Çıktık yola Gaziantep’ten merkeze yaklaşık 129 km uzaklıktaki, Karatepe sırtlarında yer alan antik dönemin en büyük sanat merkezi ve açık hava heykel atölyesi “Yesemek Açık Hava Müzesi ve Heykel Atölyesi’ne doğru… İslahiye’nin ünlü biber tarlaları ve muhteşem bir halı görüntüsündeki şarap rengi gelincik tarlaları arasından ilerlerken durup da baharın bin bir renkleri ve mis kokuları arasında çocuklaşmamak, dans etmemek, bu güzellikleri fotoğraflamamak mümkün mü?
Yesemek Köyü’ne ulaştığımızda girişte gördüğüm paslanmış tabelası içeride göreceklerimizin bir habercisi olabileceği düşüncesi beni ürkütüyor. Şırıl şırıl akan bir derenin üzerindeki güzel bir köprünün ilerisinde müthiş bir manzara görüntüye giriyor. Köprüyü geçtikten sonra, antik dönemlerde koruyucu güçleri olduğuna inanılan kentlerin, sarayların girişlerinde sıkça koruyucu edasıyla heybetle duran misali, müzenin girişinde bekleyen sfenksin yanından geçerek tepeye doğru ilerliyoruz.
Zemin bahar çiçeklerinden bir halı ve üzerinde yüzlerce heykel, bir heykel tarlası adeta, kimi taslak halinde, kimi tamamlanmış ancak harap olmuş, kim bilir belki de kimileri başka ülkelere götürülmüş müdür acaba? Bu dev atölye ve sayısız heykeller o yıllarda burada yaşayan insanların sanata verdiği önem gerçekten takdire şayan!
Bu muhteşem yerde ne bir görevli ne de bir insan yok, girişteki kafe kapalı, ilgi ve bakımdan yoksun. Derken bir köylü uzaktan hızlıca yanımıza gelirken yüzünde bir gülümseme ile “Hoşgeldiniz” diyerek bizleri burada görmekten memnuniyetini belli ediyor. Önce elindeki broşürleri dağıtıyor ve istersek bize bilgi verebileceğini söylüyor, böyle sevimli birisi nasıl reddedilir? Bir rehber edasıyla ama en az bir rehber kadar bilgili ve akıcı bir dille anlatmaya başlıyor bildiklerini. Bölgedeki kazı çalışmaları sırasında burada çalışmış olduğunu anlatıyor.
Yesemek, l890 yılında, Zincirli (Sam’al)’da Alman Doğu Araştırmaları Kurumu adına kazı yapan Felix Von Luschan [ bu ismi de çok güzel telaffuz ediyor : ) ] tarafından keşfedilerek bilim âlemine tanıtılmış. 1957-1961 yıllarında Prof. Dr. Bahadır Alkım tarafından sürdürülen kazılar, 1989-1991 yıllarında Arkeolog İlhan Temizsoy tarafından maddi olanak bulundukça devam ettirilmiş.
M.Ö. 14. ile 7. yüzyıllar arasında yakın doğunun sadece en büyük taş ocağı değil, dünyada benzeri olmayan bir heykel okulu niteliğinde ve heykel atölyesi olan bu benzersiz sanat merkezi, henüz Unesco Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’nde, umarım en kısa zamanda listeye de alınır, ancak bu haliyle daha epey yol alması gerekebilir.
Açık Hava Müzesi’nde taslakların büyük çoğunluğu kapı aslanları, yuvarlak heykel kabartması, anıtsal sfenksler, savaş arabası kabartması, Amanos dağlarını temsil eden dağ tanrısı kabartmaları ve sütun kaidesi gibi mimari parçalar Yesemek Açık Hava Müzesi’nde görebileceğiniz eserler arasında. Bu eserlerden bazıları (damga mühür, üç boyutlu insan heykel parçası, bronz ok ucu gibi) Gaziantep Müzesi’nde de görülebilir, ancak bu antik müze gidip görmeye kesinlikle değer.
Arazi, menekşemsi gri bir renkte, literatürde dolarit adıyla bilinen çok ince gözenekli bazalt taşlarından oluşmakta. Dere yatağından başlayarak 90 metre yükselen, yaklaşık 300 x 400 metrelik bir alana yayılan Yesemek’te, yapım ve işleme sürecinin değişik evrelerinde taslaklar halinde, 300’den fazla, bazalttan yapılmış heykel ve kabartmalı ortostat saptanmış. Ortalama ağırlığı 3,5 ton civarında olan taslak çalışmaların izlerine Tilmen Höyük ve Zincirli’de rastlanmakta. Yakın doğunun en büyük heykel atölyesinde yapılan taslak çalışmaların, başkent Hattuşa ve diğer Hitit kentlerine gönderildiği düşünülmekte.
M.Ö. VIII. yüzyılın son çeyreğinde, Asurlular tarafından faaliyetine son verildiği bilinen atölyede, her şey olduğu gibi kalmış, zaman adeta donmuş gibidir.
Yesemek Köyü, evleri ve ileride Tahtaköprü Baraj Gölü ile hoş bir köy; köylüler ise sıcakkanlı ve yardımsever, tabii taze kekik, pul biber gibi kendi üretimlerinden de bol bol aldık.