Osmanlı mimarisinin izlerini sürmeye, günümüze kadar yaşatılmış bir tarihi yaşamaya gidiyoruz. Ünlü Beypazarı, Ankara’nın küçük bir ilçesi. İlk adı Laginia olan Beypazarı, Hititler, Romalılar, Bizanslılar, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı dönemlerini yaşamış ve çok önemli bir rol oynamış, Türkmen boylarına da ev sahipliği yapmış.
Ankara yakınında, İstanbul'a da yakın sayılabilecek ve hafta sonu gidilebilecek mekânlardan birisi de Beypazarı… Taraklı yazımı okuyanlar (http://gezimanya.com/GeziNotlari/hafta-sonu-mekanlari-tarakli-ve-goynuk) Taraklı ve Göynük kasabalarının; Osmanlı'dan kalma tarihi köyler, bölgenin ise “Bağdat Yolu” üzerinde olduğunu hatırlayacaklardır. Beypazarı da yine tarihi bir Osmanlı kasabası ve Roma döneminde, İstanbul'u Ankara ve Bağdat'a bağlayan önemli ve tarihi geçiş yolları üzerinde yer alıyor. Zaten Taraklı ve Göynük kasabalarına da yakın sayılır.
İstanbul'dan yola çıkıyorsanız Ankara'ya kadar gidip oradan Beypazarı'na geçmek yerine, Adapazarı'nı geçtikten sonra Akyazı sapağından çıkarsanız hem yolu 100 km. kısaltmış olursunuz hem de daha keyifli bir yoldan giderek görmediğiniz bir güzel yöre daha görmüş olursunuz. Mesela Sünnet Gölü'ne uğramanızı tavsiye ederim. Bu yol aynı zamanda Taraklı ve Göynük yönünden gelen yola bağlanıyor, hatta o yöreleri görmediyseniz gidiş ya da dönüşte yolunuzu bu güzel ve tarihi beldelerimize düşürebilirsiniz.
Beypazarı'nı ünlü yapan belki de tarihî konakları ve eski evleri. Arnavut kaldırımlı çıkmaz sokaklarının iki yanına dizili yaklaşık 3.500 civarında ahşap evleri, konakları ile tarihî dokusunu günümüze kadar korumayı başarmış. Cumbalı evleri veya kuşganalı (evlerin tavan arasındaki bölümünün çatıdan yükselerek çıkan ve depo olarak kullanılan) iki ya da üç katlı ahşap konakları, eski çarşısı yanı sıra doğal güzellikleri ile de şirin mi şirin bir beldemiz.
Ben her zaman otoyol yerine ara yollardan gitmeyi sever ve tercih ederim; böylece hiç bilmediğiniz ve göremeyeceğiniz yerler görebilirsiniz, hatta sürprizlerle karşılaşabilirsiniz. Örneğin; eşsiz manzarası, tertemiz oksijen dolu havası, yeşille mavinin iç içe olduğu yemyeşil bir cennet olan Sünnet Gölü'ne uğramayı ihmal etmeyin sakın.
Beyşehir’e hala yolunuz düşmedi ise bahar ayları bu gezi için bir fırsat, çok da güzel bir seçim. Kentin ara sokaklarında, çıkmaz sokaklarında dolaşın, pazarını gezin, yöresel ürünlerinden alın, ünlü yemeklerini tadın, havuç suyundan için, gümüş hanını gezin ünlü gümüş telkari işçiliği ile tanışın. Ahşap bir konakta konaklayın ve güzel yürekli insanlarıyla tanışın.
Tarih Kokan Beypazarı
Yol oldukça keyifli geçtiği için Beypazarı'na öğle saatlerini geçerek geldik ve hemen otelimize yerleştik. Paşa Konağı Otel; lokasyon olarak tarihi alanın içinde, çarşıya yakın, güzel bir konumda, 5 odası olan ve yerel bir aile tarafından işletilen 2 katlı eski bir Beypazarı konağı… Odalarda eskileri hatırlatan sedirler var, dolap sandığınız kapakları açarsanız şaşırabilirsiniz; dolap boşlukları banyo ve tuvalete dönüştürülmüş, hayli ilginç.
Otelimize yerleştikten sonra ne kadar acıktığımızı fark edip köy sokaklarında yürümeye başladık. Ahşap masaları ile şirin bir restoranı gözümüze kestirip girdik ve meşhur yaprak sarmasını tadarak başladık gezimize. Gerçekten çok lezzetliydi, sanırım artık sarma yediğimde aklıma Beypazarı gelecek… Karnımız da doyduğuna göre, bu şirin beldeyi gezmeye geldi sıra… Beypazarı denince akla ilk gelen, tarihi evleri ve konaklarıdır. Tarih kokan evler restore edilmiş, ancak restorasyon Safranbolu kadar çok başarılı olmasa da doğal haline bırakılıp yıkılmasına izin verilmemiş ve belde turizme açılmış (tarihi evlerle ilgilenenler için daha detaylı bilgiler yazının sonunda).
Bu arada, Beypazarı'nın UNESCODünya Mirası Listesi’ne girmesi için dosya hazırlandığını duydum ve çok mutlu oldum.
Beypazarı'nın kuzeyinde yer alan İnözü Vadisi; doğal bitki örtüsü ve kültürel kalıntıları ile oldukça zengin bir görünüme sahip. İki tarafı balıksırtı görünümünde yükselen dik kayalardan oluşan vadi görülmeye değer. Yol boyu enteresan oluşumlar ve kayalıklara oyulmuş çok sayıda mağaralar izledik. Merak edip araştırdığımda; bunların İNÖZÜ vadisi çayının aşındırmasıyla oluşmuş olduğunu, kayalıklarda oyulmuş çok sayıda mağara olduğunu, ancak yüksekte bulunduklarından ziyaret edilemediğini öğreniyorum. Ne yazık ki burada arkeolojik araştırma yapılmadığından tam olarak bilinmemekle birlikte, bunların o devirde yaşayan insanların ziynet eşyalarını sakladıkları mezarlar olduğu yönünde göstergeler bulunmakta… Arkeolojik çalışma yapılmamış ancak hiç değilse doğal ve arkeolojik sit alanı olarak koruma altına alınmış.
Şehrin tüm güzelliklerini, tarihî doku ve konakları şehre hâkim bir tepen görebileceğiniz Hıdırlık Tepesi’ne çıkın ve eşsiz manzarayı fotoğraflayın. Rumlar ile yapılan bir savaşta şehit düşerek buraya gömülen, Osman Gazi'nin dedesi olan Gazi Gündüzalp'in Türbesi, Beypazarı'nın 20 km batısındaki Hırkatepe köyünde.
"Yaşayan Müze" 19. yüzyılda yapımına başlanılan Abbaszade Konağı'nda, Osmanlı döneminin mimarisine sahip konak, belediye tarafından restore edilerek müze olarak hizmete açılmış.
**Tarih Müzesi’nde, 150 yıllık konak içinde Osmanlı döneminden kalan tarihî eserler sergilenmekte.
Ben ahşap konakları hele de cumbalı olanları pek beğenirim, bu nedenle de Beypazarı’nda otele dönüştürülmüş bir konak oteli tercih ettim: Bey Konağı. Zaten otellerinin çoğu, orijinal mimarisine uygun olarak restore edilmesiyle oluşmuş. Cırcırlar, Çakır Hafızlar, İpekyolu ve biraz dışındaki Çeşmelibağ konaklarını da gezdim tabii.
Konakların dışında gezebileceğiniz yerler arasında Beypazarı Yaşayan Müze, Türk Hamam Müzesi, Beypazarı Kent Tarihî Müzesi, Karaşar Yaylası Suluhan Camii, Beypazarı Çarşısı da bulunuyor. Gümüşçüler Çarşısı’nda gümüş, bakır, el emeği dantel, bindallı gibi çeyizlik Anadolu ürünlerini de bulabilmeniz mümkün.
Beypazarı’ndan ne alınır, ne yenir?
Yol boyu hemen her dükkândan yörenin samimi ve sıcacık yürekli halkı tarafından bize; sarma, Beypazarı kurusu, cevizli sucuk, meyve kuruları, kuruyemiş, hatta 80 katlı baklava gibi birbirinden lezzetli yiyecekler ikram edildi. Buraları yemek yemeden dolaşmalıymışız diye gülüştük.
Beldenin yöresel tatları bu kadar değil elbette, zira Beypazarı yöresel mutfağıyla meşhur… Bizim tatmadığımız hatta ne olduğunu bilmediğim Beypazarı'na has şekillerde yapılan yemek ve tatlılardan; yalkı, bici, göce, perçem, yarımca, kartalaç, oğmaç, tohma, şerit, uruş kapaması, mumbar, ebesüt ve havuç lokumu bunlardan bazıları… Bu yemek ve tatlıların bir kısmının Türk Patent Enstitüsü'ne kayıtlı olması da sevindirici… İlçede turizm sektörünün canlanması ile yöre tatları ve mutfağı da canlanmış.
Beypazarı denince aklıma bir de havuç gelecek artık, elbette havuçtan bahsetmeden olmaz. Yürüdüğümüz yol boyu bol bol havuç ve havuç suyu sıkan tezgâhlar görünce merak ettim sordum, meğer burası havuç cennetiymiş; şehir meydanındaki havuç heykeli de bunun kanıtı… Her köşede havuç ve havuç suyu satılmakta, bardağı da inanmayacaksınız ama sadece 50 kuruş. Yine her köşede bulabileceğiniz karadut suyu da gittikçe azalan karadut ağaçlarının burada oldukça bol olduğunu gösteriyor.
Köy kadınlarının ellerinden çıkma tarhana, erişte, meyve kuruları gibi yiyecekler de öyle güzel, taze ve doğal ki almadan edemiyorsunuz. Özellikle de ceviz; görüntüsü güzel olmasa da şehirde aldığımız ve iri, güzel görünümlü cevizlere göre müthiş lezzetli…
Bakır işçiliği de oldukça yaygın bu ilçede; ustaların el emeğiyle bakır güğümler, tencereler, tavalar, ibrikler de yöre lezzetlerinin hazırlanmasını ve sunumunu zenginleştiren objeler… Taş fırınlarda pişen özel yemekler toprak güveçlerde pişirilip sunuluyor; örneğin akşam yemeğinde tattığımız Beypazarı güveci... Bu bizim bildiğimiz etli sebzeli güveç değil, etli pilav ama fırında ve güveçte yapılmış. Bir pilav sever olarak oldukça lezzetli buldum, denemenizi tavsiye ederim.
- Beypazarı kurusu dedikleri tereyağlı kuru galeta. Süt, tereyağı, un ile hazırlanan meşhur kurular Beypazarı'nın tarihî taş fırınlarında pişiriliyor. Örneğin; Arabul ya da Cihan Fırınlarını tercih edebilirsiniz.
- Tarhana, erişte, 80 - 100 katlı baklava, incecik yaprak dolma, bazlama, Beypazarı simidi.
- Türkiye'nin havuç üretiminin yarısı burada gerçekleşiyor, havuç ve türevlerinden oluşan lezzetler, havuç suyu, lokumu, cezeryesi gibi çeşitli tatlıları tadabilirsiniz.
- Beypazarı maden suyu, Osmanlı şerbeti de tadılmalı.
Önemli bir geçim kaynağı olan ve el işçiliği alanında büyük önem taşıyan bir ürün de gümüş… Evet, ben de ilk kez duydum; gümüş işçiliği ile ünlüymüş yöre, hatta telkari ustaları da burada… “Mardin'de de ustalar var ama oraya da çok telkari göndeririz” dedi Gümüşçüler Çarşısı'nda bir esnaf… İki katlı bir gümüş çarşısı var, vitrindeki çeşitlilik ve zevkli dizaynlar karşısında içeri girmemek ne mümkün… Fiyatlar da oldukça uygun olunca biz de Beypazarı ekonomisine katkıda bulunmadan geçmedik elbette... Gerçekten çok güzel işçiliği olan ürünleri, çok uygun fiyatlara aldık.
Beypazarı’nda nerede yenir?
- Tarihî Güveç Fırını (çarşının hemen yan sokağında, 1300’lü yıllardan kalma. Fırın üstündeki tuğradan ne kadar eski olduğunu görebilirsiniz) Meşhur tarihî taş fırınlarda güveçte uzun uzun pişirilen etli pilavı es geçmeyin.
- Zerde Cafe & Restaurant’a da uğramalısınız.
- Fatma Teyzenin Yeri'nde gözleme ve ayran mutlaka mideye indirilmeli.
Beypazarı’nda nerede kalınır?
Genellikle 6-7 odalı ve üç katlı cumbalı konaklar şeklinde oteller. Beypazarı butik otellerinin birçoğu oda kahvaltı hizmet veriyor. Ancak yöreye ait birçok lezzeti tadabilmeniz için mutfakları her zaman hizmete açık. Yılın her dönemi hizmet sunan Beypazarı otellerinin tadı özellikle bahar aylarında daha da güzel oluyor. Beypazarı otellerinde konaklarken, yöre halkının güler yüzü ve samimiyeti sizi evinizde hissettiriyor. Tarihle iç içe konakların çoğu günümüz konforuna da sahip. Beypazarı otelleri, uygun fiyat seçenekleri ile size güzel bir tatil fırsatı sunuyor. Gitmeden önce rezervasyon yaptırmayı ihmal etmeyin. Çakır Hafızlar Konağı ve Bey Konak’a bir göz atabilirsiniz.
Ünlü Beypazarı Evleri
Beypazarı denince akla ilk gelen, tarihi evleri ve konakları… Bu şirin kasabada karakteristik özelliklere sahip 3500 ev bulunuyor ve birçoğu da otel olarak turizme hizmet vermekte…
Hatta Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesine bile konu olmuş Beypazarı evleri; cumbalı, üstünde “guşgana” adı verilen bir çatıdan oluşan 2-3 katlı yapılar… Evlerin planı geleneksel Türk evi planını yansıtıyor, iskeleti ise ahşap; bu ahşap, tatlı kireç denilen ve odalardaki kirli havayı ve nemi alan yöreye özgü bu malzemeyle sıvanmış. Zemin katları taştan, geri kalan kısmı ahşaptan oluşan bu evlerin girişinde demir kapılı mahzenler bulunuyor. Asıl yaşama katları, üst katlar... Sofa etrafında yer alan odaların dışında tuvalet, mutfak gibi servis mekânları bulunuyor. Beypazarı'nın ahşap evleri, ne yazık ki tarih boyunca yangınlarla birçok kez harap olmuş. Yine bu yangınlar nedeniyle binlerce yıllık tarihe sahip Beypazarı'nda, mimari açıdan en erken tarihli konak 13. yüzyıla ait…
Beypazarı topraklarında biriken tarih, farklı kültürlerin izlerini taşımakta… Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesinde değinmeden geçemediği tarihi önemi, bu farklılıklarla beslenmiş.
Eski bir yerleşim yeri olan Beypazarı topraklarında; sırasıyla Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlıların egemen olduğu bilinmekte…
Selçuklular döneminde Beypazarı, İstanbul-Bağdat yolu üzerinde önemli bir ticaret merkezi olmuş. Beypazarı, Orhan Bey'in Ankara'yı alması ile Hüdavendigâr (Bursa) Sancağı'na bağlanarak Osmanlı yönetimine geçmiş.