Yıllar önce gitme fırsatım varken, gitmeyi hep ertelediğim ve sonrasında vatana dönüp bu macera artık biraz zor diye düşündüğüm Güney Amerika yolculuğuma başlamak üzere havaalanına doğru heyecanla yola çıkıyorum (Faydalı bir bilgi: Güney Amerika, Türk vatandaşlarından vize istemiyor).
İlk durak; Brezilya’nın karnavalları, plajları ile dillere destan şehri Rio de Janerio. Brezilya’nın Atlantik Okyanusu kıyısındaki 3. büyük metropolü, 2. büyük şehri. Şehrin kıyı şeridi neredeyse tamamen plaj, alabildiğine kumsal; ünlü Copacabana ve Ipanema plajları. Günün her saati kalabalık, hem turistler hem yerli halk burada, kumu güzel ancak denize girmek her zaman mümkün olmuyor, oldukça dalgalı, hatta bazen kıyıda bile ayakta durmak güç, dev dalgalar sizi devirebilir. Sonra oldukça geniş gidiş-geliş üçer şeritten oluşan ana cadde ve oldukça geniş kaldırımlar, sonrasında ise lüks oteller ve lüks konutlar yer alıyor.
Kumsal çok geniş, hemen orada kiralayabileceğiniz bir şezlong ve şemsiye (10 USD) ile plajın keyfini çıkarmaya başlayabilirsiniz. Her türlü ihtiyacınızı ise gelen geçen satıcılardan karşılayabilirsiniz (serinletici içecekler, ızgara deniz mahsulleri, sandviçler, mayo, pareo, güneş gözlüğü, hediyelik eşyalar). Aklınıza ne gelirse önünüzden geçiyor. Fazla ilgilenmez iseniz fiyat doğal olarak epeyce düşüyor.
Plajları ve festivali kadar ünlü bir de tepesi var; Sugar Loaf ve Corcovado tepesindeki İsa heykelini fotoğraflarda görmüşsünüzdür elbette, işte o tepeye teleferikle çıkıp şehri dört bir yönden kuşbakışı izlemeden, fotoğraf çektirmeden olmaz, hatta şehrin neredeyse içinde olan özel havalimanına inen uçakları da tepeden izlemek oldukça keyifli. Tepeden şehrin koyları muhteşem görünüyor, mutlaka çıkılması gereken UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bir yer.
Brezilya denince futboldan bahsetmemek olmaz elbette. Plajlarda voleybol, en çok da futbol oynayan gençleri görmek mümkün… Kumda futbol zordur, deniyor ki; işte bu nedenle yani gençler çocukluklarından beri kumda top oynadıkları için kasları ve futbolları çok güçlü imiş. Şehrin en büyük stadyumu Maracana, 1950 yıllarında 199.000 kişi kapasitesi ile 1950 yılı Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmış. Şimdilerde ise daha rahat ve güvenli bir stat haline getirilmiş ve 80.000 kişi kapasiteye inmiş. Stadı ziyaretimizde ünlü futbolcuların ayak izleri ve yetenekli gençlerin futbol gösterilerini izlemek de keyifli idi.
Ünlü dans şovlarını ve geçmiş yıllardaki karnavallarda giyilmiş olan kıyafetler içindeki dansçıları izlemek için ise bir akşam mutlaka bir şova gitmenizi de öneririm.
Karnavalların şehri dedim ya hepimiz duymuşuzdur, Şubat ayındaki bu muhteşem karnaval dünyanın her yerinden gelen turistlerle bu şehri dünyanın en pahalı şehri yapıveriyor bir anda. İşte bu karnavalda dans okullarının tek bir kez giydiği kıyafetlerini sergileyen depoları, dans okullarını ve biletleri 100 ila 10.000 USD arası olan karnaval alanını da gezdik.
Taşları ile ünlü şehirde oldukça turistik, dünya mücevher merkezi dükkânlar sanırım bizim gruba umdukları satışı yapamadılar, ancak müze gezmeye değerdi.
Ünlü Brezilya restoranlarını da anlatmadan geçemeyeceğim. Etleri Arjantin kadar ünlü, bu et restoranlarında size sonsuz et seçenekleri sunuluyor. Masadaki her kişiye verilen bir tarafı kırmızı, bir tarafı yeşil kartın kırmızı tarafını çevirene kadar et getiriyorlar; gerçekten lokum gibi etler. Biz resepsiyonistin tavsiyesi ile bu restoranın bir de deniz mahsulü versiyonu olan ve şehrin en ünlü, en pahalı restoranına gittik. Pahalı, ancak girişte sizi kırmızı halı ile karşılamaları, servis, enteresan dekorasyonundan sonsuz deniz mahsulü ürünlere kadar her şey gerçekten mükemmel ve fiyatı hak ediyor (Marius Rest. Copacabana - Fix 150 USD + içki). Gitme zamanı, bu şehirde bir gün daha kalırsak geziyi tamamlayamayacağız korkarım…
Mutluluk Çığlıklarım IGUASU’NUN COŞKULU SULARINDA Kayboluyor
Bugün yine heyecanlı bir gün başlıyor. Yıllardır duyduğum, fotoğraflardan gördüğüm Iguasu Şelaleleri ve Milli Parkı’na gidiyoruz. Iguassu Milli Parkı, 1986 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmış. Arzu edenlerin öncelikle bir helikopter turu almaları için mola veriyoruz. Şelalenin büyüklüğünü ve konumunu görme açısından bu turu aldığım için çok isabetli bir karar vermiş olduğuma seviniyorum, fotoğraflara bakarsanız bana hak vereceksiniz. Bu muhteşem şelale; yarım daire şeklinde, 2.700 metre çapında, suyun en yüksek düştüğü nokta ise 80 metre ve Arjantin ve Brezilya sınır hattında yer alıyor. Etrafındaki tropikal yağmur ormanları; 2000 çeşit tohumlu bitki, 400 çeşit kuş türü ve çok çeşitli vahşi hayvanları da barındırmakta.
Bot turu alarak şelaleye oldukça yaklaşmanız mümkün ama elbette baştan aşağı ıslanmayı göze alırsanız, bunun için yanınıza komple yedek kıyafet almayı unutmayın lütfen. Ben şelalenin çevresindeki ahşap köprülerden yürürken sıçrayan su damlacıklarını yüzümde hissederek bu güzelliği içime çekmeyi ve bu anı doyasıya yaşamayı tercih ediyorum. Burada olmak olağanüstü…
Daha sonra gittiğimiz bir noktada ise Iguasu Şelaleleri’nin kaynağı olan 1.320 km. uzunluğundaki Iguazu Nehri’nin, aynı zamanda 3 ülkenin (Arjantin, Brezilya, Paraguay) sınırını oluşturmasıyla aynı anda adeta 3 ülkeyi bir anda görmüş olduk ve bu ilginç deneyimi de yaşadık. Bu güzellikleri de görmekten son derece memnun, yüzümde büyük bir gülümseme ile ayrılıyorum Iguasu’dan.
MONTEVIDEO - Cizvitlerin Ülkesi SAN IGNACIO MINI
Bugün yine bir UNESCO Dünya Mirası olan eski Cizvit yapılarının kalıntılarını görmeye gidiyoruz. Cizvitler, İsa Tarikatı olarak anılan ve amaçları misyonerlik ve eğitim kurumları açmak olan bir Hristiyan tarikatı. 1773’te Roma Kilisesi tarafından Cizvitler’e tanınmış olan tüm hak ve ayrıcalıkların kaldırıldığı ilan edilene kadar dünyanın hemen her köşesinde faaliyetlerini ve misyonerliklerini sürdürmüşler ancak bu tarihten sonra bir daha toparlanamayarak ve hiçbir zaman eski hallerine dönemeyerek varlıklarını sadece Katolik mezhebinin bir tarikatı olarak sürdürebilmişler.
İçinde olağanüstü cephesi olan bir kilise ile bir de müze barındıran ve “en iyi korunmuş olan harabe”lerde yürürken tarihin içinde yürür gibisiniz. Bu harabelerde bir de film çekilmiş, başrolünü Robert De Niro’nun üstlendiği “The Mission” (http://www.imdb.com/title/tt0091530/). Gören ve hatırlayan varsa filmin gerçekten birçok sahnesi burada çekilmiş.
Burada ilk kez tattığım “empanada”nın ise ne ismini ne de tadını hiç unutmuyorum. Bir nevi bizim puf böreğimize benziyor ama daha değişik bir hamur ve içi yoğun olarak kıyma, bazen de ıspanak ile doldurulmuş ufak boyutta bir hamur işi.
Böylece, Güney Amerika turumuzun Brezilya bölümü bitiyor. Tango ülkesi Arjantin’de inanılmaz güzellikler ve maceralarla buluşmak üzere…