İstanbul sokakları tarih kokar, buram buram içime çekerim her defasında, herkes ama bu şehre gelen herkes atar kendini Sultanahmet yollarına, adı üstünde tarihi yarımada orasıdır. Ama İstanbul bu, her bölgesinden bir tarih fışkırır. Efendim gelin yine bir tarih yolculuğu yapalım sizinle, 1000 yıl önceki Bizans'a gidelim bu sefer, Hristiyanlığın en güçlü devrini yaşadığı Bizans topraklarına…
5. yüzyıl ortalarında, İmparatoriçe Pulkheria saray koridorlarında emrini verdiğim kilise neden daha tamamlanmadı diye inşaat görevlilerine bağırmaktadır. Aylar önce kutsal güçleri olduğu iddia edilen Pagan rahipler tarafından İmparatoriçe'ye bir heyet çıkmış, ona kutsal bir kilise için kutsal bir yer bulduklarını söylemiştir. Bu yerde bir su kaynağının bulunduğunu ve yapılacak olan kilisenin bu su ile kutsanacağını söyleyince zaten çok koyu bir hristiyan olan İmparatoriçe o anda gerekli kurmaylarına emir vermiştir; bu kilise yapılacak. Aylar geçmesine rağmen bir türlü bitirilemeyen bu kilise, en sonunda verilen kanlı cezaların korkusuna bitirilmiş ve açılışında Hz. Meryem'e adanmıştı. Adı ise Blakhernai Kilisesi idi.
İstanbul surlarının hemen önünde yapılmıştı ve sur dışında kalmıştı. O zamanlar Hz. Meryem'e ait bir takım kutsal emanetler de bu kiliseye getirilince kilisenin namı tüm İstanbul'a yayılmış ve şehrin koruyucusu ilan edilmişti. Bu emanetler ona tılsımlı bir güç vermişti ve bu güç sayesinde İstanbul her zaman korunaklı olacaktı.
Yıllar boyunca nice işgallere direnen İstanbul'da alınan her zafer bu kiliseye bahşedilir. Hele 865 yılında Yeniköy'de karaya çıkan ve Boğaz'ın iki yakasını birden ele geçiren Rus ve İskit ordusu büyük bir kıyıma başlayacağı sırada bilge Patrik Fotius, Meryem'in kutsal emaneti olan hırkayı çıkarıp denize batırır ve çıkarır. Tılsım işe yarar ve akabinde korkunç bir fırtına çıkar, işgalci orduların tüm gemileri batar, paramparça olur. Dindar Bizans halkı çığlıklar atar, sevinç çığlıkları... Kilise kutsal görevini yapmış, yine onları korumuştur.
Binlerce yıl boyunca depremler, yangınlar, işgaller geçiren bu topraklarda en sonunda bu kilise de dayanamaz, yıkılır ve tarihe karışır. Ama hikâyesi dilden dile dolaşır, ta ki 1960 yılına kadar... Kilisenin bulunduğu ve yıkıldığı aynı noktaya 1960 yılında bir kilise inşa edilir, Ortodokslar tarafından kutsal kabul edilen bu kilise, akın akın Ortodoks ziyaretçileribi ağırlar. Kilise içinde bulunan 1500 yıllık sarnıçtan hala su gelir, kilise tam da bu sarnıç önüne inşa edilir, tıpkı 1500 yıl önce olduğu gibi. Bu sarnıç suyundan doldurulan kutsal su ile ibadet yapılır, ayin yapılır.
Ve ben de Ayvansaray'da bulunan bu tılsımlı kilisenin hikâyesi için yollara düştüm.
Kilise tıpkı 1500 yıl öncesinde olduğu gibi Ortodoks alemi tarafından tılsımlı ve kutsal kabul edilmekte, kilisenin içinde yer alan ayazma ise, tam içinde bulunan sarnıcın önüne yapılmış.
Mermer kaplı cephede, Yunanca "Sadece yüzünü değil, günahlarını da yıka" yazmakta ve dikkat ettiyseniz Palindromik cümle olarak yazılmış, yani tersten de okunduğunda aynı cümle. Ayazmanın hemen arkasında ise 1.500 yıldır suyu hiç bitmeyen kutsal sarnıç var.
Tılsımlı sudan ben de içtim
Bu kiliseye getirilen kutsal emanetler arasında Hz. Meryem'in elbisesi, Hz. İsa'nın yüzünü sildiği ve geride mucize eseri olarak yüz hatlarını bıraktığı mendil de vardı. 1204 yılında meydana gelen korkunç Latin istilasında bu mendil yok oldu. 1434 yılında çıkan büyük yangında ise Hz. Meryem'in elbisesi kayboldu. Dindar Bizans halkı bunlar üzerine artık tılsımın yok olduğuna ve ilk kuşatmada şehrin düşeceğine inanmaya başladı ve 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet şehre girdi. O zamanın Bizans halkı bu fethin, kiliselerinde olmayan tılsım yüzünden gerçekleştiğini savunmuştu.
Demem o ki efendim; İstanbul tarih, gizem, entrika, kaos şehri… Siz de tarihin koridorlarında koşturmaktan zevk alıyorsanız bu şehir size mutluluk verecektir. Bir hafta sonunuzu Ortodoks aleminin en kutsal kilisesini görmeye ayırın. Hazır o tarafa gitmişken, Balat ve Cibali turu yapın, elinizde bir simit, turlayın sahili…
Kim bilir belki sizin de bir tılsımınız vardır.