Beş günden oluşan Macaristan gezimin bir gününü tarihi Eger şehrine ayırdım. Macaristan'da biz Türklerin bildiği, tur firmalarının genellikle programları içerisine aldığı Estergon, Zigetvar gibi şehirler varken neden Eger diye düşünülebilir anlatayım.
Macaristan gezimde en büyük zamanı Budapeşte’ye planlamıştım ama bu süre içerisinde bir veya iki gün de yakın yerlere giderim diye düşünmüştüm. Her zaman olduğu gibi gezilerimden önce yoğun bir hazırlık yaparım, gezi kitapları okurum, bulabilirsem o yer ile ilgili tarih kitapları, hatta romanlar okurum ki o geziyi yaşayarak yapabileyim, ama en önemlisi de yerel bir kimseyi bulup onunla istişare edebilmektir. Macaristan ile ilgili de bulabildiğim gezi kitapları, tarihi kitaplar ve dokümanları da bolca okudum, bir de Macar bir arkadaşımın önerilerine kulak verdim. Arkadaşım bana Budapeşte ile ilgili genel bilgiler verdikten sonra bir günümü de mutlaka Eger şehrine ayırmamı tavsiye etmişti, aynı tavsiye dünyaca meşhur turizm firma ve yayınevi Thomas Cook’un Budapeşte gezi rehberinde de vardı. Hal böyle olunca, bir de içimdeki sıra dışı yerleri keşfetme duygusu birleşince, Budapeşte’nin yanı sıra Eger şehrine de odaklandım ve zihnimi ve hayal dünyamı hazırladıktan sonra yollara düştüm.
Eger şehrine yaptığım seyahat günübirlikti ve bir Pazar günüydü. Sabah 11.00'de Budapeşte’nin Keleti istasyonundan trene bindim, yol iki saat sürdü, tren gidişte çok tenhaydı en fazla tüm trende on kişi vardı, ancak dönüş de tren yol boyunca bulunan istasyonlardan da yolcu alarak tam dolu olarak döndü diyebilirim. Bu arada ek bilgi olarak tren biletlerinde numara olmadığını, yolcuların herhangi bir yere oturabildiğini de belirteyim. Dönüş treni de saat 17.00'de idi bu güzel ve tarihi şehri gezebilmek için sadece dört saat civarı bir zamanım vardı.
Aslında kafamda tam gün planlamıştım ama bazı aksilikler yaşadım ve bu süre kısalmış oldu, bu aksilikleri özellikle belirteyim ki gitmek isteyenler yaşamasın. Şöyle ki bir gün önceden otel resepsiyonuna Eger’e nasıl ulaşabileceğimi sorduğumda, otobüs veya trenle gidilebileceğini, ancak otobüsün daha kısa zamanda ulaşabileceğini söylediler, tabii ki çok iyiniyetliydiler ama sabah metro ile otobüs terminaline vardığım zaman, Eger’e her zaman otobüs seferi olmadığını ve şu an da da sefer yok dediler ve beni tren istasyonuna yönlendirdiler, Allah'tan metro sistemleri çok gelişmiş olduğu için hızla tren istasyonuna ulaştım ancak birkaç dakika ile saat 09.00'da hareket eden trene yetişememiştim, bu da bana zaman kaybı olmuştu, neyse artık yola çıkmıştım ve saat 11.00 trenine biletimi alarak bir süre tren garında oyalandım.
Önce Eger şehri ile ilgili Vikipedia’yı referans vererek genel bilgiler vereyim. Eger şehri, Osmanlı döneminde Eğri, Almanca Erlau, Latince Agria, olarak adlandırılıyor. Macaristan'ın Heves ilinin başşehri ve Kuzey Macaristan'ın ikinci en büyük şehridir. Eger şehri; kalesi, termal tesisleri, tarihi binaları, Türk minaresi ve kırmızı şarapları ile tanınır. Eger'in tarihi Taş Devri'ne kadar dayanmaktadır. Günümüz Eger'i 10. yüzyılda ilk Hıristiyan Macar kralı St. Stephen (997-1038) tarafından şekillendirilmiştir.
Şehrin tarihi çok eski, Taş Devrine kadar dayanmaktadır. Erken Ortaçağ'da Alman, Avar ve Slav kabileleri yerleşmişler. I. Istvan döneminde kurulan şehir piskoposluk merkezi haline getirilmiş, 1241 yılında Avrupa'nın Moğollar tarafından istilası sırasında harap olmuş. IV. Bela döneminde yeniden imar edilmiş ve piskoposluk merkezi haline getirilmiş.
Eger şehri hem Türk tarihi hem de Macaristan tarihinde çok önemli dönemlerin ve olayların yaşandığı, ülkenin kuzey doğusunda yer almaktadır. Şehir ilkin 1552 yılında Türkler tarafından kuşatılmış ancak Macarların kadınlı erkekli inanılmaz savunması neticesinde fethedilememiş, daha sonra 1596 yılında Türk ordusu tekrar Eger kapılarına dayanmış ve şehri feth etmiş. Eger 96 yıl 1687 yılında Habsburglar tarafından işgaline kadar Osmanlı egemenliğinde kalmış. Günümüz Macaristan’ın da şehir turizm gelirleri ve şarapçılıkla refah seviyesini oldukça üst noktalara taşımış.
Şimdi yine gezimize dönelim, yolculuk iki saat sürüyor, saat 13.00 de oldukça tenha olan tren istasyonunda trenden indim. Tren istasyonu ile şehir merkezi arası yaklaşık bir kilometre civarı, o an için istasyon da taksi yoktu ve bu yolu trenden inerken tanıştığım bir Eger’li ile yürüyerek şehir merkezine vardım. Eger turuma Dabo Istvan Meydanı'ndan başladım, burada meydana ismi verilen kuşatma döneminin Macar kahramanı Dabo Istvan’ın heykeli bulunuyor. Meydan oldukça geniş, çevresinde tarihi yapılar, hediyelik eşyacılar, cafeler ve restoranlar bulunuyor.
Bu kısa zamanda bizler için önem taşıyan ve şehrin simgelerinden de birisi olmuş tarihi minareyi gördüm, zaten silueti hemen göze çarpıyor ve oraya doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Minare meydana yaklaşık 250 adım kadar uzaklıkta ve binaların arasından yanına geldiğim zaman bir de baktım ki kapısının önü oldukça kalabalıktı ve insanlar yukarıya çıkmak için sıra bekliyorlardı. Camisi olmayan bu ince ve zarif minarenin yanına kadar gelmişken sıra bekleme pahasına 40 metre yükseklikteki ve 97 basamaktan oluşan şerefiyesine de çıkmamak olmazdı. Yarım saat kadar bekledikten sonra sıra benim olduğum gruba gelmişti. Yukarı çıkmak oldukça zordu, incecik bir minare ve sekiz erli gruplar halinde yukarı alıyorlar ve hiç durmadan merdivenler ile yukarı çıkıyorsunuz, şerefiyeye varınca etrafını dolanıp yine hızla aşağı iniyorsunuz, durma ve dinlenme imkanı pek olmuyor, oldukça yorucu olan ve yaklaşık 15 dakika kadar süren bu işlemi yaşlılara ve çocuklara pek tavsiye etmem.
Camisi olmayan minarenin hikayesi ise şöyle, bu minare 1596 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun vilayeti olan Eger Sancağında inşa edilen Kethüda camiinden kalma bir minare, şehrin 1687 yılı sonunda Avusturya İmparatorluğu’na geçmesiyle birlikte cami bölümü yıkılmış, ancak minare günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilmiş.
Minare silutenine doğru ilerlerken meşhur gezginimiz, tarihi kişilik Evliya Çelebi’nin heykeli ile karşı karşıya geldim. Evliya Çelebi buraya 1664 yılında uğramış ve Eger'liler kale surlarının hemen altında bir yere Osmanlı anısına bir dostluk parkı ve Osmanlı Otağı şeklinde kafe yapmışlar ve ön kısmına da küçük bir Evliya Çelebi heykeli dikmişler.
Buradan Kale Surları girişi de çok yakın ve Kale’ye geçtim, Eger savunması ve savaşlarının yaşandığı Kale Surlarını gezmek ve iç dehlizlere kadar inmek ise inanılmaz bir deneyimdi, burada toplar, kızgın yağların burçlardan aşağı döküldüğü dev bakraçlar görmek mümkün, oluşturulan dekorasyonlar ile tarihi yaşayabiliyorsunuz. Kale bölgesine giriş paralı ve biletleri kademelendirmişler, ben ayrıntılı gezi olanı tercih ettim, çünkü buralara kadar gelmişken surların iç kısımlarını da görmek istiyordum ancak bu bölümlere kale rehberleriyle inilebiliyor ve bu rehberler belli periyodlarda grupları gezdiriyorlar, grubun oluşmasını beklemek de bana değerli bir yarım saatimi kaybettirmişti. Grup Macarlardan oluşuyordu ve doğal olarak sunum da Macarcaydı, rehberin konuşmasında grubun bazen gülmesi, yenilgiye uğrayarak çekildiğimiz bu mekanda yerel rehber belki de aleyhimize bir şeyler mi anlatıyor acaba diye düşündüm, burukluğa kapıldım.
Gönlüm isterdi ki zamanın olsaydı da Macaristan'ın ikinci büyük kilisesi olan Eger Bazilikasını da gezebileydim, yine Bazilika'nın karşısında olan Karoly Eszterhazy Lyceum olarak adlandırılan kütüphanede ilk Macarca basılmış kitabı da görebileydim, maalesef ki bu mekanları sadece dışarıdan fotoğraflayabildim. Yine Türk Hamamları, şarapçılığıyla ünlü olan kahraman kadınlar vadisini gezememek eksik kalan yerler olarak hafızamda kaldı.
Bu arada şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, Macarlara düşman demek çok haksızlık olur diye düşünüyorum, karşı taraf diyeceğim, çünkü sadece ülkelerini savunmak ve özgür yaşamak için savaşmışlar, ayrıca bu bol savaşlı ve işgalli tarihe rağmen Türkleri dost, arkadaş olarak görmekteler.
Sonuç olarak söyleyebilirim ki Eger şehri, iyi ki gördüm dediğim nadide şehirlerden birisi olarak anılarımda yer aldı. Atalarımızın bir yüzyıla yakın kaldığı, yaşam kurduğu, belki üç nesil insanımızın yaşadığı bu tarihi yerde emin olunuz ki sanki o günlere dönebiliyor insan, çünkü şehrin dokusunu oldukça korumuşlar, benim için çok duygusal bir gezi olduğunu söyleyebilirim. Şu ana kadar gittiğim yerlerden anı olsun diye mutlaka bir veya iki adet o yerin magnetini alırım ama Eger’in beş tane aldım, Eger gözümün önünde olsun, her zaman bakayım, yaşayayım, hissedeyim diye...