Burdur, çevresindeki doğal güzellikleri ve tarihi eserleriyle büyük bir turizm potansiyeline sahip bir şehrimiz. İl sınırları içerisinde yer alan Burdur Gölü, Salda Gölü, İnsuyu Mağarası ve Sagalassos Antik Kenti; mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Ancak ne yazık ki bölge halkı sahip olduğu bu değerlerin bilincinde değil, Burdur’a neden geldiğimize bir anlam veremiyor.
Burdur il merkezi; Göller Yöresi’nin en büyük üçüncü, Türkiye’nin ise en büyük yedinci gölünün, yani Burdur Gölü’nün kıyısında yer alıyor. Burdur Gölü, sadece soyları tükenme tehlikesi altında olan dikkuyrukların yaklaşık % 75’inin kışlama alanı değil, aynı zamanda diğer birçok su kuşunun konakladığı bir sulak alan. Bu yüzden göl, 1994 yılında Ramsar Sözleşmesi ile koruma altına alınmış. Ne yazık ki Burdur Gölü, son 35 yılda alanının üçte birini kaybetmiş ve gölün yüzey alanı 228 km2’den 153 km2’ye gerilemiş. Gölün sularının çekilmesi ise maalesef devam ediyor, bu durumu göl kıyısında net bir şekilde gözlemlemek mümkün. Bir zamanlar dünyanın dördüncü büyük gölü olan Aral Gölü’nün kuruması karşısında, yanlış su politikaları sonucunda Burdur Gölü’nün de sonunun benzer olabileceğini insan düşünmeden edemiyor.
Burdur il merkezinde mutlaka görülmesi gereken bir diğer yer ise Burdur Müzesi. Burdur, her ne kadar küçük bir il olsa da zengin bir müzeye sahip. Bunda en büyük pay, şüphesiz Ağlasun ilçesinde yer alan Sagalassos’a ait. Müzede, tarih öncesi çağlardan günümüze Pisidia’nın tarihine tanıklık edecek, bir an önce Sagalassos’a doğru yola çıkmak için sabırsızlanacaksınız.
İnsuyu Mağarası, şehir merkezine 11 km uzaklıkta yer alıyor. 1966 yılında turizme açılan mağaranın gezilebilen uzunluğu 525 metre. Mağaranın girişi oldukça soğuk olsa da mağarada ilerledikçe bu soğuk hava, yerini serin bir havaya bırakıyor. İçeride irili ufaklı yeraltı gölleri yer alıyor, bunların en büyüğü, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük yeraltı gölü olan Büyük Göl. Göllerin yanı sıra mağarada yer alan sarkıt, dikit ve sütunların büyüleyici güzelliği görülmeye değer.
İnsuyu Mağarası’nı gezdikten sonra Sagalassos’a doğru yola çıkıyoruz. Sagalassos’a doğrudan otobüs ile ulaşmak mümkün değil, bu yüzden kişisel aracı olmayanların taksi tutması gerekiyor. Yaz mevsimi olmasına rağmen antik kentte ziyaretçi sayısının düşük olması, bizi Sagalassos’un yeterince bilinmediği sonucuna ulaştırıyor. Ancak kazıların ilerlemesiyle birlikte gelecekte Sagalassos’un önemli turizm merkezlerinden biri haline geleceğini tahmin etmek, Antoninler Çeşmesi’ne bakılırsa hiç de zor değil. Antoninler Çeşmesi, Marcus Aurelius zamanında yapılmış olan Sagalassos’taki en ünlü eser. Antoninler Çeşmesi restore edilerek günümüzde de antik çağlardaki gibi bu çeşmeden su içebilir hale getirilmiş.
Burdur’daki ikinci günümüzde Türkiye’nin Van Gölü’nden sonra ikinci en derin gölü olan Salda Gölü’ne gidiyoruz. Salda Gölü, Türkiye’nin en temiz ve berrak göllerinden birisi olması dolayısıyla Burdurluların sayfiye yeri. Göl kıyısında yapılaşma yasak olduğundan, tatile gelenler buradaki çadırlarda kalıyorlar. Göl kıyısındaki beyaz renkli kumsallar ve göl çevresinden çıkan pınarlar, Salda Gölü’nü ilginç kılan başka özelliklerden. Salda Gölü’nün eşsiz güzellikteki manzarası, gölü yeni evli çiftlerin fotoğraf çekilme mekânı haline getiriyor. Salda Gölü’nde yüzebilir veya benim yapmış olduğum gibi sadece göl kenarında bir çay içip manzarayı seyretmekle de yetinebilirsiniz.