San Francisco, aslında filmlerden insanın göz aşinalığı olan; sokaklarında gezerken hiç yabancılık çekmediği bir şehir.

Benim izleyip de hatırladıklarım; Hulk, Kasımda Aşk Başkadır (Sweet November), Kuşlar, Temel İçgüdü, Umudunu Kaybetme, Dr. Dolittle, 6 Hero, Alcatraz’dan Kaçış, Batman Forever, Mrs. Doubtfire ve Düğün Planlayıcısı (Wedding Planner). Daha bugün izlediğim deli saçması bir romantik komedinin bile son sahnesi San Francisco’da geçiyordu ve daha ismini hatırlamayıp da sahnelerini hatırladığım bir sürü film… İşte filmlerden görüp de meraktan ortadan ikiye çatladığımız, sevgilimle bir gün sokaklarında yürümek istediğimiz bu şehir artık hayalimiz değildi. Sokakları, bizim sokaklarımızdı :)

San Francisco, gerçekten insanın içinde kaybolmak isteyeceği türden şehirlerden. Bol yokuşlu caddelerinde bir aşağı bir yukarı araba sürmekten inanılmaz keyif alacağı, her yokuşun başında harika bir manzarayla karşılaşacağı, trafikte kaybolmaktan zevk alacağı, köprülerinden geçerken bir eli direksiyonda bir eli kamerada deli gibi fotoğraf çekmek isteyeceği, harika evlerine bakarak aval aval caddelerinde yürüyüş yapmak isteyeceği bir şehir. İşte bu yüzdendir ki, bu şehre insan mutlaka ömrü hayatında bir kez gitmeli…

San Francisco’da görülecek çok yer var. Hal böyle olunca en az üç gün gerekiyor uyarmadı demeyin. Şehrin büyük olduğunu ve örümcek ağı misali otobanlarında trafiğin günün her saatinde İstanbul misali akın akın olduğunu da belirteyim de tatil planınızı yaparken bunları göz ardı etmeyin. Biz Küçük Gezgin ile San Francisco’da görmek istediklerimizin tabii ki hepsini değil ama hemen hemen hepsini görebildik diyelim.

Bu harika şehir aslında tarih boyunca depremler ve yangınlardan harap olmuş; ama her yıkımda eskisinden daha güçlü bir şekilde kurulmayı becerebilmiş bir şehir. Ama bu dirilişinin, San Francisco’yu San Francisco yapan şeyin temelinde “Altın” yattığını hemen söyleyeyim. 1800’lerin sonunda bulunan altın kaynaklarından sonra şehir inanılmaz göç almaya başlamış ve hem ekonomik hem de kültürel olarak şekillenmiş. Bizim anca sarrafların camında ışıl ışıl gördüğümüz altınları adamlar nehirlerinden külçe külçe bulunca 150 yıl içinde tarih yazmayı da becerebilmişler tabii :)

Tabii altınlar diyarı dediğimiz bu şehire gittiğimiz zaman gördüğümüz evsizler ordusu da şehrin bir diğer yüzü. Eğer ilk defa Amerika’da büyük bir şehre gidiyorsan; ilk başta şaşkın şaşkın, hatta biraz ürkerek, onlardan uzak uzak yürüyerek geziyorsun. Ama bir süre sonra şehrin ve yaşamın bütünlüğünde öyle bir yer almışlar ki duruma alışıyor ve onlarla sohbet etmeye başlıyorsun. Biz Küçük Gezgin ile alışveriş arabasında eşyaları, şehrin ortasında yatan evsizleri ilk gördüğümüzde çok şaşırmıştık. Hayatın bu yüzünü Çakıl’a anlatabilmem günlerimi aldı. Ama saklayacak bir durum da yoktu. Bu hayatın bir gerçeğiydi sonuçta. Bir süre sonra otobüslerde onlarla seyahat ederken kokularına, kıyafetlerine alıştık ve sohbetler etmeye başladık. Ama büyük şehirlerdeki evsizlerin oranı, küçük şehirlerle kıyaslanamaz durumda. Küçük şehirlerde gün içinde en fazla 5-6 tane evsiz görürken büyük şehirlerde, sahiller, parklar, metro girişleri, otobüs durakları her yer evsizlerle kaplı. San Fransisco’da şehirde yürüdüğümüz anda karşımıza çıkan ilk parkta evsizlerle karşılaştık. Biz Küçük Gezgin ile bu durumu çok yadırgamadık; gözümüz ne de olsa biraz biraz alışmıştı bu duruma. Ama ilk defa bu kadar evsizi San Francisco’da gören sevgilim ilk gün kendine gelemedi onu da söyleyim. Çoğu dileniyor, ama kartların üstüne yazdıkları yazılarla. Kimi ufak tefek gösteriler yapıyor, kimi ise sadece oturuyor. Ama pek çoğu daha sabahtan alkole başlıyorlar. Bir kısmının akıl sağlığının pek yerinde olmadığını açıkça görüyorsun ama pek çoğu hem fiziksel hem de mental olarak aslında sağlıklılar. Ama evsiz olmak, çalışmamak ve alkol bağımlılığı yaşam şekilleri olmuş gibi görünüyor. Gündüz gözüyle ürkütücü değil şaşırtıcı olan bu görüntü, geceleri ıssız sokaklarda insanı biraz ürkütebiliyor. O yüzden büyük şehirlerde geceleri ana caddelerde ve insan içinde gezmeyi tavsiye ederim.

Bu şehir, köprüleri, trafiği, insanları, binalarıyla insanı şaşkına çevirmiyor değil. Gökdelenleri İstanbul’un yeni yüzüyle karşılaştırınca az kalıyor tabii ama zaten San Francisco deyince insanın aklına gökdelenlerin gölgesi gelmiyor ki… O şehrin tüm yokuşlarında sıra sıra dizili harika evler geliyor. Tüm ara caddeler, şehrin iş merkezleri dışındaki her caddesi bu iki-üç katlı evlerle kaplı. Hepsinin bahçesi yemyeşil, hepsi bakımlı ve güzel. Ünlü evleri, caddeleri var. Ama ünlü olmayan evleri de bir o kadar güzel.

Eğer San Francisco’da kalmıyor ve yakınlardan geliyorsanız işe gidiş ve işten dönüş saatlerinde yollara dökülmemeniz en büyük tavsiyemdir. 6 şeritli otobanlardaki trafik dudak uçuklatan türden. Ama şehir merkezinde korna sesi dahi duymadan vızır vızır akıyor trafik. Sinirleri alınmış bir şekilde araba kullanıyorlar. Sevgilim navigasyon kullansak da ara ara keskin dönüşler yapmak, arabaların önüne direksiyon kıvırmak zorunda kaldı. Bizde olsa korna küfürünü yemiştik. Hani uzuuuun uzuuun çalarlar; ve bilirsin ki trafik dilinde bu ana avrat küfür etmektir. Valla San Fransisco’da kornanın sesini duymadık bile :)

San Francisco çok güzel bir şehir. İnsan arabayla, ünlü Cable Car’larıyla, troleybüsleriyle ve yürüyerek şehrin pek çok sokağına girip çıkmalı. Gidilecek çok yer, yapılacak çok şey var.

San Francisco’ya gelmişken yapmadan dönmemeniz gerekenler ise

  • Amerika’nın en güzel şehir binalarından biri olan San Francisco City Hall’u mutlaka görün.
  • Cable Car ile şehrin yokuşlarında mutlaka bir tur atın.
  • Yetmez bir de şehrin gezmediğiniz tarafını troleybüsle gezin.
  • Union Square’de mutlaka gezinin.
  • Amerika’nın en büyük Çin Mahallesi China Town’u mutlaka ziyaret edin.
  • San Francisco’nun olmazsa olmazı Fisherman’s Wharf (Liman)’a gidin ve günün büyük kısmını orada geçirin.
  • Fisherman’s Wharf’ın en güzel limanı Pier 39’a gidip bir tur attıktan sonra mutlaka deniz ürünleri yiyin.
  • Pier 39’da Deniz Aslanları (Sea Lions) güneşlenme teraslarında onları izlemek için en az bir saatinizi ayırın.
  • Pier 39’dan kalkan gezi tekneleriyle hemen karşıda görünen ünlü Alcatraz Adası’na bir gezi yapın ya da Golden Gate Köprüsü manzaralı bir tekne turu.
  • Başka yerleri gezmeniz bittiğinde güneşin batışı için tekrar Pier 39’a gelin ve bir de buranın tadını ışıl ışılken çıkarın.
  • Ünlü Lombard yokuşundan bir arabayla bir de yürüyerek inin.
  • Pek çok filmden gözünüzün aşina olduğu Painted Ladies (Victorian Houses) evlerini görün.
  • Golden Gate Köprüsü’nden arabayla geçin.
  • Golden Gate Köprüsü’nden karşıya geçip dağ eteğindeki seyir terasından köprüyü avuçlarınızın içine alıp manzaranın tadına varın.
  • Tepenin aşağısındaki MarinaHeadLand ‘e inin. Bay Area Discovery Museum var. Görmeden dönmeyin.
  • Golden Gate Park için gününüzün büyük kısmını ayırın.
  • Biraz şehirden uzakta olsa bile, bir gününüzün yarısını harika manzarasıyla insanı büyüleyen Half Moon Bay sahiline ayırın, okyanus kenarında mangal yaparak dalgaların sesini dinleyin; pantolunu kıvırıp dalgaların tadını çıkarın.

Yazı dizisinin ikinci bölümü için buraya tıklayabilirsiniz.

Sema Çelepci

Yazar Hakkında

Sema Çelepci

İçindeki gezme dürtüsünün hiç rahat bırakmadığı, göreceği yeni yerlerin hayaliyle uyanan; İKİ GEZGİN RUHUN KÜÇÜK GEZGİNLE MACERALARI fikrinden yola çıkarak Küçük Gezgin ile her yere gitmekten büyük