Osmanlı mimarlık tarihinde başka örneği olmayan Bursa Çekirge’deki Murad Hüdavendigâr İmareti, diğer sultan zaviyeleri için Âşıkpaşazâde’nin deyimiyle “üzerine bir medrese yapılan bir imaret yani zaviye”dir. Burada Âşıkpaşazâde imaret, medrese ve mescidi ayırıyor.
1833’te zaviyeyi görüp bunun bir kilise olduğunu söyleyen Texier, 1913’te yapıyı inceleyen Heinrich Wilde, daha sonra Osmanlı mimarisinin kökeni sorunu ile birlikte yapıyı inceleyen Albert Gabriel, Sedat Çetintaş, Ali Saim Ülgen, Ekrem Hakkı Ayverdi gibi araştırmacılar değişik yorumlar yapmışsalar da yapının Osmanlı mimarlık tarihinde başka eşi olmayan bir programla başladığını vurgulamak gerekir.
Yapı Anadolu’da 13. yüzyıldan birkaç örneği kalmış zaviye tipolojisinin büyük boyutlu bir örneğidir. Fakat üst katına bütün eski yazarların özellikle belirttiği gibi bir medrese eklenmesi de Osmanlı’da mimarlık tarihinde başka örneği olmayan bir tasarımdır. I. Murad’ın bir Ahi şeyhi olarak bu odaları medrese öğrencileri için değil, bir Ahi dergâhının derviş hücreleri olarak yaptırmış olduğu da düşünülebilir. Âşıkpaşazâde de yapının inşasından bir yüzyıl geçtikten sonra medrese demektedir.
Hüdavendigâr İmareti’nin tarihi belli değildir. Fakat 1385 tarihli vakfiyeden önce ve olasılıkla uzun süren bir inşaat döneminde (1366-85) yapılmıştır.
Tonozla örtülen ve merdivenlerle orta mekândan ayrılmış bir büyük eyvan, daha alçak orta sofaya açılan iki yan eyvan ve girişten erişilen dört oda ve orta sofadan geçilen iki daha küçük oda ve ana eyvanı henüz kubbe ile örtülmemiş bir yapı, bina kütlesinden dışarı taşan bir mihrap nişi ile üst kata yerleştirilmiş hücreleri ve mihrap üstüne gelen (kuşkusuz şeyhe ait) küçük bir “itikâf” hücresi ilginç bir plan sergiler.
Bu zaviye, tabhane ve üst kat hücrelerinin yan yana gelmesi sadece biçim olarak değil, kurumsal olarak da ilginçtir. Bu küçük hücre dershane olmadığına göre, eğer medrese ise öğrencilerin aşağıdaki eyvanlarda ders görmeleri gerekir. Fakat bu yapı alışılmış ve 13. yüzyıldan bu yana neredeyse klişe haline gelmiş medreselerden bu kadar farklı bir tipolojiyle karşımıza çıktığına göre değerlendirilmesi içi bazı soruları yanıtlamamız gerekir.
Osmanlı döneminde hiçbir medresede bu yapıdaki küçük izole hücre yoktur. Medrese hocaları medresede itikâfa çekilmek için bir hücre ya da oda istememişlerdir. Burada özel olarak böyle bir şey yapılmış olması bu yapının I. Murad tarafından özel statüsü olan bir hoca ya da şeyh için yapılmış olduğunu düşündürmektedir.
Selçuklu dönemi kapalı medreselerinde ortadaki sofa etrafına dizilen odaların burada üst kata yerleştirilmiş olması, baştan geniş tasarlanmış olan programa yeterli arsanın bulunamayışına da bağlanabilir. Bursa Ovası’na bakan, dar bir arsada mimar böyle bir şemayı sultan akabul ettirmiş olabilir. Fakat II. Bayezid dönemi tarihçilerinin söylediği gibi burada imaret üzerinde bir medrese yoktur. Çünkü üst katta olan sadece öğrenci odalarıdır. Dershane aşağıdadır. Burada “imaret” tabhane içeren zaviyedir. Aşevi de, her zaman olduğu gibi yapı dışında olmalıdır.
Plandaki bu özelliklerin dışında, kısmen kesmetaş kısmen tuğla – taş almaşık bir duvar tekniği ile yapılan bu yapıda hemen hiçbir medrese ya da zaviye yapısında olmayan bazı tasarım özellikleri vardır. Bunların başında cephenin iki katlı bir revakla süslenmiş olması gelmektedir. Bu cephe motifi Osmanlı anıtsal mimarisinde bundan sonra da kullanılmamıştır. Bu nedenle Ali Saim Ülgen yapının ön cephesini bir İtalyan sarayına benzetir. Öte yandan Osmanlı mimarisinde hiçbir zaman kullanılmayan ve “lombard bandı” denen küçük korniş kemerleri sırası da sadece bu yapıya özgüdür. Ayrıca üst kat revakındaki kemer aralarının çift kemerlerle ikiye bölünmesinin ilk kez burada görülmesi bu yapıda büyük olasılıkla Balkan – Adriyatik kökenli bir mimarın eli olduğuna işaret etmektedir. Mimarın kimliği belli değildir. Böyle bir sanatçının I. Murad döneminin Balkan seferleri içinde esir edilmiş bir mimar olması da olasıdır.
Kaynak: Doğan KUBAN “Osmanlı Mimarisi” YEM Yayınları, 2007