın inşasını yasaklıyorlar ve bu yasağa hala riayet ediliyor. Floransa insanının bu estetik ve yüksek beğeniye olan saygısı gerçekten takdire şayan.
Piazza della Signoria şehrin başlıca sosyal ve kültür merkezlerinden biridir. Uffizi ve Palazzo Vecchio’nun ortasında bulunan meydan kafelerle süslü olup her daim kalabalıkların mevcudiyetine sahiplik yapar.
Palazzo Vecchio 14.yy’dan bu güne kadar şehrin siyaseten yönetildiği yerdir. Yapı bugün de Floransa Belediye binası olarak hizmet vermektedir.
Şehrin turistik anlamda en popüler yerlerinden biri Uffizi Müzesi’dir. Palazzo Vecchio’dan Arno Nehri’ne kadar uzanan kamuya açık avluda müze içerisinde eserleri sergilenen - Botticelli’den Michelangelo’ya kadar- onlarca sanatçının heykelleri ardı sıra boy gösterir. Sadece Floransa ve İtalyan tarihi için değil tüm bir insanlık tarihi için yüksek kıymet taşıyan bu sanatçılara ithafen yapılmış heykellerin arasında yürümek çok hoş bir deneyim.
Şehrin en şirin yapılarından biri Ponte Vecchio Köprüsü’dür. 1345’den beri ayakta olan yapı ilk zamanlarda üzerinde kasap dükkânlarının olduğu bir köprüyken şimdilerde kuyumculara ev sahipliği yapıyor. Köprünün nehir kıyısına yakın tarafında bulunan tünelvari çıkmasında nehre doğru poz verip fotoğraf çektiren turistlerden biri olmak isteyeceğinize şüphe yok.
Uffizi Müzesi’nden hiç de aşağı kalmayan bir başka müze Accademia’dır. Floransa’yı benim gibi yüksek sezonda (temmuz ayı) ziyaret ederseniz bilin ki Academia Müzesi’ne girebilmek için uzunca bir kuyruğun parçası olmayı göze almanız gerekir. Bu yoğun ilginin sebebi ise Floransa’nın sanat tarihine hediye ettiği bir dahi isimdir. Rönesans’ın kutup yıldızı Michalengelo. Heykel sanatının kreatif kudretinin tepe noktası olan bu isim, eğitimini Medici ailesinin himayesindeki okullarda tamamladı. Sonraki yıllar Lorenzo de Medici’nin yakın çevresindeydi. Platon felsefesi, Ahd-i Atik ve Dante’nin öğretileri sanatının beslendiği pınarlardı. Accademia’da beni ve diğer insanları bekleten şey ise Michalengelo’nun meşhur Davut Heykeliydi. Leonardo’nun Davutunun aksine Michelangelo’nunki idealize edilmiş, arkaik ve tamamıyla maskülen bir Davut temsili. Tüm yaptığım seyahatler boyunca etrafında en fazla vakit geçirdiğim eser bu eserdi diyebilirim. Müthiş bir deneyimdi. Davut heykelinin haricinde müzede Michalengelo’nun tamamlanmamış diğer eserlerini görebilirsiniz.
Floransa’da Medici ailesinden başka kuvvetli aileler de bulunmaktaydı. Bunlardan biri Pitti ailesiydi. Floransa’nın gözde turistik destinasyonlarından olan Pitti Sarayı bu ailenin yaşadığı yerdi. 1458 yılında inşa edilen saray, 1549 yılında satın alma yoluyla Medici ailesine geçer. Mediciler saraya birçok mimari müdahalede bulunup çeşitli eklentiler (Boboli Bahçesi gibi) katmışlar. Aile, sarayı kendi sanatsal ve estetiksel tercihlerine göre donatıp bir sanat galerisine çevirir. Bugün sarayın odalarını Medicilerin dekore ettiği şekliyle gezebilirsiniz. Fakat içerideki zarafeti sarayın dış cephesinde bulabilmek namümkündür. Sarayın dış görünüşünün yaydığı kasvete aldanıp önünden ayrılma talihsizliğini yaşamayın. Sarayda benim için tek hayal kırıklığı Boboli Bahçesi içindeki Kostüm Müzesiydi. Medici ailesi kadınlarının dönem kıyafetlerini görmeyi beklerken aktüel endüstriyel kıyafet ve ayakkabılarla karşılaşmak kötü bir sürprizdi.
Şehrin en hareketleri yerlerinden bir diğeri San Lorenzo Kilisesi’nin etrafıdır. Yerli yabancı onlarca genç kilisenin merdivenlerinde oturup zaman geçiriyorlar. Kilisenin karşısında görece ekonomik restoranlar mevcut. Kiliseye gelirsek, mabet bir Brunelleschi projesidir. Brunelleschi’nin yapının tamamlanmasından önce vefat etmesine rağmen akabindeki mimarlar ünlü sanatçının projesine sadakat göstermişlerdir. Yapıda yine antik Roma etkisi dikkat çekicidir. Michelengelo’nun tasarladığı kilise kütüphanesine giden avludaki nal şeklindeki kemerler bende bir Osmanlı külliyesini geziyor hissiyatı yarattı. Kilise ve eklentileri Donatello’nun heykellerini de ihtiva eder. Kilise Medicilerin aile kilisesidir. Şehri yüksek bir noktadan izlemek, her ayrıntısına hakim olabilmek için mutlaka uğramanız gereken yer Michelangelo tepesidir. Bu noktadan Floransa’yı bol bol fotoğraflayabilirsiniz.
Santa Maria Novella tren istasyonunun karşısındaki Dominikan Santa Maria Novella Bazilikası kentteki en önemli ve estetik dini mabetlerden biridir. 13.yy’da yapımına başlanan mabet aralıklarla 15 yy’a kadar mimari müdahaleler görmüştür. Roma tarzı bir dış görünüşe sahiptir.
Ufak bir fiziki alan üzerinde nefes alan Floransa, insanlığın değişim, ilerleme, tecessüs etme gibi kabiliyetlerinin vücut bulmuş hali olarak tüm insanlığa seslenen evrensel bir şehir. Hiçbir turistin “Ben neden buradayım” şeklinde varlıksal bir kuşku yaşamasına imkan vermeyecek bir tarih ve sanat kenti burası. Floransa’da olmak yüzyıllara uzanan büyük bir zaman diliminin içinde bir özne olma şansını sizlere lütfeder.