Varanasi’ye inişimiz sonrasında, bizi havaalanında rehberimiz karşılıyor. Adı Daya. Hindistan’da kişileri giyim tarzlarından net olarak ayırt edebiliyorsunuz. Belli ki Daya üst kasttan geliyor. Daha sonra konuştuğumuzda da tahminimizin doğru çıktığını anlıyoruz. Babası avukat, abisi dişçi. Kendisi de hobi olarak rehberlik yapıyor...
Varanasi’de 3.1 milyon insan yaşıyormuş. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olarak biliniyor. Aynı zamanda Hindular’ın hac yeri.
Varanasi’nin ilk adı “Kesh”, sonra “Benares”e çevriliyor. En son adı ise şimdiki adı olan “Varanasi”. Bu isim bu bölgede Ganj’a dökülen iki nehirden geliyor. Kuzeydeki nehrin adı Varuna, güneydeki nehrin adı ise Asi. Bunların birleşimi ile “Varanasi” ismi oluşturulmuş.
Varanasi’deki Saranath Tapınağı özel bir önem taşıyor. Buda’nın 6 yıl boyunca banyan ağacının altında oturup aydınlandıktan sonra döndüğünde, öğretilerini ilk paylaştığı yer olarak biliniyor.
Varanasi’de en önemli gelir kaynağı tarım ve ipekçilik. Özellikle Uzakdoğu’ya çok fazla ipek ihracatı yapılıyormuş. Varanasi’de trafik de diğer şehirlerden farklı değil. Trafiğin olmazsa olmazı ise küçücük arabalara doluşmuş, kolları bacakları dışarı sarkan insanlar.
Varanasi’de kalacağımız yer Ramada Otel. Otelimiz çok güzel ve bakımlı. Otele yerleştikten sonra, akşam Ganj nehri kıyısında yapılan seramoniyi izlemeye gidiyoruz. Burada her gece 7 rahip Ganj’a iyi niyetlerini sunmak için tören yapıyorlar.
Hinduizm’de bir kaç tane anne kavramı var. Annenin 1. anlamı bizi doğuran kişi, 2. Anlamı inek, 3. Anlamı ise Ganj nehri, 4. Anlamı toprak ana.
İnek anlamının nedeni, anne sütüne en yakın süt inek sütü olduğu için. Ganj nehri’nin anne olarak nitelendirilmesinin nedeni ise onlar için kutsal olması. Çünkü su insan hayatında hayati bir öneme sahiptir ve nehir insanın içindeki kötülükleri temizler. O nedenle Ganj’ı da anne olarak görüyorlar. Toprak ana’ya da anne demelerinin nedeni her şeyin topraktan geliyor olması.
Ganj nehri kenarında akşam töreninden başka sabah da tören yapıyorlar. Sabah Ganj Anaya kahvaltı sunuyorlar, akşam da akşam yemeği. Adı da Aarti seremoni.
Akşamki törende yedi olan rahip sayısı, sabahki törende sadece bir tane. Seremoni başlangıcında mantralar söyleniyor, sesleriyle Ganj anayı çağırıyorlar. Daha sonra tütsüler yakıyorlar, bu tütsülerin kokusu yemek kokusu yerine geçiyor. Daha sonra ateşler yakıyorlar, bunun önemi de ateşin her şeyi yakabilecek güçte olması, insanın süper egosu da dahil. Ateş bütün kötülükleri yok edebilecek güce sahip.
Hindular için Varanasi çok büyük öneme sahip. Katolikler’in Roma’sı, Müslümanlar’ın Mekke’si gibi. Bu şehir Tanrı Shiva’ya aitmiş. Tüm Hindular hayatlarında en az bir kere buraya geliyor, maddi gücü olanlarsa defalarca.
Hindu dinine göre 3 önemli Tanrı var; birincisi Brahma, brahma dünyayı ve oluşumu temsil ediyor. İkincisi Vishnu,Vishnu ise koruyucu tanrı. Üçüncü önemli tanrı olan Shiva ise kötülükleri yok ediyor. Aslında yok edici tanrı olarak da geçiyor, ama sadece kötülükleri yok ediyor.
Her gün buraya binlerce insan dua etmeye geliyor. Eğer çok dinine bağlı bir insan ise, evinden çıkıp Ganj’ın kıyısına çıplak ayak yürüyerek geliyor. Aslında tüm Varanasi’ye, Shiva’nın devasa bir tapınağı denebilir. Varanasi’de irili ufaklı 5.000’in üzerinde tapınak bulunuyor.
Nehir kenarında çok sayıda saray var. Çünkü eski zamanlarda krallar da buraya gelip, ölümü bekliyorlarmış. Çünkü burada ölürlerse ruhlarının tamamen arınacağını, bir daha dünyaya gelmeyeceklerine inanıyorlar, yani reenkarnasyonun sonu demek oluyor.
Buraya gelip dua ederek bekleyenlere, devlet eski sarayları açmış. Ama devlet sadece 2-3 günlük konaklamayı karşılıyor. Daha uzun süre kalmak isteyenler ise kendilerine başka bir yer buluyor, ya da bulamazlarsa sokaklarda yatıyorlar. Daha doğrusu bu maddi gücü yetersiz kişilerin konaklamalarının yarısını devlet, geri kalan yarısını da Hindistan’ın ileri gelen zenginleri karşılıyor. O eski sarayların bir kısmı da otel ve müze olarak kullanılıyor.
Sanskritçe Hindular için çok önemli bir dil. Bu bölgenin Sanskritçede birden fazla ismi mevcut; Saşi (ışık demek), Benaras ve Varanasi. Ama Hindular bölge için “Kasi” ismini tercih ediyorlar.
Varanasi Eski Kent Bölgesi
Ganj kıyısından Varanasi’deki eski şehre giriş yapıyoruz. Buradaki sokaklar çok dar olduğu için araç girişi yasak, yolumuza yürüyerek devam ediyoruz.
Ganj’ın arka sokaklarına doğru yol alıyoruz. Odun satıcıları, ölü kıyafeti satıcıları var. Ayrıca ölülerin vücutları kokmasın diye kullandıkları yağ şeklindeki esansları satan dükkanlar da mevcut. Hüzünlü bir ortam. Burası Ölü Pazarı olarak biliniyor.
Bu dar sokaklarda ise yerlerde fareler cirit atıyor. Hiç ummadığınız bir dar sokakta kutsal inekler ile karşılaşabiliyorsunuz.
Aralardaki küçük küçük heykelleri de tapınmak için kullanıyorlar. Bu bölgedeki tapınakların kapıları da genelde çok alçak. Nedeni de insanların içeri eğilerek girmesini sağlamak. Eğilerek içeri girmek, hem saygı göstergesi hem de egoyu dışarıda bırakmak anlamını taşıyor.
Sokaklarda yatan çok sayıda kişi var. Etrafta da ağır bir koku hakim. Derme çatma evler arasına sıkıştırılmış ufacık tapınaklar...
Ama bu bölgede bu ufak tapınakların yanı sıra bir de çok büyük bir tapınak var. Golden Temple, yani Altın Tapınak Varanasi’deki en önemli yerlerden biri. 18. yüzyılda yapılmış olan bu tapınakta toplam 800 kilogram saf altın kullanılmış. Bu tapınağın arkasında bir de cami var. Cami ise 15. yüzyılda yapılmış. Müslümanlar bölgeye girdiklerinde tapınağa zarar vermeye çalışmışlar. Golden Temple’a karşı daha önce tahrip edici girişimlerde bulunulduğu için, tapınak giriş-çıkışları ve çevresi çok sıkı kontrol ediliyor. Girişe çantalar kesinlikle alınmıyor. Bu nedenle çantalarımızı rehberimizin tanıdığı bir mağazaya emanet ediyoruz. Üstümüzü ise didik didik arıyorlar.
Tapınak ziyareti sonrasında, hemen arka sokağındaki bir seyyar satıcıdan olmazsa olmaz masala çayımızı da içiyoruz. Ardından emanete bıraktığımız çantalarımızı mağazadan alarak ipek dokuma atölyesine gidiyoruz.
Varanasi’de ipek dokumacılığı oldukça gelişmiş. İpek halı dokumasını canlı olarak izletiyorlar. İpek iplikleri önce yıkıyorlar ve sonra renklendiriyorlar. Ama renklendirme işleminde sadece kök boyalar kullanılıyor. 1 cm dokumak, 1 saat kadar zaman alıyormuş. İpek halı da olsa, mutlaka elde temizlenmeli diyorlar. Çünkü çok yumuşak olduğu için çamaşır makinaları ipeğe zarar veriyormuş. Eğer işçilik çok iyi ise, bir halıda neredeyse 200 farklı renk ipek iplik kullanılıyormuş. Daha sonra, mağaza bölümüne geçiyor ve buradan ufak boy bir ipek halı alıyoruz.
Varanasi'de Eğitim ve “Mother India”
Varanasi üniversitesi Hindistan’ın en büyük üniversitesi. Asya’nın da en büyük üniversitelerinden. 200.000 öğrencisi ve 20.000 öğretim üyesi mevcut. Banaras Hindu Üniversitesinde bulunan öğrenci yurtları da öğrencilerin çoğunu ağırlayacak nitelikte. Kız ve erkek öğrenci binaları ayrı.
Öğretim üyelerinin kalabilmesi için ayrı bir yerde müstakil evler de yapılmış, hepsi üniversite kampüsü içinde. Kampüs içinde en çok kullanılan ulaşım aracı bisiklet. Aslında üniversiteyi 1916’da İngilizler kurmuş. Ama özel bir üniversite değil. İster brahma sınıfından ol, istersen çok para ver farketmez, üniversiteye öğrenci alımı mutlak bir sınavla yapılıyor, üstelik oldukça zorlu bir sınav olduğunu ekliyor rehberimiz.
Hindu üniversitesi olarak geçmesine rağmen tüm dünya öğrencilerine açık. Her fakültenin sınavı ayrı yapılıyormuş. Güzel sanatlar, fen bilimleri, mühendislik fakültesi gibi çok farklı bölümler var. Ama okumak için çok ucuz bir üniversiteymiş. Öğrenim dili genellikle İngilizce. Ama tarih, felsefe gibi bölümler kendi dillerinde okutuluyormuş.
Birla ailesi diye bir aile var. Bu aile Hindistan’ın en zengin ailelerinden bir tanesi. Üniversite içinde bir de tapınak var. İşte bu tapınağı bu aile yaptırmış.
Tapınağa giriyoruz, özellikle sınav zamanları çok kalabalık oluyormuş. Doğal olarak sınavlarını geçmek için dua etmeye gelen öğrencilerle dolup taşıyormuş. Ne kadar bilim merkezi olsa da, demek öğrenciler bir yerlerden sonra ilahi güçlere sığınma ihtiyacı duyuyorlar.
Dışarıdaki çiçekçilerden aldığımız bir çiçeği biz de tapınağa sunduk.
Hemen kapının girişine tavana büyük bir çan asmışlar. Herkes girerken çana vuruyor. Çan ne kadar çalarsa, o kadar ziyaretçi var demek oluyor bu. Ben de denedim ama maalesef boyum yetmedi. İçerisi yine bir çok Tanrının heykelleri ile süslü. Parvati, Ganesh, Shiva gibi bir çok tanrının heykeli var burada.
Üniversite kampüsü bir o kadar sakinken, kapıdan çıktığımız anda yine Hindistan trafiğinin karmaşası karşılıyor bizi.
Hindistan trafiğinde hayatta kalabilmek için 3G teknolojisine sahip olmak gerekiyormuş rehberimizin dediğine göre. Bunlar; iyi korna, iyi fren ve iyi şans…
Son olarak Hindistan haritasının üç boyutlu olarak sergilendiği bir müzeye gidiyoruz. Buraya verilen isim ise “Mother India” Aslında burası da bir tapınak, ama bu tapınak sadece toprak anaya adandığı için diğer tanrıların heykelleri bulunmuyor. Şehrin zenginlerinden biri yaptırmış burasını 1918’de. Tasarımı da kendisine ait.
Yaklaşık 40-50 metrekare alana yapılmış olan Hindistan’ın bu üç boyutlu haritası tamamen mermerden yapılmış. Ama tabii ki bu boyutta mermerden tek parça yapamayacakları için yaklaşık 40x40cm’lik mermer blokları birleştirerek puzzle gibi bir bütün Hindistan haritası yapmışlar. Tam olarak 763 parçadan oluşan bu harita çok etkileyici ve görülmeye değer.
Varanasi Sabah Törenleri
Sabah gündoğumunda yapılan törenleri izlemek için sabah 05:30’da otelden çıkıp, Ganj kıyısına doğru gidiyoruz. Ganj kenarına gelince adakta bulunmak için, olmazsa olmaz yaprak içindeki etrafı çiçeklerle süslenmiş mumlardan alıyoruz ve tekneye geçiyoruz.
Burada yaşayan insanlar Ganj’ın suyunun kirli olduğunu düşünmüyorlar. Çünkü bu su onlar için kutsal. Yıkanmayı geçtim, içme suyu olarak kullanan bile var. Nehir kenarındaki merdivenlere kabinler kurmuşlar. Bu kabinler insanlar yıkandıktan sonra üstlerini değiştirebilsin diye yapılmış.
Burada hiç bir şekilde zengin - fakir ayrımı yok. Söz konusu inanç olunca, herkes eşit. Biz kayıkla nehirde kıyı boyunca ilerlerken Ganj’da banyo yapan insanları seyrediyoruz.
“Aum Nava Shiva’ya” en bilindik mantraları. “Aum”un anlamına gelince; “A” doğumu, “U” gelişmeyi, “M” ise ölümü temsil ediyor. Hindu inancında “Aum” çok önemli bir kelime, tek başına bir yaşantıyı içeriyor.
Çeşitli eski sarayların önünden geçiyoruz. Kimisi otele çevrilmiş, kimisi devletin elinde. Devlet elinde bulundurduğu bu sarayları, maddi gücü olmayan kişilerin konaklamasına açmış. Ancak buraya gelenler bu binalarda en fazla 2-3 gün kalabiliyorlar.
Binalar arasından Ganj’a inen her bir yola, kapı anlamına gelen “Ghat” deniyor. Ghat’lara genelde Tanrılarının ve onların farklı zamanlardaki reankarnasyonlarının isimleri verilmiş. Örneğin Sita, Vishnu’nun 7. Reankarnasyonu. Bu isimde bir ghat ve bir de otel var. “Sita” da Hindu dininde çok önemli isimlerden birisi.
Gezerken Ganj kıyısında çamaşır yıkayan insanları görüyoruz. Ganjın bize göre çok kirli, onlara göre kutsal olan suyunda çamaşırları kenardaki taşlara vura vura yıkadıktan sonra, kurumaya bırakıyorlar.
Yine Ganj kıyısında eskiden hippilerin kaldıkları kayıkları görüyoruz, şimdilerde ise bu kayıklar evsizlere mesken olmuş.
Kast sistemini soruyoruz rehberimize. Brahma sınıfı en üst sınıf. Rahip, din adamı olmak için olmazsa olmaz şart brahma sınıfından geliyor olmak. Rehberimiz de brahma sınıfına mensup, ama rahip olmayı hiç düşünmedim diyor. Genelde gelişen dünya ile burada da diğer meslekler öne çıkıyor. En revaçta olan meslekler doktorluk ve mühendislik.
Sabah saatlerinde Ganj kenarında ayin yapan küçük rahip adaylarını görüyoruz. Hepsi brahma sınıfından tabii ki. Ülkenin çeşitli bölgelerinden buraya gelerek, yatılı eğitime tabi tutuluyorlar. Her sabah rahip adayları burada yoga yapıyorlar. Yoganın zihni arındıran en kolay yol olduğunu düşünüyorlar.
Buradaki sabah seramonisini tek rahip yapıyor. Akşam yapılan Aarti seramonisinde olduğu gibi önce ses, sonra koku ve ardından ateş ile Ganj ana kahvaltıya çağrılıyor. Gün doğumunda güneşi selamlıyorlar.
Rahibin görüntüsü dikkatimizi çekiyor, belinde sadece turuncu bir peştamal var, vücudunun geri kalanı ise beyaza yakın gri bir toz ile kaplanmış. Rehberimiz Daya, rahibin seramoni öncesinde etraftaki küllerle (ölü külleri malum) vücudunu kapladığını söylüyor.
Bu bölgede bir de elektrikli yakım alanı var. Ama o sırada şansımıza yakım yoktu. Ölen insanı buraya yakmaya getireceklerse arabayla getirmiyorlar. Çıplak ayakla 4 kişinin taşıdığı bambudan yapılma br sedye ile getirmek adettenmiş.
Yoga yapan küçük rahiplerle, sabah seramonisini yapan rahip arasında bir yere kayığı bırakıyoruz. Tam güneş doğuşuna denk gelen zamanlama ile harika kareler yakalıyoruz. Tam güneş doğduğu sırada küçük rahiplerin hepsi Ganj’ın kenarına gelerek Ganj’a şükranlarını sunuyorlar. Güneşin doğuşu onlar için yeni bir hayat başlangıcı. Küçük rahipler Ganj’dan aldıkları suyu ellerindeki küçük kovalarla tekrar Ganj’a vererek ayin yapıyorlar.
Fotoğraf çekerken bir köpeğin kemirdiği kemik dikkatimi çekiyor. Sanırım bir insanın kürek kemiği idi. Tezatlar ülkesi işte, tam yanmamış bir cesetten de sokak köpeğine ziyafet çıkıyor ve bunlar normal karşılanıyor.
Törenden sandalla geri dönerken, biz de mumlarımızla Ganj anaya dileklerimizi bırakıyoruz. Suyun üzerinde peşpeşe yüzen dört mumun arkasından bakıyoruz.
Bu arada rehberimiz de törenlerdeki gürültü nedeniyle anlatamadığı ölü yakım aşamalarını anlatmaya başlıyor. Öncelikle ölüyü buraya getiriyorlar. Sonra Ganj’ın sularında güzelce yıkıyorlar. Sonra kuruması için Ganj’ın kenarındaki merdivenlere bırakıyorlar. Ölen kişinin ailesi de burada yıkandıktan sonra odun almak için üst tarafa çıkıyorlar. Bir vücudun tamamen yakılabilmesi için yaklaşık olarak 300 – 400 kg oduna ihtiyaç oluyormuş. Sonra aile üyeleri aldıkları odunlarla platforma benzer bir şey hazırlıyorlar. Oluşturdukları platform üzerine beyaz giydirdikleri ölüyü koyuyorlar. Ölen kişinin birinci dereceden yakınları aynı zamanda saç traşı olmaya gidiyor. İnanışlarına göre saç süper egoyu temsil ediyor. Bu nedenle tören öncesinde sadece taç çakra dedikleri kafanın aşağı yukarı tam tepesinde olan bir bölge hariç saçlarını kestiriyorlar. Bunun nedeni ise taç çakranın evrensel enerjinin vücuda giriş yeri olması ve evrensel enerjiden mahrum kalmamak adına bu bölgedeki saçlarını korumak istemeleri.
Bazı ölü sahipleri burada banyo yapmak yerine evde yapmayı tercih ediyorlarmış. Gelişen dünya ile birlikte Ganj’ın sularının kutsal olduğuna inanış da, sular altında kalıyor yavaş yavaş.
Odunları alıp platformu kurduktan sonra çevredeki tapınaklardan kutsal ateş alıyorlar. Kutsal ateş demek aslında Shiva’nın ateşi demek. Daha sonra aldıkları ateşi ölü yakıcıya veriyorlar. Platformdaki cesedin etrafını beş kere dönüyorlar. Çünkü vücut 5 elementten oluşuyor. Ardından da cesedi ateşe veriyorlar. Genelde yakım işlemi 3-4 saat kadar sürüyor. Kalan küllerden rahip bir tutam alarak Ganj’a savuruyor ve tören böylece sonlanıyor.
Sabah gündoğumuna martıların eşlik etmesi de ayrı bir güzellik sunuyor. Biz de kuş yemi alıp, Ganj üzerindeki martıları besliyor ve kıyıya ulaşıyoruz.