İstanbul'a Yakın Gezi Rotası: Bursa ve Çevresi

Birçok kez sizlere şehrin kalabalığından biraz uzaklaşarak keyifli bir hafta sonu geçirebileceğiniz birkaç yöreyi anlatmıştım. Birkaçını hatırlayacak olursak: Taraklı, Göynük, Bolu, Abant, Yedigöller ve Fethiye Yeşil Üzümlü.

Bu kez özellikle İstanbul'dan çok rahatlıkla ulaşılabilen tarihi kentimiz Bursa ve yakınlarındaki tarihi köyleri Cumalıkızık, Uluabat Gölyazı Köyü, Trilye ve Mudanya'dan bahsetmek istiyorum.

Size anlatacağım bu yerler herhangi birhafta sonu, yoğun iş temposuna ara verip şehirden uzaklaşmak istediğinizde yapabileceğiniz bir rota. İsterseniz üç günlük bir hafta sonuna sığdırabilir veya yakın bir şehirde iseniz bu yerlerin her birini tek tek cumartesi ya da pazar günleri günübirlik de gezebilirsiniz. Böylece tarih içinde bir yolculuk yapacak hem de Dünya Mirası yöreleri gezeceksiniz. Nasıl mı?

Bursa ve çevresi için öneri rota

İşte yaptığımız rota ve program; cuma sabah erkenden yola çıkıp Bursa’ya geldiğinizde doğruca tarihi kent Cumalıkızık’ın taş sokaklarında, renk renk evlerin arasında dolaştıktan sonra Uluabat Gölü kıyısındaki tarihi Rum köyü Gölyazı’ya giderek köy etrafındaki yıkık dökük de olsa surların arasında, tarih içinde gezebilirsiniz. Yemeğinizi de isterseniz Cumalıkızık’da köy kadınlarının doğal ürünlerle yaptığı gözleme, mantı ile atıştırarak veya Gölyazı’da göl kenarında göl balığı yiyerek keyif yapabilirsiniz. 

Bursa’da bir termal otelde konaklayarak şifalı sular da günün artısı olabilir. Biz Botanik Parkı içinde, hem şehrin merkezinde ama kalabalık ve gürültüsünden uzak, hem de doğanın tam ortasında, bol oksijenli bir otel tercih ettik. Tarihe tanıklık etmiş 17. yüzyıla ait eski bir konak ve çiftlik evi, aslında uygun olarak yeniden inşa edilmiş.

İkinci gün, öğlen meşhur İskender Kebabı şehrin en eski ve tarihi dükkanda yemeyi de ihmal etmeden, Bursa içindeki tarihi eserlerini gezebilirsiniz. Bursa denince hepimizin aklına ilk gelen Uludağ, kestane şekeri veya kebaptır, oysa bu tarihi kentimiz hanları, hamamları, çarşıları, cami ve türbeleri ile görülecek sayısız esere ve derin bir tarihe sahip. Bursa’ya giderseniz mutlaka görmeniz gereken sayısız tarihi yapıları bir güne sığdırmak kolay değil elbette, gezebildiğiniz, görebildiğiniz kadarıyla bile büyüleneceksiniz. 

Son günü ise Mudanya’ya ve Marmara Denizinin kıyısında, sevimli, şirin mi şirin, tarihi bir köy olan Trilye ya da diğer adıyla Zeytinbağı'na ayırabilirsiniz.

Şimdi hazırsanız gelin bu yöreleri birlikte gezelim.

Cumalıkızık : 700 Yıllık Osmanlı-Türk Köyü

İlk durağımız Cumalıkızık. Aylardan Aralık, hava sıcaklığı sıfır derece. Gece yağan karla, hani "ısırıyor" derler ya öyle bir hava olsa da beyazın güzelliği de bambaşka.

Cumalıkızık Köyü, Uludağ’ın eteklerinde kurulmuş olduğundan olsa gerek ciddi anlamda soğuk ama biz Bursa'nın şirin ve tarihiCumalıkızık köyünün meydanındayız.

Bazı arkadaşlarımız kahvaltı, gözleme yapan kafe sahiplerinin "sobamız yanıyor" teklifine dayanamayıp sıcak bir ortamı tercih ederken biz etrafı fotoğraflamak için yola koyulduk bile.

Cumalıkızık'a ulaştığımızda meydandaki anıt ağaç ve hemen önündeki UNESCO Dünya Mirası tabelası ilk gözüme ilişenler. 700 yılı aşkın bir geçmişe sahip ve adeta bir açık hava müzesini andıran tarihi Osmanlı köyü, birkaç sene öncesine kadar çok da bilinmezken bir televizyon dizisi ile ünlenmiş. 2015 yılında da Bursa’nın tarihi yerleri ile birlikte Unesco tarafından Dünya Mirası Listesi'ne alınınca ünü hepten yayılmış. 

Taş döşeli ve yukarı doğru hafif bir yokuş sokakta sağlı sollu sıralanmış eski evlerin altlarındaki hediyelik eşya dükkanları soğuk havaya rağmen sokak tezgahlarını açmışlar, yılbaşı üzeri... İnsancıklar az da olsa para kazanma umudunda. Tezgahları ev yapımı tarhana, erişte, salça, turşu gibi yiyecekler, köyde yetişen doğal meyvelerden yapılmış reçeller (köyde yetişen ceviz, incir, kestane, ahududu) ceviz, kestane yanı sıra hediyelik eşyalar ile oldukça çeşitli ve zengin. Katkıda bulunmayı ihmal etmeyin:) 

Erken Osmanlı sivil mimarisinin en çarpıcı örneklerinden 250 civarı tarihi ev sokakların her iki yanına sıralanmış, biz de bu evleri fotoğraflayarak yukarı doğru tırmanıyoruz. Köyün ana caddesi ile ilgili ilginç bir detay da yassı taş döşemeli dar sokakların orta kısımları yağmur suyun akıp gitmesi için hafif çukur bir kanal olması, köyün özgün yapısının bir parçası. 

Taş, ahşap ve kerpiçten yapılmış iki katlı köy evlerinin hemen hepsi avlulu, pencereleri kafes ya da cumbalı, iki kanatlı ahşap kapılarının üzerlerinde demir tokmaklar var.  Bir çoğu otantik ve orijinal dokusu korunarak restore edilmiş, birçoğunda da halen restorasyon devam ediyor, birçoğu da kullanılamayacak kadar harap durumda.

Yokuşun üst bölümüne yakın bir evin üzerindeki “UNESCO Derneği, Proje Uygulama Evi” yazan tabelayı görünce içeriye giriyoruz. Bir baba - oğul avluda soğuk havaya rağmen bizi sıcacık karşılıyorlar. Galoşlarımızı giyip evi gezmeye başlıyoruz. Çok otantik eşyalar ve atmosfer beni yılların çok gerisine götürüyor, kendimi adeta yıllar önce yaşanmış sıcacık bir aile ortamında buluyorum, hatta çocukluğumda bizim de evimizde bulunan bazı eşyalar beni çok eskilere götürüyor, duygulanıyorum, dokunmak yasak ama içimden her biri ayrı ayrı güzel eşyalara dokunmak geliyor.

Bu ana caddeye ve birbirine açılan sağlı sollu daracık sokaklar var, bazen iki kişinin yan yana geçemeyeceği kadar dar ya da çıkmaz sokaklara da rastlayacaksınız. Tepede bir sokağı göstererek  “dünyanın en dar sokağı” diyor köy halkından bir bey, ancak tamirat olduğu için giremedik. 

Kuruluş hikayesi 1300’lü yıllara kadar uzanan Cumalıkızık’da tarihin içinde bir yolculuğa çıkmış gibiyiz. Dağ eteklerinde kurulan köyler için “kızık” sözcüğünün kullanıldığı eski dönemlerde Uludağ çevresindeki 7 kızık köyünden Cumalıkızık, Derekızık, Hamamlıkızık, Fidyekızıkve Değirmenlikızı köyleri günümüze ulaşmış.

Bursa'ya giderseniz bu köye uğramadan dönmeyin. Güzel bir hafta sonu restore edilerek otel, pansiyon olarak hizmet veren sevimli konaklarda kalarak, ister günübirlik, tarih ve doğa ile iç içe güler yüzlü köy kadınlarının açtığı incecik, nefis gözlemeler ve doğal ürünleri tadabilirsiniz. Bahar aylarında Uludağ’dan gelen mis gibi, bol oksijenli bir hava, kış aylarında ise sobalı, şömineli, mekanlarda kestane keyfi ile hoş bir hafta sonu geçirirsiniz. Tarihi dokuyla kendinizi bir anda yılların çok gerisinde bulacaksınız, bir Dünya Mirası görmüş olmak da bu gezinizin artısı olacak.

Uluabat Gölü ve Gölcük Gezisi

Efsanelere konu olan Uluabat gölü ve çevresi tamamen sit alanı olarak belirlenmiş ve koruma altına alınmış.. Nilüfer yatakları, göçmen kuşları, balık türleri ile ünlü bu cennet gölümüzün diğer bilinen adıysa Apollont.

Göl sazan, kerevit, yayın, turna gibi ünlü su ürünleri ile ünlü olduğu kadar, nostaljik özelliklerini halen korumakta olan tarihi evleri ve göçmen kuşların durağı olması ile da turist çekmekte. 1996 yılında yapılan sayımda 429,424 su kuşu sayılmış.

Biz bugün göl kenarında yer alan, 250 yıllık Rum evlerinin antik çağlardan kalma kalıntılarının bulunduğu, önce Apollon Krallığı‘nın başkenti, daha sonra Bizans, Osmanlı ve son olarak eski bir Rum köyü olan Gölyazı’ya gidiyoruz. Cumalıkazık’tan köye ulaşmamız sadece yarım saat sürüyor. 

GÖLYAZI KÖYÜ - (Apollont)

Tarihi Romalılar Dönemi'ne kadar uzanan, birçok imparatorluğun iz bıraktığı köy sakin bir Rum balıkçı köyü iken mübadeleden sonra bir balıkçı köyü olarak yaşam devam etmiş. Şimdiki adı Gölyazı olan bu küçük balıkçı köyüne bağlı birkaç adacıktan en ünlüsü ise Halilbey Adası, ihmal edilmiş de olsa, antik bir cennet.

Köyün hemen girişinde restore edilmiş olan, Anadolu Rum Ortodoks kiliselerinin önemli ve özgün örneklerinden Aziz Panteleimon Kilisesi’nin önünden geçeceksiniz. Yola devam ettiğinizde ise, köyün yarımada olan antik bölümüne bağlandığı noktada, hemen solda dev bir çınar ağacını mutlaka göreceksiniz. Yaşı tam bilinmese de asırlık olduğu belli yaşlı  “Ağlayan Çınar” tarihin verdiği yorgunluktan mı yoksa hüzünlü efsanesinden mi bilinmez boynunu bükmüş, yan yatmış.

Ülkemizdeki birçok köy gibi Türk ve Rumların yıllar boyunca birlikte dostça yaşadığı bir Rum köyü iken Kurtuluş Savaşı sonrası başlayan sancılı mübadelede Rumlar  zorunlu göç etmek zorunda kalınca, birbirlerine aşık Mehmet ile Eleni de ayrılmak zorunda kalırlar, ancak Mehmet sevgilisinin peşinden gider. Artık düşman olduklarını düşünen Eleni’nin abisi Mehmet’i hançeri ile yaralar. Hem yüreği hem kendisi yaralı Mehmet son bir gayretle Eleni ile her zaman buluştukları çınar ağacının altına gider. Bunu öğrenen Eleni de çınar altına koşar, ancak sevdiceğinin ölüsüyle karşılaşınca oracıkta intihar eder. Efsaneye göre gölgesinde yaşanan bu hazin olaydan sonra çınar ağacı o günden bugüne ağlamaktadır.

Ulu çınarın fotoğraflarımızı çektikten sonra, çınarın hemen yanından ince uzun bir köprü yoldan antik yarımadaya geçiyoruz. Uluabat Gölü üzerinde kıyıya bağlanmış bir gemiyi andıran küçük bir yarımaya kurulmuş bu minik köyü, gölün kıyısına paralel çepeçevre dolaşan yoldan yürüyerek gezmelisiniz. Çok güzel manzaralar eşliğinde, rengarenk sandalları, güneşin suyun üzerindeki ışıltılarını ya da bulutların yansımalarını fotoğraf makinelerinizin karelerine alarak, Apollon Krallığı tapınak kalıntılarını ve Roma döneminden kalan eski evleri de görerek, adanın etrafından yürüyün. Bu yol aşağı yukarı 1.5 kilometre olduğundan kolayca yürünebiliyor. Köyü, kısa bir molada bile gezebilirsiniz, hatta havanın güzel olduğu aylarda tekne turu da yapabilir, çok daha güzel kareler yakalayabilirsiniz. Ben kış mevsimine rağmen şiirsel güzellikte fotoğraflar çektim.

Bursa yakınlarındaysanız ana yola çok da uzak olmayan bu küçük ama sevimli köyü rotanıza alın derim. Fotoğraf tutkunları kadar kuş meraklıları ve gözlemcileri için de önemli ve kaçırılmaması gereken bir adres. Yavrulama döneminde Manyas Gölü’nde konaklayan göçmen kuşlar, balığın bol olması nedeniyle beslenmek için bu yöreye geldikleri için yöre göçmen kuş cenneti.

Biz gidemedik ama Uluabat gölü çevresinde Gölyazı'nın yanı sıra Ayvaini Mağarası, Kocaçay Deltası, Suuçtu Şelalesi, Eskikaraağaç Köyü ve Uluabat Kuş Cenneti de eminim görmeye değer yerlermiş. Biz hava kararmadan otelimize dönmek üzere hareket ederken, bir sonraki gelişimde, belki günlerin daha uzun olduğu aylarda, bu yöreleri de planlarım arasına alıyorum.

Bursa Merkezi

Şifalı suları, kaplıcaları, dağları, gölleri, köyleri ile gezilecek geniş bir yelpaze sunan Bursa’da kent içinde tarihi bir yolculuğa çıkıyoruz.

Orhangazi Külliyesi ve çevresini içine alan Hanlar Bölgesi, Hüdavendigar (I. Murad) Külliyesi, Yıldırım (I. Bayezid) Külliyesi, Yeşil (I. Mehmed) Külliyesi, Muradiye (II. Murad) Külliyesi olarak (Cumalıkızık ile birlikte) 2014’de UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alındı.

Gezimize şehir merkezinde bulunan Ulu Cami ve Koza Han ile başlıyoruz.

Ulu Camii - 14.yüzyılda Yıldırım Beyazıd tarafından yaptırılmış olan bu muazzam eser, Bursa da yer alan tüm mimari eserlerinin de en büyüğü, Bursa’nın Ayasofya’sı.

Koza Han - Sultan II. Beyazıd tarafından yaptırılan Han, eskiden ipek böceği kozalarının satışının yapıldığı yerken bugün kentin ipeği ile ünlenmesinde ilk rolü oynamış belki de. (6-7)Bursa biz hanımlar için bir alışveriş cenneti, bu tarihi handan ipek ürünleri almadan dönmeyeceğiz elbette. Alışverişimizi tamamladıktan sonra sıcak salep ve kahve keyif için hanın avlusundaki kafelerden birinde biraz ısınıyoruz, güzel havalarda buradaki ıhlamur ağaçları altında oturmak çok daha keyifli oluyor elbette.

Yeşil Cami ve Türbe - Yeşil semtinde Bursa Ovası'na hakim, kentin en güzel yeşilinin olduğu bir tepede, Sultan Mehmet Çelebi tarafından yaptırılan cami, erken Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden ve baş yapıtlarından. Duvarları mermer taş işçiliğinin çok güzel örneklerini sergiliyor, en önemli özelliği ise çini süslemeler, özellikle caminin mihrabı bir çini şaheseri. Adını yeşile çalan çinilerinden almış Yeşil Türbe, külliyenin içinde ve kentin önemli bir simgesi. Ceviz ağacından oyulmuş kapısını da gözden kaçırmayın.

Yeşil Medrese - Birçok ünlü bilgin yetiştirmiş olan medrese 1975 yılından beri Türk İslam Eserleri Müzesi olarak faaliyet göstermekte. 12. ila 20. yüzyıl maden, seramik, ahşap, işleme, silah, el yazması kitaplar ile çeşitli etnografik eserler sergileniyor. Restore edilmiş Belediye binası da çok güzel bir yapı.

Şehirde gezerken hemen her adımda tarihi bir yapı,cami, türbe, görebilirsiniz.

Osman Gazi Türbesi - Türbe kapısında şair Nevres’in metni, Hattat Mehmet Zeki Dede’nin 1800’lü  yıllarda yazdığı onarım kitabesi bulunmakta.

Orhan Gazi Türbesi - Bizans dönemine tarihlenen ve Saint Elie Kilisesi kalıntısı üzerine yapılmış olan türbenin döşemelerinde Kiliseye ait mozaik kalıntıları günümüze kadar gelmiş.

Atatürk Müzesi - 19.yüzyıl yapımı, Bursa Belediyesi’nin Atatürk’e hediyesi. Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından Cumhuriyet’imizin 50.yılında müze olarak ziyarete açılmış.

Karagöz Evi Müzesi Hacivat ve Karagöz hayal mi, gerçekte yaşadılar mı bilinmez. Ancak Karagöz’ün demirci, Hacivat’ın da duvarcı olarak Bursa’da bir camii inşasında çalıştıkları, cami yapımının gecikmesi üzerine sultanın onları ölümle cezalandırdığı, sonra da üzüldüğü, Şeyh Küşteri’nin de iki kafadarın deriden yapılmış tasvirlerini perde arkasında oynatarak şakaları ile padişahı avuttuğu rivayet edilir.

Bedesten (Kapalıçarşı) - Çarşı tipinin ilk örneklerinden. Kumaş, mücevher ve çeşitli kıymetli eşyaların alım satımının yapıldığı, eşit büyüklükte kubbelerle örtülü, bir çeşit kapalı çarşı olan Bedesten, Osmanlı Devleti’nin ilk bedesteni olması açısından önemli. 14 kubbe ile örtülü çarşıda 56 dükkan ve 32 mahzen bulunuyor. Geyve Han, Fidan Han, Emir Han, Bedesten, Tuz Hanı, Galle (Tahıl) Hanı, Hacı İvazpaşa Çarşısı, İpek Hanı (Arabacılar Hanı), Balibey Hanı, Kapan Hanı, Pirinç Hanı, Çukur Hanı ve en ünlüsü...

Tophane - Osman ve Orhan Gazi Türbelerine ev sahipliği yapan Tophane’de hem geçmişi yad edebilir. Hem de manzaraya karşı çayınızı yudumlayabilirsiniz.

Irgandı Köprüsü - Geleneksel el sanatlarının yapıldığı ve üzerinde bir çarşı bulunan, dünyada sadece birkaç örneği olan bir köprü. Çarşıdan sevdiklerinize hediyeler alırken bu ilginç yapıya da tanıklık etmiş olacaksınız.

Öğlen molasında kebap yemeyi ihmal etmezsiniz eminim, en eski tarihi kebapçı da çarşı içinde,,

Trilye / Zeytinbağı

Deniz kıyısında tepelere kadar uzanan ünlü zeytin bahçeleri, zeytin ve zeytinyağı, çam ormanları, eski mahallelerindeki dar sokaklarında, harap vaziyetteki cumbalı tarihi Rum evleri, kırık dökük olsa da sevimli dükkanları, kiliseleri, tarihi çeşmeleri, mis gibi havası ile mavi ile yeşilin dans ettiği şipşirin masalsı bir beldemiz.

Muhteşem manzaralar eşliğinde köye geldiğimizde tepe bir noktada bulunan “Tarihi Çamlı Kahve” de karlar içindeki güzel bahçesi ve Marmara Denizi manzaraları eşliğinde kahve keyfi ile başlıyoruz gezimize.

Sıcacık bir kahveden sonra daracık ara sokaklardan, soğuğa aldırmadan sahile doğru inerek gezimize başlıyoruz. Karşımıza ilk olarak harap bir kilise kalıntısı çıkıyor.

Kemerli Kilise - 13. yüzyılın sonları tarihli yapının kubbe ve çan kulesi büyük bir depremde yıkılmış, sonra onarılmışsa da özgün niteliğini yitirmiş. Ortodoks dünyası için önemli kilisenin dünyada duvarına resim yapılan ilk kilise olduğu söylenmekte, dört büyük meleğin resmedildiği fresklerin bazı kısımları zamana direnerek günümüze kadar gelmeyi başarmış.

Tarihi Evler – 1980 yılında sit alanı ilan edilen eski bir Rum köyünün, mübadele ile göçenlerden kalma Rum mimarisinin örnekleri, çoğunluğu cumbalı ve inanılmaz güzellikteki ahşap kerpiç tarihi evler. Çoğunluğu tarih yorgunu, kimi harap düşmüş ama yüzyıllara meydan okumuş, yıkık dökük mahsun bakışlı ama halen ayakta, kimi ise restore edilmiş, renkli cepheleri ile gülümsüyor.

Fatih Camii - Aya Todori – Bizans sütun başlıkları, 19 metre yüksekliğinde bir kubbesi ve haç formundaki yapı 610 – 850 yıllarından günümüze kalan bir Bizans mimarisi örneği (Hinolakkos Kilisesi) bölge Türklerin eline geçince, yapıya pek de yakışmamış bir minare ve mihrap eklenerek camiye dönüştürülmüş, neyse ki kilisenin genel yapısı korunmuş.

Osmanlı hamamı (Avlulu Hamam) – Caminin hemen yanındaki hamam Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmış. Sivri kemerler ve kubbelerle örtülü, içerisine küçük dikdörtgen bir havuz bulunan eski hamamın Kültür Merkezi olarak kullanılmak üzere restore edildiği söylenmekte.

Taş Mektep – Tarihi 1909 yılına uzanan görkemli yapı Neo-Klasik tarzda inşa edilmiş.

Aya Yani, Aya Yorgi, Aya Sorti adlı aforoz edilmiş 3 papaz  bu bölgeye gelerek (bölge bu nedenle üçlü anlamına gelen Trilye adını almış) 5 kilise 2 manastır inşa ettirir, gelecek neslin burada bir ruhban (papaz yetiştirme) okulu yapmasını vasiyet ederler. Kazım Karabekir Paşa tarafından 1924 de şehit, öksüz, yetim çocukların okudukları ‘Darel Eytam Okulu’ olarak açılmış. Daha sonra çürük raporu verilerek okul boşaltılır, 30 yıldır da kaderine terk edilmiş müthiş bir yapı. Umuyorum UNESCO koruması altına alınır.

Aziz Vasil Kilisesi – Günümüzde Tirilye Kültür Merkezi olan Triİlye’nin kiliselerinden.

Sofalı Çeşme - Üzerindeki mermer kabartmalarla, su terazisi kullanılmış, Bizans dönemine ait bir çeşme, 70 tonluk sarnıcı günümüze kadar korunmuş. 
Çok sayıdaki tarihi yapılara ev sahipliği yapan köyü kolayca gezebilirsiniz, Rumlardan kalma, geçmişi Bizans’a kadar uzanan kiliseler, manastırlar ve ayazmaların kalıntıları ise Trilye’nin dışında, karlı bir havada gitmemizin çok zor, hatta iyi havada bile yüksek araba ile ancak gidilir diye uyarıyor köy halkı. (Aya Yani, Medikion ve Batheos Rhyakos Soteros Manastırları - Aziz Yuannes Kilisesi)

Biz de bu küçük sevimli köyün daracık sokaklarında tarihin içindeki yolculuğumuzda her köşede bir sürpriz tarihi eserle karşılaşıp, bu harika yapıları hem fotoğraf karelerimize hem de anılarımız arasına alıyor. Atatürk Meydanı yakınında tarihi evlerin altındaki rengarenk tezgahlı dükkanlardan hediyelikler, mis gibi zeytinyağ ve lezzetli zeytin çeşitleri de almadan geçmiyoruz.


Feribota binmek üzere Mudanya’ya hareket etmeden önce Trilye Limanı'nda denizin kokusunu, karlı ve tertemiz havayı içimize çekerek sahil boyu yürüyoruz. Yan yana dizilmiş balık restoranlarından birinde balık keyfi yapmadan da dönmüyoruz elbette. (dostlarımızdan değişik bir restoran tavsiyeleri almıştık ama soba üzerinde kızarmakta olan ekmek ve kestanelere dayanamayıp ‘Savarona Balık’a girdik, çok da memnun kaldık)

Mudanya: Tarihe tanıklık etmiş bir beldemiz 

Yeşil Bursa’nın Marmara Denizi kıyısındaki zeytin kokulu beldesi Mudanya’dan feribot ile İstanbul’a gitmek için ya da yine feribot ile İstanbul’dan gelirken mutlaka geçmişsinizdir. Belki de şehrin içine girmeden geçip gittiniz, muhtemelen bu ilçenin tarihimizdeki önemli yeri belki de çoğu zaman aklımıza bile gelmedi.

Oysa eski adı “Myrleaolan” olan ilçenin tarihi çok eskilere, M.Ö. 7. yüzyıla kadar gitmekte, 12 İyon şehir devletlerinden Gemlik ve Erdek’in de kurucusu olan Kolofonlular tarafından kurulmuş, 1321 yılında Orhan Bey tarafından fethedilerek Osmanlı topraklarına katılmış.

Yakın tarihimizdeki önemi ise büyük, Türkiye Kurtuluş Savaşı’mız zaferle sona erdiğinde bu kentimizde toplanan konferans ve sonucunda imzalanan anlaşmaya tanıklık etmiş. Bu nedenle bu anlaşma “Mudanya Mütarekesi” adını almış. Mütarekenin imzalandığı tarih yorgunu bina daha sonra bir hayırsever tarafından restore ettirilmiş, şimdilerde Müze olarak bembeyaz yüzüyle ve gururla ziyaretçilerini beklemekte. “Mudanya Mütareke Evi” hemen sahilde, tam karşısında da Mütareke anıtını ve İnönü’nün heykelini görebilirsiniz.

Mübadele öncesi Rumların yoğun olarak yaşadığı Rum (ya da Girit) Mahallesi’sindeki sokaklar, restore edilmiş tarihi ahşap evleri ile görülmeye değer bir bölge. Her biri denize açılan sokaklardaki  her biri deniz gören yüzyıllık konakları ile bir mahalle yeniden yaşatılmış (bugünün Halit Paşa Mahallesi).

Mudanya’nın birçok sokağı da tarihin sayfalarından birer yaprak adeta, Osmanlı döneminden kalma birçok tarihi ve mimari yapıyı barındırmakta. 400 yıllık tarihi hamamlar (Hasan Bey, Tahir Ağa Hamamları), Camiler (Ömer Bey, Tekke-i Cedidi Camii, Tekke-i Atik Camileri), Kiliseler (Apostoloi ve Kumyaka Kiliseleri) ve 18. yüzyıldan kalma Tahir Paşa Konağı bunlardan birkaçı.

Mudanya’da kısa bir gezi yapmamızın asıl nedeni aslında yol arkadaşlarımdan İsmail’in babasının görev yaptığı Tren Gar Binası ve yakınlarında oturdukları, çocukluğunun geçtiği ve şimdilerin tarihi evlerini ziyaret etmekti.

Tren Garı binası artık çok şık bir otel, 160 yıllık Mudanya sahilinde, denize paralel uzanmış tarihi Mudanya Tren Garı, 1849 yılında Fransızlar tarafından gümrük binası olarak inşa edilmiş.

Bugün “Hotel Montania” (Mudanya’nın tarihteki adı) adıyla turizme hizmet veren bina görülmesi gereken tarihi ve mimari olarak hoş bir yapı. Otelin içini de gezmenizi öneririm, özellikle kafe-restoran olan salon yapının geçmişine uygun şekilde, yer yer tren vagonları gibi dekore edilmiş. Yaz aylarında ise denize nazır terasında keyifle oturabilirsiniz.

1922 yılında, Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in “toz toprak içinde ikinci sınıf bir kıyı kasabası” diye tanımladığı Mudanya bugün zeytin ağaçları ve tarihi yapıları ile görülmeye değer güzel bir sahil beldemiz. Buradaki feribot servisini kullanacaksanız biraz vakit ayırarak kentte kısa bir tarih yolculuğuna çıkabilir, gezerken çok güzel ve ilginç kareler yakalayabilirsiniz, tabii fotoğraf makinenizi yanınıza almayı ihmal etmeyin. Biraz daha fazla zaman ayırabilirseniz sahilde yer alan balıkçılarda denize nazır balık keyfi de yapabilirsiniz.

Bu arada bizim feribot saatimiz ve eve dönüşümüz de yaklaştı. Kısacık ama keyifli, tarih ile iç içe, dolu dolu geçen yolculuğumuzun sonuna geldik. Mudanya’dan bineceğimiz feribotla 1,5 saat sonra Yenikapı’dayız. Bu deniz yolculuğu hem keyifli hem de bizi araba kullanmadan rahatça evimize ulaştırıyor.

Siz de bu “yakın rota” gezisini bir hafta sonuna sığdırabilir veya ara sıra pazar günlerinizi değerlendirerek tek tek de gezebilirsiniz. Sevgiyle ve geziyle kalın…

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.