On İki Adalargrubunun en büyük adası olan Rodos’tayız. Yelkenli ile uzaktan Rodos’a yaklaşırken gördüğümüz iki geyik heykeli karşılıyor bizi. İsimleri “Elefos” ve “Elafina” olan bu heykeller adeta Rodos’un en önemli limanı olan Mandraki Limanı’nı gözlüyor.
Rodos’un simgesi haline gelmiş olan geyik heykeli zamanında büyük Rodos heykelinin yani Kolossos’un bulunduğu yerde duruyor.
MÖ 280’de Dorlar tarafından yapılan heykel, Rodos limanının girişinde inşa edilir. MÖ 304′te gerçekleşen Rodos kuşatmasında kullanılmış olan tunçtan yapılma silahlar eritilir ve bu heykelin yapımında kullanılır. 32 metre yüksekliğindeki Rodos Heykelinin heykeltıraşı ise Lindoslu Khares. Lindoslu Khares’in bu eseri ile Güneş tanrısı Helios tasvir ettiği düşünülüyor. Hatta söylenene göre limana gelen gemiler bu heykelin bacaklarının arasından geçiyorlarmış ve heykelin elindeki meşaleyi yakmak için heykelin içinden meşaleye kadar çıkan bir merdiven varmış. Ama heykel MÖ 225’de gerçekleşen bir depremde yıkılmış. 654 senesinde Araplar Rodos’a girene kadar yıkılan heykel yan yatar vaziyette harabe halinde kalmış. Heykelin parçaları ise Araplar buraya gelince Suriyeli bir Yahudi’ye satılmış. Çok badireler atlatmış olan Kolossos yapıldığı dönemde Rodos halkı için beraberliği temsil ediyormuş.
Teknemiz limana yanaştı. Karşımızda büyük bir saat kulesi, etrafta ise çok sayıda tekne ve motoryat var.
Bu liman bu seferki Yunan Adaları seyahatimizde gördüklerimizden çok daha geniş… Üstelik en önemli artısı buradaki liman işletmesi limana demirleyen teknelere ücretsiz wi-fi sağlaması. Maalesef diğer limanlarda teknedeyken Internet bağlantımız yoktu, ama bu limanda var : )
Şövalyeler Adası olarak anılan Rodos, gerek yüzölçümü gerekse nüfusu açısından On İki Adalar’ın en büyüğü. Ada nüfusu yaklaşık 130 bin kişi. Uzunluğu 80 km genişliği ise 38 km. Dolayısıyla bu büyük adada dolaşmak için bu kez motosiklet yerine araba kiralamayı tercih ettik. Ancak araba kiralama ücretleri hiç te düşük değil. Biz Nissan Micra marka bir aracı günlük yaklaşık 80 Euro’ya kiraladık. Adada her yere taksi ile de ulaşmak mümkün. Taksiler fiks fiyat uyguluyorlar.
Rodos gerçekten büyük bir ada. 2400 yıllık bir geçmişe sahip olan adanın her yerinden tarih fışkırıyor. MÖ 478’de Atina Birliği’ne dâhil olan adaya St. Jean Şövalyeleri’nin gelişi 1309 senesine rastlıyor. Ada 1509’da Kanuni döneminde Osmanlı İmparatorluğu himayesine geçinceye kadar burada Şövalyeler hakim oluyor. 1509’dan sonra ada yaklaşık 390 sene boyunca Osmanlı egemenliği altında kalıyor. Bu nedenle adada bu dönemde inşa edilmiş çok sayıda Osmanlı yapısı da var.
1912’deki Trablusgarp Savaşı sonrasında ada İtalyanlar tarafından işgal ediliyor. 1923’teki Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesinde bu ada halen İtalyan işgalinde olduğu için burada yaşayan türkler mübadeleden kurtulurlar. Bu nedenle halen Rodos’ta küçük bir Türk azınlık yaşamaktadır. 1948 senesinde ise İsmet Paşa’nın onayı ile diğer On İki Adalar gibi Rodos’unda yönetimi Yunanistan’a bırakılır.
Rodos’a girdiğiniz andan itibaren adanın her yerinde Ortaçağ havasını hissedebiliyorsunuz. Özellikle Rodos’ta Tapınak Şövalyeleri tarafından yapılmış olan kale ve Orta Çağ’dan kalma mahalle UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alır. Çünkü burası tüm Avrupa’daki en iyi korunmuş ve en büyük Orta Çağ şehridir.
Etrafı surlar ile çevrili olan ada yıllar boyu çok korunaklı kalmış.
Biz de bu surlardan içeriye girerek Rodos sokaklarını solumaya başlıyoruz. Öncelikle sur içinde yürürken her yerin benzer mimaride ve aynı renkte olması tarihi dokuyu bütünleştiriyor. Yerdeki kaldırımlar yine diğer Yunan Adaları’nda olduğu gibi taşlar dizilerek yapılmış ve ortama çok otantik bir hava veriyor.
Bu sokaklarda dolaşırken her an köşeden bir şövalye çıkacak hissi ile yürüyorsunuz. Biraz devam ettikten sonra Şövalyeler sokağına ulaştık. Rodos’un mutlaka görülmesi gereken yerlerinden biri olan sokak boyunca uzanan binalar dışarıdan bakıldığında aslında dev kocaman bir bina gibi görünüyor. Oysaki burada sıralanmış olan binalar farklı amaçlara yönelik hizmet veriyorlar.
Bu sokak boyunca çekim yaparak ilerledim. Sokak boyunca orta çağ şövalyelerinin evlerini görebiliyoruz. Bu evler günümüzde o dönemde o evde yaşayan şövalyenin milliyetine göre günümüzde konsolosluk binasına ya da müzeye çevrilmiş.
Bu sokak üzerinde bir de Cem Sultan’ın evi var. Cem Sultan zamanında abisi 2. Bayezid’i tahtan indirip yerine geçmek için Rodos Şövalyeleri’ni abisine karşı örgütlemiş. Ama şövalyeler bozguna uğrayınca ada Osmanlı’da kalmaya devam etmiş.
ArdındanRodos Büyük Üstatlar Sarayı’na (Grand Masters Palace) ulaştık.
Saray hem dış görüntüsü ile hem de içyapısı ile göz kamaştırıyor. İçeride ister istemez kendinizi tarihte bir yolculuğa çıkmış olarak buluyorsunuz. Dev merdivenler, gösterişli mozaikler, mermerden yapılmış detay heykeller… Hepsi görülmeyi hak ediyor.
Sarayın içi biraz loş… Bu da ortama daha bir enteresanlık katıyor.
Hatta bir ara sarayın içinde koridorlar arasında yürürken yolumuzu kaybettik.
Ardından sarayın iç avlusunda bulduk kendimizi.
Sonra yine şövalyeler sokağında yürüyüşe koyulduk. Burada bazı şövalye evlerinin içine de girdik. Dediğim gibi günümüzde bu binaların bir kısmı müze, bir kısmı ise konsolosluk olarak hizmet veriyor.
Şövalyeler sokağının en başında ise Rodos Arkeoloji Müzesi yer alıyor. Giriş ücreti 6 Euro olan müzede ağırlıklı olarak klasik Yunan öğelerini görebiliyorsunuz.
Büyük Üstatlar sarayının hemen arka tarafında Kanuni Sultan Süleyman Camii’ni görüyoruz. 1523 senesinde yapılmış olan Kanuni Sultan Süleyman Camii, Rodos’un en görkemli camisi. 390 sene boyunca Osmanlı egemenliğinde kalan adada Osmanlılar çok sayıda eser inşa etmişler. Zaman içinde günümüze Osmanlılar döneminde 11 camii, 18 mescit, 12 çeşme, 3 hamam, Sultan Süleyman İmareti, Saat Kulesi, Fethi Paşa Rüştiyesi, Hafız Ahmed Ağa Kütüphanesi kalmış. Camilerden de günümüzde faal olanlar sadece Kanuni Sultan Süleyman Camii ve İbrahim Paşa Camii’dir.
Ardından Rodos’un daracık sokaklarında yürüyüşe başladık. Uzun Çarşı olarak da bilinen Sokrates Sokağı’nda çok sayıda hediyelik eşya dükkânı görmek mümkün. Özellikle de şövalyelere ait zırhlar, biblolar ve kılıçların satıldığı dükkânlar çok popüler.
Bu mağazalar özellikle Murat’ın çok hoşuna gidiyor. Biblo mu alsak, zırh mı, kılıç mı falan derken bir kılıç ve bir şövalye başlığı ile çıkıyoruz mağazadan.
Yavaş yavaş hava da kararmaya başladı. Biz de Rodos’un en önemli meydanlarından biri olan şadırvan meydanına doğru yürümeye başladık. Şadırvan Meydanı’nın bir diğer adı ise Hipokrat Meydanı. Bu meydanın ortasında bir şadırvan var. Zaten adını da buradan alıyor. Meydanın çevresinde dizili olan çok sayıda kafe ve restoran yer alıyor.
Biz de bu restoranlardan birinde oturup ızgara kalamar ve ahtapot sipariş ettik. Oldukça lezzetliydi.
Ardından uyumak üzere Mandraki Limanı’nda demirlemiş olan teknemize doğru yürüyüşe gecik. Bu bölgede gece ve gündüz işleyen ufak bir şehir turu yapan turist treni var. Fazla vaktiniz yoksa bu tren de kenti keşfetmek için güzel bir seçenek olabilir.
Rodos’ta gezilecek ve keşfedilecek çok yer var. Bir sonraki gün Rodos adasındaki Lindos’a gideceğiz.
Görüşmek üzere…
Yazının birinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Yazının ikinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Yazının üçüncü bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.