THY ile direkt Cape Town uçuşu sonrası verdiğimiz 1 günlük Cape molası sonrası kısa bir uçuş ile Johannesburg'a geçtik. Cape Town'da yaptığımız yarım günlük gezi sonrası edindiğimiz etki, Johannesburg'da tamamen değişmişti. Cape Town'un aksine beyazların oldukça azınlıkta kaldığı, hatta kiraladığımız araba ile geçerken para bozdurmak için uğradığımız Pretoria'da tek beyazın biz olduğumuzu fark ettik. Banka ve döviz bürolarında çift kapılı güvenlik alınmış; teker teker girebiliyorsunuz bu mekânlara, ayrıca değnekçinin arabamızı park etmemiz için gösterdiği yerde de park cezası yediğimizi ne yazık ki biraz geç fark ettik. İlk trafik cezamızı böylelikle almış olduk…

Yaklaşık 6 saatlik yolculuğumuz sonrası, River Blade Canyon'u dolaşacağımız yere yakın bir yerde kalacağımız Lodge'a ulaştık. Tabii saat gece 22.00'yi geçmekteydi ve birilerinin bizi beklediğini umuyorduk. Şansımıza oteldekiler çok ilgiliydiler ve bizi kapıda bekliyorlardı…

Ertesi gün kanyon ve diğer görülecek noktaları, şelaleleri gezdikten sonra otelimize dönerken yolda bir kamyon kazasına rastladık. Can kaybının bulunmadığı kazada, devasa kamyon yolda devrilmişti. Yarım saat, bir saat bekleyeceğimizi düşünürken; 4 saatimizi bekleyerek geçirdik ve geliş şeridine geçerek, kaynak yapan araçlara söverek sıramızı bekledik. Kaza alanını geçerken fark ettik ki bizim gibi sırada bekleyen sadece ağır vasıtalar kalmış; demek ki bizim bilmediğimiz, küçük araçların bir geçiş önceliği varmış. Tekrar gecenin bir yarısı dönebildiğimiz otelimizde son gecemizi geçirdikten sonra, Güney Afrika'da bulunmamızın asıl sebebi olan, safari alanına doğru yola çıktık.

Yolda yediğimiz hatalı sollama cezasını saymazsak ki polisler oldukça sevecen ve dost canlısıydı, sohbet sonrasında cezanın beşte birini kendilerine harçlık olarak vermeye ikna ettiler bizi, yolumuz oldukça rahattı. Birçok yerde radar ile hız kontrolü yaptıklarından, hız limitlerine oldukça uymak gerekiyor. Kruger Park'ın ana girişinde formaliteleri halledip içeri süzüldüğümüzde, elimizdeki haritamıza göre bir rota belirleyip dolaşmaya başladık.

5 günlük safarimizde Big Five'ı; yani aslan, leopar, fil, gergedan ve öküzü ve tabii ki daha nice vahşi hayvanı, en azından kafeslerin arkasında değil de nispeten doğal yaşamlarında diyebileceğimiz ortamlarda görme fırsatını elde ettik ve çok sayıda fotoğraf çektik.

Parkta arabadan inmek kesinlikle yasak, gerçekten de etrafınız vahşi hayvanlar ile dolu ve onlar çok hızlılar… İlk günümüzde yaşanan sinirli bir fil ile riskli bir karşılaşma, bize onlara karşı daha saygılı ve mesafeli durmamız gerektiğini hatırlattı. Asla ama asla bir filin geçiş yolunu bir daha kapatmadık.

Rehberli ciplerle de safariye katılmamıza rağmen, biz kendi başımıza arabamızla yaptığımız yolculuklarda daha keyifli, heyecanlı ve bereketli turlar yaptık. İlk iki günümüzde, parkın dışında bir Lodge'da kaldığımıza pişman olduk ve park içinde de kalınması gereken daha iyi lokasyondaki Lodge'leri keşfettik. Bu ilk tecrübemizde de oldukça keyif aldık… Kenya ile karşılaştırıldığında Güney Afrika'daki parklar oldukça yeşillik ve oradaki gibi büyük grupları göremiyorsunuz. Bir dahaki sefere tercihimiz Kenya ve çevresi olacaktır.

Johannesburg'a aşırı hız cezasını aldıktan sonra ulaşıp, aracımızı teslim edip tekrar Cape Town'a döndük. Burada yine kiraladığımız arabamız ile buraya gelmişken görmeden dönmek olmaz diyerek; kıtanın en güneyindeki, Cape of Hope (Ümit Burnu)'u ziyaret ettik.

Cape Town'un gerek merkezi gerekse çevresi çok keyifli… Otelimizin Table Mountain manzaralı penceresinden, her sabah dağın üzerindeki bulutları seyrederek uyanmak ayrı bir keyifti. Şarap bağları ve devekuşu çiftliği mutlaka ziyaret edilmesi gereken noktalardan… Almış olduğumuz yumurtalardan birini, dayanamayarak otel odamızda kırarak omlet yapmaktan da geri kalmadık.

Timsah derisinden sonraki en pahalı ve kanguru derisinden sonra en sağlam deri olan devekuşu derisi çantalara uzaktan hayranlıkla baktıktan sonra buraya gelmemizin ikinci amacı olan kafes ile büyük beyaz köpekbalığı dalışı için Mossel Bay'e geçtik, ancak hava durumunun elverişli olmaması sebebiyle bu aktivitemizi iptal etmek zorunda kaldık. Fok Adası’na gitmek için ulaştığımız limanda uygun fiyata alışveriş yapma imkânı bulduk. Çok sıkı pazarlık yapmak gerek, satıcıların bazıları da Türkçe biliyor, daha doğrusu aranızdaki konuşmalarınızı anlayabiliyorlar, haberiniz olsun. Sis sebebiyle Fok Adası’na geçemedik ama yaşlı bir adamın alıştırdığı iki foku, elimiz ve ağzımız ile besleyerek keyifli vakit geçirdik.

Güney Afrika Cumhuriyeti gezisine en azından iki hafta ayırmanız lazım. Araba kiralamanızı tavsiye ediyorum, trafik ters akışlı olmasının dışında oldukça rahat ve kurallara uyuyorlar. İngilizceniz iyiyse, kendinize bir rota hazırlayıp özgürce kıtanın güneyini gezmeniz çok keyifli olacaktır. Mutlaka tekrar yapacağım rotalardan biri oldu Güney Afrika...

HALUK İSKORA

Yazar Hakkında

HALUK İSKORA

18 yaşımdan beri sualtı dünyasını keşfetmekteyim. Eğitmen balıkadam, teknik dalıcı ve sualtı rehberiyim.