Macera mı? O Zaman Namibya

Bir ülke hayal edin… Mesela üzerinde yaşadığımız yeryüzüne pek benzemesin, içinde vahşi yaşam olsun, farklı bir bitki örtüsü olsun, yerel kabile yaşamları olsun, çok büyük olsun, zaman zaman çöl olsun ve turuncudan maviye renk cümbüşü olsun. Unutmadan geceleri de yıldızları tutabilecekmiş kadar da gökyüzüne yakın olsun.

Bu ülke NAMİBYA. Evet, yanlış duymadınız. Güneyinde Güney Afrika, kuzeyinde Angola, doğusunda Botswana ve hatta Zambiya’ya küçük bir sınırı olan ve batısında Atlantik Okyanusu ile serinleyen bu muhteşem ülkeye gitmek için planlarımızı yaptık ve motorlarımızı hazırladık. Yolculuğumuz Cape Town’dan başlayacak ve Namibya’nın en önemli noktalarını gezerek 4500 km sonunda tekrardan başladığımız noktada bitirecektik.

Sürpriz bir günle başladık aslında. 148 yıl sonunda turkiye’den Güney Afrika’ya gelmiş olan Türk hücum botlarından Oruç Reis’in kaptanı ve ekibi bizi yola çıkmadan önce gemide kahvaltıya davet ettiler. Bu karşı konulamaz teklif sonrası sabah 07.00’de gemide buluştuk. Yol öncesi gerçekten özlenmiş olan muhteşem kahvaltı ve keyifli sohbet sonrası iyi bir motivasyon ve enerjiyle bu nazik davet için çok teşekkür ederek iki taraflı iyi yolculuklar diledik birbirimize. Onlar Hint Okyanusu’na, biz Atlantik kıyılarına doğru ayrılarak maceralarımıza başladık.

Yaklaşık 650 km’lik asfalt ve off road ağırlıklı yolculuğumuz sonrasında gün batımıyla birlikte Namibya sınırına yakın kamp bölgemize ulaştık. Bu tarz seyahatlerde özellikle işin içinde kamp varsa iş bölümü çok önem kazanır. Bir grup kamp alanını hazırlar, diğer bir grup ise kampların vazgeçilmez ortamı ateş ve mangal kısmını üstlenir ve sonunda keyifli bir ortam hızla oluşur. Vardıktan tam 45 dakika sonra yaşam alanımız kurulmuş ve ertesi gün ve sonrası için sohbetlere başlamıştık bile. Uzun süreden sonra çadırda uyumayı özlemiş biri olarak mis gibi bir havada keyifle uyudum diyebilirim kendi adıma : )

Sabah çadırlarımızın üzerine düşen o yağmur damlalarının çıkardığı sesler havanın geçici de olsa bir süre yağmurlu olacağının habercisi gibiydi. Erkenden kampımızı topladık ve keyifli bir kahvaltı sonrası Namibya sınırına doğru yola çıktık…

Çok ülkede ve çok farklı coğrafyalarda motosiklet kullandım ama bu yol gibi eşsiz bir flora ve manzaraya sahip bir yerde kullanmadım diyebilirim. 60 km’lik off road parkur hızla bitti ve inanılmaz kareler hafızamda kaldı.

Böyle bir coğrafyada motor kullanmak gerçekten gezinin ve ülkenin lezzetini arttırıyordu.

Sınır kapısında sadece biz vardık. Bu rotayı tercih etme nedenlerimden birisi de buydu açıkçası. Bugün gideceğimiz yer Fish River Canyon. Grand Canyon’dan sonraki en büyük genişliğe sahip ikinci kanyon.

Her ülkenin her coğrafyanın beraberinde getirdiği bir takım kurallar ve uyarmasalar da bilmeniz gereken bazı dinamikler vardır. Burada da varsa yol tabelalarına toprak yol ya da asfalt fark etmeksizin dikkat etmek, yoksa da her an etrafta olan biteni gözlemlemeniz gerekir.  Örneğin; Geyik çıkabilir! Çıktı, Çakal çıkabilir! Çıktı, Sırtlan çıkabilir! Çıktı, Zebra çıkabilir! Çıktı, Zürafa çıkabilir! Çıkmadı, Fil çıkabilir! Çıkmadı, vb. durumlara hazırlıklı olmakta fayda var.

Kısacası Namibya’da insan kaynaklı risk insan olmamasından dolayı yok gibi : ) O yüzden daha güvende hissedebiliyoruz kendimizi. Yol boyunca sadece ana arter geçişlerde araç görüyoruz, onun dışında sadece doğa ve hayvan, daha güzel ne olabilir ki?

Küçüklüğümden beri gezginlerin kitaplarını okumayı çok severim. Hep şu cümle aklımdadır. “Afrika’da gün bir başka batar” Evet, Afrika’da yaşıyorum ve her seferinde aynı heyecanı ve keyfi her seferinde hissediyorum.

Artık son 40 km’miz kalmıştı ve milli parka yaklaştığımız için gün batımının önünden zıplayarak yolu geçen impalalar, bizi meraklı gözlerle izleyen zebralar anı eşsiz hale getiriyor ve sürüş keyfini unutulmaz kılıyordu. Havanın kararmasıyla birlikte yola daha fazla devam etmeme kararı alarak, sürpriz bir noktada kalıyoruz.

En yakın yerleşim yerine 150 km mesafedeyiz. Güzel bir yemek sonrasında biraz dışarı çıkıyorum. İki muhteşem ortam bir arada… Soğuk ama hafifçe esen rüzgârın çarptığı yüzeylerde çıkan sesle birleşen hayvan sesleri, doğanın kendine özgü melodilerini eşsiz güzellikteki gökyüzüyle birleştiriyordu. Hayal etmek için gözünüzü kapatmanıza gerek olmayan bu gerçek an ile vakit geçirdikten sonra artık dinlenmek için gözleri kapatma vakti gelmişti.

Sabah güzel bir güne merhaba diyoruz artık gün sıcaklığı iyice artmaya başlamıştı. Bazen 30 dereceleri bulduğu oluyordu. Her türlü hava koşuluna hazırlıklıydık bu yüzden sorun yoktu. Benzinlerimizi doldururken küçük bir helikopter de kaldığımız yere inerek aynı yerden benzin almak istemişti. Ülkede yakıt noktalarının ne kadar az olduğunun bir göstergesiydi bu : ) Fish River Canyon’a doğru yola çıktık ve bu eşsiz kanyonda geçirdiğimiz vakit sonrasında açıkçası dünyaya ait bir yerde miyiz yoksa Mars’ta mıyız diye beni düşünceler sardı. Flora ve faunası eşsiz ve özel olan bu kanyon, birçok outdoor sporun yapılmasına da imkân tanıyor. Evet, biliyorum çok görülecek yer var ama burası listenin başlarında olmalı şimdiden notunuzu alın derim.

Rotamızı vahşi atlar bölgesi olan Lüderitz’e doğru çeviriyoruz. Bugünün sonunda Atlantik Okyanusu’nu görecektik. Yol boyunca vahşi atlarla ilgili uyarılar ve çoğu insanın alışık olmadığı “sırtlan çıkabilir” tabelaları başlamıştı.

Namib Çölü’nün başlangıcı olan bu bölgede yol kenarları devasa kum tepeleriyle görsel bir şov yaparken, rüzgârın etkisiyle kumlar yolu süpürüyor ve geçtiğiniz yol üzerinde kum biriktirmeye başlıyordu. En çok gördüğümüz uyarılar; Wind (Rüzgâr), Sand (Kum) ve vahşi hayvanlarınkiydi…

Lüderitz, küçük bir liman şehri ve buraya gidildiğinde ıstakoz ve istiridye severleri hoş sürprizler bekliyor olabilir : ) Buraya gelmemizdeki nedenlerden birisi ise Ghost Town (Hayalet Kasaba) 1900’lü yılların başında elmas aramak için kurulan bu kasaba, 1954’e kadar bir şekilde kum fırtınalarıyla başa çıkabilmiş ama sonrasında elmas arama işi de bitince terkedilmiş. Şuan bir kısmı kumlar altında kalmış olan bu kasabaya sabah erken saatlerde gelip ziyaret ediyoruz. Gerçekten doğru isim konmuş. Kendinizi o döneme ait bir film karesinin içinde hissedebilirsiniz kolaylıkla…

Yollar uzun ve zorlu, bugün benzin ve Namibya’nın en iyi elmalı tartını yiyeceğimiz Helmeringhausen’de durup Namib Çölü’nün göbeği olan Sossusvlei’ye doğru uzun bir sürüş gerçekleştireceğiz.

Namibya’da zemin koşulları çok değişken, çölde olduğunuz için gideceğiniz güzergâhtaki kum miktarı sürekli değişken olabiliyor. Yol bize kendini göstermeye başladı ve kum miktarı gitgide artmaya başladı. Esas sürprizin bizi nerede bulacağını biliyordum açıkçası. Sossusvlei’ye son 240 km tabelasını gördüğümüzde güzergâh farklı bir yola dönüyordu. Hızımız gayet iyiydi ve yolun keyfini çıkartıyorduk… Sonra yol bir anda güm batımıyla birlikte derin kuma dönüştü artık süratimiz baya düşmüştü sürekli saplanan motorlar ve onlarla boğuşan bizler havanında kararmasıyla birlikte sık sık molalar vererek yola devam ediyorduk… Saat 21.00 evet hala yoldayız. Tüm eşyalarımızla birlikte çok ağır olan motorlarımızı kumda kullanmak kolay değildi. Ama işin keyfi ve ruhu o anda ortaya çıkıyor işte. Bir süre sonra motorumu kenara çekiyorum ve mola zamanı. Biltonglar (kuru et) ve kuruyemişler çıkıyor ve sohbet etmeye başlıyoruz, derken son 350 km’dir ne bir araç ne de bir insan görmediğimizi hatırlıyor ve diyoruz ki şuan Namibya’da doğanın ortasında parlak bir gökyüzünün altında muhteşem keyifli bir gecede mis gibi kokan bir doğada sürüş yapıyoruz, bundan daha zevkli başka bir şey olmasını düşünemezdik. Gerçekten rotamızın en zorlu kısmını geride bırakmak üzereydik. Grubun kopmaması için bir yerde duruyorum ve kontağı kapatıyorum! İşte o anda hiç beklenmeyen bir durum daha kendini gösteriyor. Bir sırtlan ki Afrika’da safarilerde bile kolay görülmez o sırada hızla önümden geçerek karanlıkta kayboluyor. Bu gerçekten ödül gibi bir andı diyebilirim. İçimden Afrika’yı seviyorum diyerek yola devam ediyoruz.

Artık kalacağımız yere gelmiştik ve bu noktada 2 gün kalacaktık. Çünkü ertesi gün Atacama Çölü’nden sonraki en büyük çöl olan Namib Çölü’nü gezecek Dead Valley’i görecektik. 

Çok yorulmuştuk ama gerçekten çok iyi bir performans çıkartmıştık.

Sevdiğim bir söylem vardır seyahatlerle ilgili; “Seyahat sırasında sürprizler yaşamıyorsanız, döndüğünüzde anlatacak bir hikâyeniz yoktur” der gezenler.

Özellikle bu geceden sonra bizim anlatacak çok hikâyemiz vardı : )

Bu yorgunluğun üzerine sabah çok erken 5.00’te kalktık, kahvaltı ve 4×4 aracımıza binerek Dead Valley’e doğru yola çıktık.

Bu bölge gerçekten sizi başka bir dünyaya alıp götürüyor, büyüleyici bir yer. Benim ikinci gelişim olmasına rağmen 10 kere daha gitsem aynı hissi yaşarım gibi geliyor. Muhteşem turuncu kum tepelerinin ortasında ilerlerken 7 numaralı tepeye tırmanmak için duruyoruz.

Ayakkabılar çıkıyor ve tırmanış başlıyor. Güneş çok yükselmeden çıkmak gerekiyor, yoksa o enerjiyi bulamayabilirsiniz kendinizde sıcaktan dolayı. Esas keyifli kısım iniş… Dik yamacından aşağı kahkahalar atarak koşuyoruz, bir yandan da kendimizi kameraya kaydetmeye çalışıyoruz, düşüyoruz kalkıyoruz çocuk gibi Namib Çölü’nün keyfini çıkarıyoruz.

Bir sonraki rota Dead Valley (Ölü Vadi) burayı gördükten sonra neden ölü vadi dendiğini anlıyorsunuz. Kum tepeleriyle çevrili büyük bir alanın ortasında, çatlak kurumuş bir toprak üzerinde ölmüş ağaç gövdelerini görünce verilen isimle bütünleşiyor ortam… Bir süre dağılıp dolaşıyoruz içeride, sonrasında da artık otelimize dönüp dinleme zamanı geliyor.

Çöl ortasındaki o dinginlik tüm yorgunluğumuzu alıyor. Afrika müzikleri ve dansıyla bütünleşen ortam içerisinde keyifli bir akşam yemeği ve ertesi gün için hazırlıklar sonrasında planlanan şekilde bir başka sahil kasabası olan Swakopmund’a doğru yola çıkacağız.

Sabah erkenden tümüyle off road sürüş gerçekleştireceğimiz 350 km’lik yola başlamıştık. Çok erken saatlerd2 hayvanlar yolda olduğu için yavaş ilerliyorduk. Önümüzden springbok sürüleri sağlı sollu zıplayarak geçerken bizlere seyri keyifli bir atmosfer yaratıyorlardı. 110 km sonra Namibya’nın en popüler noktalarındanbirisi olan Solitaire’e geliyoruz. Motorlarımıza benzin, kendimize elmalı tart ve kahve alıyor biraz keyif yapıyoruz. Burası gerçekten Namibya’ya yolu düşen herkesin durduğu bir yer. Sabah benzincide karşılaştığımız, dünyayı gezen Avusturalyalı motorcuyla tekrar karşılaşıyoruz ve sohbetimize ortak oluyor. 2 yıl boyunca tek başına dünyayı gezmek için yollara düşmüş.

Yollarda olmanın en güzel taraflarından birisi de sizin gibi yollarda olanlarla sürekli karşılaşıyor, yeni insanlar tanıyor ve yeni hikâyeler duyuyor olmak. Molamızın ardından, yolcu yolunda gerek diyerek tekerlerimizi döndürüyoruz. Zaman zaman kum zeminle karşılaşmalarımız başlıyor tekrardan. Güzergâhımız üzerinde 2 tane çok güzel pass geçeceğiz bugün, derken birinde duruyorum. Yanımızda taşıdığımız sıcak kahvelerimizden yudumladıktan sonra tekrar yola devam ediyoruz. Bu yol zaman zaman uzun ama eğimi ters olan virajlarla dolu, o yüzden dikkatli olmak gerekiyor. 10 km sonra yolun kenarında kısa bir süre önce takla atmış bir araç görüyorum ve duruyoruz hemen. İçerisindeki aile, daha yeni çıkmış, neyse ki herkes iyi. İsveç’ten tatile gelmişler ve Namibya’yı geziyorlarmış. Çölün ortasında 6 motoru görünce onlarda seviniyorlar tabii. Hemen arabalarını çeviriyoruz ve geçmiş olsun diyerek yolumuza devam ediyoruz. 

Her kilometresinde kokuların değiştiği, renklerin farklılaştığı ve coğrafyanın değiştiği bu yollarda, motosiklet kullanmak gerçekten bir motorcu için çok tatmin edici ve bir o kadar da özeldi.

Artık Swakopmund’a 37 km kala en özel manzaralı yollardan birisi başlamıştı. Manzarayı görmeden kokudan tahmin edebiliyordum. Dev kum tepeleri sağlı sollu yolları çevrelemişken rüzgârla birlikte burnuma yosun kokusu gelmeye başlamıştı. Kuzeye döndüğümüz andan itibaren sol tarafımız Atlantik Okyanusu, sağ tarafımız Namib Çölü şeklinde bizlere şov yapıyordu sanki. Bunun üzerine gün batımını da ekleyince, zorlu yol bizi ödüllendiriyordu adeta.

Ertesi gün off günümüz, hem motorların bakımını yapmak gerekiyordu hem de yapılacak birçok aktivite vardı. Cengiz, Sinan ve Lori 10.000 feet’ten sky diving yapmak için ayrıldılar. Mirgün ve Erdil de bisikletle şehri gezmeye karar verdiler. Ben de motorların bakım ve eksiklerini tamamlayınca bisiklete atladığım gibi bu keyifli kasabayı gezmeye koyuldum. Daha önceki gelişimde ben de atlamıştım 10.000 feet’ten görsel kalite olarak daha iyi bir nokta olduğunu zannetmiyorum dünyada…

Aslında bir yandan da dönüş yolumuza başkent Windhoek’tan sonra asfalt olarak devam edecektik. Off road kısım bitmişti. Uzun bir yol olacağı kesin ama artık Güney Afrika’ya dönme vakti gelmişti. Her keyifli seyahatin sonu vardır ve bitmesine yakın yeni planlar yapılır, uçak biletleri yakılsın istenir, dönmeyelim devam edelim denir. İşte en sevdiğiniz tatlıdan bir çatal alıp, kalanı yiyememek gibidir seyahatler

Ne kadar iyi ifade edebildim Namibya’yı bilmiyorum ama her şekilde bu ülkeden biraz zaman çalmayı unutmayın hayatınızın bir aralığında…

Afrika’dan Sevgiler…

Sarper SESLİ

SARPER SESLİ

Yazar Hakkında

SARPER SESLİ

1975 yılında doğan Sarper Sesli küçük yaşlarda başlayan doğa sporları merakına bir çok farklı dalda devam ederken, Türkiye'nin ilk Bungee Jumping Jump Master'ı olarak 5 yıl süren profesyo