Norveç Fiyortları Gezisi: Geilo, Finse, Myrdal, Flam...

İlk durağım Geilo. Gol ve Al şehirlerini geçtikten sonra geliyorsunuz. Çok küçük bir yer. Nüfusu iki bin beş yüz civarı. Çok sevimli, tertemiz bir kasaba. Anladığım kadarıyla daha çok kış turizmi için geliniyor. Kayak yapanların tercih ettiği bir yer. Ancak yazın da rafting ve trekking, yapılacak aktivitelerden. Ben BjorklyLodge diye lodge ve hostel arası bir yerde kaldım. Tuvaletler ve banyo ortak. Ama kendine ait temiz bir oda veriyorlar. Benim odada iki tane ranza vardı. Yalnız banyo havlusu vermiyorlar. Haberiniz olsun. Daha çok kaymaya ve rafting yapmaya gelen gençler kalıyor. Dolayısıyla çok ucuz. Geceliğine 25 USD verdim. Airbnb’de bulabilirsiniz.

Geilo, yürüyüş yapmak için ideal. Benim lodge’dan şehir merkezine 20 dakikada yürünüyordu. Oradan da aşağı doğru devam edip Ustedal Fiyortu’na gidebiliyorsunuz. Ufak bir fiyort. Yürüyüş yolu ise aşırı sakin ve güzel. Aralara banklar yerleştirmişler. Çok güzel vakit geçirilebiliyor. Ben bisiklet kullanmadım ama kiralama opsiyonu değerlendirilebilir. Biraz daha yürüyünce, yaklaşık 20 dakika daha, Geilo Beach’e geliyorsunuz. Ama öyle bildiğiniz plajlar gelmesin aklınıza. Oldukça butik. Ufacık bir kumsal ve ufacık bir koy. Deniz temiz ve ılık. Dalanlar bile vardı. Oradan devam edip solundaki küçük adanın etrafında dolaşabilirsiniz. Ağaçların arasından yürüyüş yapmak çok keyifli.

Gelelim ne yiyip içeceğinize. Burada çok az sayıda restoran var. Benim gördüklerim: Merkezdeki pizzacı, hostele giderken yol üzerinde bir Çin restoranı, sushici ve inanmayacaksınız ama bir de Türk restoranı var. Evet, buraya da gelmişiz. Bir de benzin istasyonlarında yemek yapıyorlar. Hamburger, kebap ve tost çeşitleri var.

Geilo’yu sevdim. Ama bir daha fiyort turu yaparsam tekrar burada durmam herhalde. Çünkü nedense ileride göreceğim yerlerin daha güzel olacağını tahmin ediyorum.

Sonraki durağımız Finse. Finse oldukça enteresan bir yer. BergenTreni’nin geçtiği en yüksek nokta. Deniz seviyesinden 1.222 metre yukarıda. Hatta o kadar yüksek ki trenden başka bir araç gelemiyor. Bir tek tren yoluyla bu noktaya gelebiliyorsunuz. Bir de bisikletle veya yürüyerek, eğer sporcu bir kişiliğiniz varsa. Finse’de tren istasyonu ve hemen yanındaki Finse 1222 otelden başka hiçbir şey yok. Mecburen o otelde kalıyorsunuz. Tek otel olmasına rağmen fiyatı çok aşırı pahalı değil. Ben 1.700 NOK vermiştim. Fjordhotels.com’dan kiraladım. Yer bulabilirseniz bu firmanın otel fiyatları booking ve hotels.com’dan daha uygun. Mutlaka fiyatlarını bir kontrol edin. Otel çok eski ve harika bir lokasyonda. Burası tam gerçek dışı bir yer. Mutlaka görülmeli. Esas kışın daha yoğun kullanılıyor tabii. Kayak amaçlı. Ama yazın da bisiklet kiralayarak veya yürüyerek gezebileceğiniz rotaları mevcut. Ama hava soğuk. Kalın kıyafetler getirmek lazım. Temmuzda akşamları bile dışarısı oldukça soğuk oluyor. Finse 1222 otelin yemekleri de harika. Akşam yemeği muhteşemdi. Fiyata dâhil. İçkiler hariç. Bir kadeh şarap 125 NOK. Biraz pahalı. Sakin, sessiz ve huzurlu bir durak arıyorsanız ya da en azından sırf böyle bir yerin varlığını hissedebilmek için gelip görün derim.

Finse’den Bergen trenine atlayarak Myrdal’a geliyorum. Burası meşhur Flam tren yolunun başladığı yer. Flam trenine binip bir durak sonraki Vatnahalsen’e gidiyorum. Sadece 3 dakika sürüyor ve çok kısa bir yolculuk olduğu için bilet almanıza gerek yok. Müsaade ediyorlar. Ama oturamıyorsunuz. Zaten 3 dakika. Vatnahalsen de aynı Finse gibi oldukça izole bir yer. Bir istasyon bir de Vatnahalsen Hotel var. Bu da çok eski bir hotel. Ama temiz ve buranın da yemekleri harika. Vatnahalsen’de otelin önünde büyük bir göl var. Manzara inanılmaz. Doğanın içinde harika bir yer. Ben göle kadar yarım saatlik bir yürüyüşle ulaşabildim. Onun yanında bir göl daha var. Bir yirmi dakika daha giderek orayı da görebilirsiniz. Enteresan bitki örtüsü ve sakinliğiyle harika bir rota. Bisiklet ve ATV kiralanabiliyor. Otelin geceliği 1.790 NOK. Bunu Booking’ten kiraladım.

Sırada meşhur Flam tren yolculuğu ve çok merak ettiğim Flam var. Bu seyahati asıl Flam trenine binmek ve Flam’ı görmek için yaptığımı söylesem abartmış olmam. Ama değdi gerçekten.

Flam Railway efsane bir tren yolculuğu. Detaylara girmeyeceğim. Çok eski bir tren yolu ve çok eski bir tren. Dağların içine girip girip çıkıyor ve Flam’a kadar inanılmaz bir yolculuk yapıyorsunuz. Tren arada bir bir yerde duruyor. Onu anlatmayacağım. Sürprizi kaçmasın. Yani o kadar fotoğraf çektim ki telefonun hafızası bitti ve hayatımda ilk defa icloud’tan alan satın aldım.

Flam tren istasyonu ve çevresi çok güzel. Gayet turist dostu bir alan yapmışlar. Ben ertesi gün Aurland sonra Leikanger, Balestrand’a devam edeceğim. O yüzden bir alttaki fiyordu çok merak ediyordum. Şöyle düşünün. Flam’dan yukarı çıkıp, sola dönen sonra da aşağı dönen yay şeklinde iki tane fiyort rotası var. Benim fjordtours’tan satın aldığım üstteki ve uzun olanı. Bir de alttaki var. Buraya da Flam’a gelir gelmez bir bilet aldım. 2 saatlik muhteşem bir bot yolculuğu. İki tip bot kalkıyor. Biri eski diğeri yeni. Arada 50 kron gibi bir fark var. Pahalı olanı almak mantıklı. Çünkü etrafı görmek için daha fazla boş alan var ve çok çok yeni ve modern bir tekne. Burada son durak Gutvangen. Orada bot duruyor. Hediyelik eşya dükkânları var. Alacak bir şey mutlaka bulursunuz. İki saatte tekneyle geldiğimiz yolu, otobüsle yarım saatte dönüyoruz. Gutvangen - Flam arasında tünellerden geçe geçe çok hızlı seyahat etmek mümkün.

Flam’da Grekke Grand diye bir hostelde kaldım. Oteller çok pahalı veya yer bulunmuyor. Zaten gördüğüm kadarıyla gelen insanların çoğu karavanları veya çadırlarıyla gelip kamp kuruyorlar. Benim hostel baya ekonomikti. 350 kron yatmak için, 20 kron da havlu için vererek 6 kişiyle birlikte kaldım. Odalar temiz, düzenli. İnsanlar kibar. Herkes sessiz olmaya çalışıyor. Ama hostel kavramı size tersse sıkıntı çekebilirsiniz. Geilo’daki hostel - lodge arası mekâna hiç benzemiyor.

Şimdi esas fiyort seyahatim başlıyor. İlk durağım Flam’a on dakika mesafedeki Aurland. Ufak, eski teknelerle gidiyoruz. Fjordtours bu arada feribot yolculukları için bilet vermiyor. E-mailinize gelen yol programınızı göstermeniz yeterli. Biletim yok diye panik olmayın.

Aurland de yine şirin mi şirin bir şehir. Her yer birbirine çok yakın. Otelim Aurland FjordHotel. Tekneden indikten sonra 7-8 dakikada yürüyebiliyorsunuz. Biraz pahalı. 1.890 NOK vermiştim. Ancak fiyortları gören oda için değdi doğrusu. Tüm odalar görüyor o yüzden bu oteli seçerseniz güzel bir konaklama sizi bekliyor. Aurland’te yapacak tek aktivite olarak Stegastein Tepesi’ne çıkmayı buldum. Online olarak oraya giden otobüslerden bilet alabiliyorsunuz. 350 NOK verdim sanırım. Sitede 15 dakika görünüyor ama yarım saatten önce gitmek mümkün değil. Çünkü yol çok dar ve virajlı. Özellikle virajlarda trafik uzun süreli olarak sıkışıyor. Biz çıkarken mesela bir saat sürdü. Yarım saat aynı noktanın çözülmesini bekledik. Ancak yukarısı harika. Yukarıdan tüm Aurland fiyort manzarasını görebileceğiniz ufak, köprü gibi bir izleme noktası yapmışlar. Güzel fotoğraflar sizi bekliyor.

O gece Aurland’te kaldıktan sonra ertesi gün durağım Leikanger. Burası benim en az beğendiğim yer oldu. Artık şımardım galiba. Ama neden öyle diyorum çünkü yemek yiyecek bir yer bulamadım. Doğru dürüst otel bulamadım. Ya çok pahalıydı ya da yer yoktu. Airbnb’den bir ev buldum. Oraya da yürüyerek daha doğrusu tırmanarak gidebiliyorsun. Acayip yorucu bir yer oldu benim için. Market de uzaktı. Kahve alabileceğin bir yer yok. Ancak benim en sevdiğim olmamış ekşi yeşil elma ağaçları var her yerde. Onlardan koparıp koparıp yedim. Burası için bir tavsiyede bulunacak olursam bisiklet kiralamak iyi bir fikir olabilir. Hem gezilecek rotalar var hem de alışveriş için ihtiyaç oluyor.

Şimdiki durağım Balestrand. Burası muhteşem. Flam tren yolu da çok güzeldi tabi. Finse dünya dışı bir yerdi. Ama Balestrand harika bir yermiş. İnanılmaz bir doğası var. Her yerde çeşit çeşit elma ağaçları… Benim gittiğim zamanda daha olmamış ve yeşil renkte küçük küçüklerdi. Bu da benim en sevdiğim zamanı. Leikanger’dekilerden daha güzeller :) Nasıl yeşil erik çok sevilir ben de yeşil elmanın o ekşi tadına bayılırım. Sokaklarda yürürken dallardan koparıp koparıp yiyordum. Ayrıca yine her yerde ahududular var. Biraz daha böğürtlen olsa daha çok sevinirdim çünkü o da ikinci en sevdiğim :).

Midtnes diye çok eski bir hotelde kaldım. 650 kron verdim. Resepsiyonist çok tatlı ve yardımsever bir yaşlı abi. Resepsyonist olduğuna bakmayın. Aslında hotelin sahibiymiş ve bunu başka birinden öğrendim. O derece de mütevazı. Öğrendiğim kişi de bir Türk. Bu abinin tavsiyesiyle onun restoranına gittim. Otele 1 kilometre kadar uzakta Cidar House diye bir restoran işletiyorlar kocası, kayınvalidesi ve kuzenleriyle birlikte. Balestrand’da yemek yiyeceğiniz en güzel restoran diyebilirim. Öyle Türk usulü kebapçı zannetmeyin. Norveç mutfağını Türk dokunuşlarıyla harmanlayıp Michelin ayarında bir menü yapmışlar. Ayrıca kendi üretimleri olan, elma ve diğer meyvelerden “kupajlayarak” yaptıkları şaraplar ve biralar var. Ödül almışlar ve Norveç’in her yerinde satıyorlar. Mutlaka gidip deneyin derim.

Balestrand aslında bir sanat köyü. Resimde romantik akımın başladığı yer. Doğası o kadar güzel yani. Ki ben Doğu Karadenizliyim. Bizim oraların doğası da muhteşem ama burası cennet. Evlerin güzelliği, çiçekler, ağaçlar her şey harika. Martılar sizi öte öte takip ediyor. Üstünüzden uçuyor. Yol üstünde tombik arılar sarı çiçeklerden bal yapıyor. Kendinizi Edvard Munch’ün tablolarının içinde buluyorsunuz resmen.

Benim otelin yanında küçücük ve çok estetik bir kilise var. Orayı görebilirsiniz. Sahilde akvaryum denen bir müze var. Ben girmedim. Ama onun önündeki kafede kahve içebilirsiniz. Manzarası harika. Bir de küçük bir plajı var serinlemek iterseniz.

Şimdi gelelim hiking aktivitelerine. Burada dağları tam olarak gezmek isterseniz, günlerinizi harcayabilirsiniz. Ben en kısalarından birini yaptım. Midtnes Otel’in arkasından yukarı doğru çıktığınızda tabelalar sizi yönlendiriyor. Tamamen tabelalara bırakabilirsiniz kendinizi. Bizdeki gibi yarı yolda bırakmıyorlar. Ben Balastolen denen yere kadar çıktım. Toplam 1,5 saatte çıkıp, yarım saatte iniyorsunuz. Çünkü çok dik. Eğer kondisyonunuz iyi değilse denemeyin bile. Devamlı yukarı doğru çıktığınız patika yollardan oluşuyor. Ama kendime güveniyorum diyorsanız mutlaka yapın. Harika bir doğası var ve tepede sizi muhteşem bir manzara bekliyor.

Şehir merkezinde Art Cafe diye bir yer var. Orada Trollçorbası ve geyik sosisi yedim. Gayet güzeldi. Sahibi de aslında bir ressam. Yemekten sonra üst kattaki galerisini gezebilirsiniz. Yanında Kviknes diye bir otel var. Orayı da bir görün. Acayip Gotik retro salonları var. Ve onlarca resim… Ufak bir galeri gibi. Oradan, yanındaki Norveç Seyahat Müzesi’ne geçebilirsiniz. Norveç’in doğa turizmi için yıllar boyu yaptığı çalışmalar anlatılıyor ve gezip görülecek yerleri kolayca buradan tespit edebilirsiniz. Bir yanında da Sanat Müzesi var. Biraz önce bahsettiğim romantik akımın detaylarını burada öğrenebilirsiniz.

Yüreğimi Balestrand’da bırakıp tekneyle Bergen’e geçiyorum. Yaklaşık dört saat sürüyor. Fiyort anlamında buraya kadar o kadar güzel yerler gördüm ki, çıkıp manzaraya bakmıyorum bile. Pek değecek enteresan bir yerden de geçmedik gibi geldi bana.

Bergen büyükçe bir şehir. O kadar köyden sonra ne yalan söyleyeyim bu medeniyeti görünce biraz garip geldi. Airbnb’den ev tutmuştum. Burada da aynı Oslo’da olduğu gibi, bir kafeye gidip kodu söyleyerek anahtarı alıyorsunuz.

Bergen’de ilk defa hop on hop off’lara bindim. 350 krona 50 dakikalık bir tur sizi bekliyor. Zaten çok küçük bir şehir olduğu için tık tık her yeri görüyorsunuz. Bir de füniküler ile Floyen’e çıktım. Yukarı doğru çıkan bir füniküler. Bayağı bir keyifli. Tavsiye ederim. 10 dakikada bir kalkıyor. Yukarıda Bergen’i ayaklarınızın altında görebilirsiniz.

Bergen bir üniversite, sanat ve kültür şehri. İlk Flarmoni orkestrası burada kurulmuş. Ben bilmiyordum. Kode diye 4 tane binası olan büyük bir müzesi var. Modern sanattan klasiklere en az 3 - 4 saat geçirebileceğiniz güzel bir müze. Klasikler arasında Edvard Munch ve hatta Picasso’nun eserlerini görebilirsiniz.

Feribot istasyonunun orada bir balık pazarı var. Oradan seçtiklerinizi pişirip masanıza getiriyorlar. Ucuz değil ama böcek, istiridye, karides falan seviyorsanız tavsiye ederim.

Bergen’den gece 23.45 treniyle Oslo’ya geliyorum. Koltuklar rahat ve konforlu. Dilerseniz yataklı vagon da tercih edebilirsiniz. Bunun için 950 kron fark vermeniz gerekiyor. Gece trenle seyahat de ayrı bir keyif oldu benim için. Sabah 06.00’da Oslo’ya vardım.

Buradan sonra yeni bir rota yapmaya karar verdim. Yukarı Tromsö’ye kadar çıkacağım. Oslo’ya iner inmez Trondheim yönüne giden bir trene bindim ve Dombas’ta indim. Dombas Trondheim ve Andelsen’e ayrı ayrı giden tren yollarının kesişiminde. Belki bir gün de Andelsen’e giderim diye orayı durak seçtim. Bende nedense biran evvel Tromsö’ye gidip midnight sun’ı görmek gibi bir heyecan olduğu için Andelsen’i pas geçtim. Fakat orası da görülesi bir yer gibi geldi bana.

Dombas o kadar güzel yerden sonra beni pek sarmadı. Dombas Guesthouse diye hostel tarzı bir yerde kaldım. Çok tatlı Çinli bir çift işletiyor. Booking’ten 257 TL’ye kiralamıştım ama çarşaf ve havlu için ekstra vermeniz gerekiyor. Yine sahipleri akşam Çin yemeği yapıyorlar. Ben sweet soursoslu karides yedim, 200 kron tuttu. Dombas şehir merkezinde çok küçük bir süpermarket ve iki üç tane restoran var. Ama bana ruhsuz bir yer gibi geldi. Bence o kadar güzel yer varken Dombas biraz gereksiz. Bakın, geziyoruz da söylüyoruz.

Buradan Trondheim’a geçiyorum. NSB’nin web sitesinden bilet alınabiliyor. Nedense uygulaması kredi kartımı beğenmiyor ama web üzerinden sorun yok. 12.03 treniyle 2,5 saatlik bir yolculukla Trondheim’ a geçeceğim. Orada günü geçirip gece tekrar trene binip Bodo yönündeki Fauske’ye gideceğim. Artık bayağı bir yukarılara çıkıyorum.

Trondheim de güzel bir şehirmiş. Ben sadece yedi saat geçirdiğim için etrafı şöyle bir görme fırsatı buldum. Ama günlük turlar olduğunu gördüm. Tourist Info binası yine gayet bilgilendirici ve yardımcı. Kiliseler, katedraller görülesi. Rockheim diye bir müzik müzesi var. Ben gittiğimde kapalıydı ama buraya gelmişken görülmesi gereken yerlerden biri gibi geldi bana. Ben Tromsöcü olduğumdan dolayı çok da önemli değil benim için ama siz gelirseniz bir bakın derim. O müzenin hemen aşağısında da bir su parkı var. Çocuğunuzla geliyorsanız, güzel bir bilim müzesi var, oraya gidebilirsiniz. Gamle Bybro diye çok eski küçük bir köprü var. Oradan iki taraflı olarak kanal güzel görünüyor. Köprüyü geçince de sempatik kafeler ve restoranlar sizi bekliyor.

Trondheim bu kadar. Gece 23.45 treni ile Bodo tarafına gidiyorum. Bodo’dan üç önceki durak olan Fauske’de ineceğim. Çünkü Tromsö’ye direkt tren gitmiyor. Fauske Tromsö’ye trenle gelinebilecek en yakın durak. Oradan arka arkaya iki otobüs seyahati beni bekliyor. Önce Narvik’e gideceğim oradan da ikinci bir otobüs ile Tromsö’ye geçeceğim.

Tren tam zamanında yani saat 08.20’de iniyor. Trenin indiği yerden Fauske’ye otobüs kalkıyor. Kalkış saati 08.50. Tren biraz geç kalsaydı kaçırabilirdim. Allahtan NSB genelde çok dakik. Otobüs için 450 kron gibi bir şey verdim sanırım. Bu otobüs direkt olarak Narvik’e gitmiyor. Bir buçuk saat sonra falan anonsla birlikte sizi indiriyorlar ve başka bir otobüse bindiriyorlar. Bu, fiyata dâhil. Yeni bindiğiniz otobüs bir feribota biniyor ve yaklaşık 20 dakikalık bir feribot yolculuğu sizi bekliyor. Yaklaşık dört buçuk saat sonra Narvik’e varıyorsunuz. Oradan kalkan Tromsö otobüsüne iki saat daha var. O da 15.20’de kalkıyor. Aynı yerden ve bulunduğunuz yerde ufak bir alışveriş merkezi var. Yemek ve diğer ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz.

Narvik - Tromsö otobüsü da 5 saat sürüyor. Akşam 08.30’de Tromsö’deyim. Tromsö’de otel fiyatları çok uygun. Geceliği 70 USD’ye kalabiliyorsunuz. Ben 3 gün Enter Viking Hotel ve 2 gün de Thon Tromso Hotel’de kaldım. Siz bence direkt Thon’da kalın. Hem daha ucuzmuş, ben atlamışım baştan, hem de kahvaltı dâhil. Üstelik kahvaltısı da inanılmaz. Bayılırsınız.

Benim gibi plansız bir adamın Tromsö’de yapılacakların farkına varması tabii ki oraya varmadan mümkün olamaz. Buranın kuzey ışıklarının görülebileceği yegâne yerlerden biri olduğunu görüp heyecanlanıyorum. Tromsö dışında görülebilecek yerler Alaska, Grondland, Sibirya ve Kanada’nın bir kısmı. Yani adam gibi yerleşim merkezi olan ve kuzey ışıklarını görebileceğiniz tek yer Tromsö. Yalnız tabii ki ben yanlış zamanda buradayım. En iyi zaman eylül - mart arası diyorlar. Gecelerin iyice karanlık olduğu kasım - ocak aylarında görme şansınız daha yüksekmiş. Ancak yazın gelseniz de kuzey ışıklarını sanal olarak deneyimleyebiliyorsunuz. Şehir merkezine yaklaşık 3 kilometre mesafede Tromso Üniversitesi var. Ben yürüyerek gittim ama otobüs ile gitmek de mümkün. Bu arada Tromsö’de otobüs için bir uygulama var. Adı da TFT Mobillett. Buradan direkt bilet alabiliyorsunuz ve Oslo’dakinin aksine burada Türk kredi kartları kabul görüyor. Bu uygulama üzerinden tek bilet 30 kron, otobüste alırsanız 50 kron.

Tromso Üniversitesi’nde çok güzel bir salon yapmışlar. Böyle kubbe şeklinde, sinema salonu konforunda. Yukarıdaki tavanın tamamı sahne. Yukarı yönde 180 derece her yeri görebiliyorsunuz. Tromsölü ünlü bir fotoğrafçının çektiği kuzey ışığı resimlerini yarım saat boyunca gösteriyorlar. İnanılmaz güzel. Kesinlikle görmenizi tavsiye ederim. Ayrıca bu ışıkların nasıl oluştuğu ile ilgili bilimsel bilgiler de aktarılıyor.

Tromsö küçük bir ada. 70 bin nüfusu var. Ren geyiklerinin merkezi. Her yerde ren geyiği heykelleri, mumyaları var. Çok şirin ve insanları inanılmaz arkadaş canlısı. Şimdiye kadar oturduğum bir barda ya da kafede gelip de benimle konuşulmadığı olmadı. Ve çok kibar ve iyi niyetliler. Kuzey insanları zaten bu konuda meşhur imiş.

Yazın geldiğinizde burada gece yarısı güneşini görebiliyorsunuz. Ben göremedim çünkü kaldığım 5 gün boyunca hava hep kapalıydı. Ancak haziran ve temmuz ayının sonlarına kadar güneş hiç batmıyor. Zombiye bağlıyorsunuz. Norveç’in diğer yerlerinde de kaldığım süre boyunca güneş sadece iki saat falan batmıştı. Ona da tam batmak denirse. Ama burada hiç batmıyor. Gece yarısı güneşini görmek için tekneturları var. En iyi görebileceğiniz yerlere götürüyorlar. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi ben bunu yapamadım.

Bir de Vulkana diye bir tekne var. Tromsö şehir merkezinde demirlemiş durumda. Burada 690 krona hamam, sauna, jakuzi deneyimleyebiliyorsunuz. Cam pencerelerden denizi seyredip inanılmaz zaman geçirebilirsiniz. Jakuzi dışarıda ve oranın zevki daha bir ayrı. Kesin tavsiyemdir. Çok tatlı bir çift işletiyor. Muhabbetleri de harika.

Bir daha gelirsem yapmak istediklerim: Whale safari, kuzey ışıklarını görme çabası (çünkü garantisi yok, şanlı olmanız gerekiyormuş) ve bir de Sami köyüne ziyaret. Bunların hepsi sadece kışın yapılabiliyor. Sami insanları medeniyetten uzak yaşayan bir topluluk. Norveç hükümeti bu insanların kültürünü korumaya ayrı bir önem veriyor.

Ben oradayken tesadüfen Bukta Rock Festivali’ne denk geldim. Bukta kıyı demek. Sahilde, şehir merkezine otobüsle 7 dakika, yürümek isterseniz yarım saat mesafede. 3 gün sürüyor. Ben son gününe katıldım. Biraz orta yaş üstü bir etkinlik, yani tam benlik :) ama rock müzik seviyorsanız ballı börek.

Tromsö kesinlikle görülesi bir yer. Hatta ben o kadar sevdim ki en uzun burada kaldım. Ama artık Norveç defterini 19 gün sonra kapatıyorum.

Yazı dizisinin birinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.