Bugün TCDD’nin Doğu Ekspresi trenindeyim.. Hatta bildiğimiz Kara Tren'de. Nereye gidiyorum derseniz güzel ülkemin Doğu Anadolu’nun en doğusundaki, en soğuk illerimizden biri olan KARS’a gidiyorum. Bu geziyi Kars ve çevresinde barındırdığı güzellikleri görmek istediğim için, özellikle de yaklaşık 25 saat sürecek bu tren yolculuğu bilerek, isteyerek seçtim.
Bu tren yolculuğu 2009 yılında “Avrupa Seçkin Destinasyonu” (EDEN) seçilmiş, ben de yol boyu muhteşem kar ve kış manzaralarını izleyecek ve fotoğraflayacak olmanın heyecanıyla sabırsızlıkla bekledim bu geziyi. Ayrıca, tüm şehirlerine olmasa da yurdumun tüm bölgelerine gittiğim halde ilk kez Doğu Anadolu’ya gidiyor olmanın da bir heyecanı var. Üstelik “bu karışıklıkta oralarda ne işin var” sözlerine de aldırmıyorum, İran’a giderken de aynı sözleri duymuş ama çok mutlu ve etkilenerek dönmüştüm.
Çok uzun yıllardır tren yolculuğu yapmamıştım, oysa tren yolculuğunu çocukluğumdan beri çok severim. Cahit Sıtkı Tarancı’nın ünlü dizelerini de...
Nereye bu gece vakti?/ Güzel tren, garip tren?Düdüğün pek acı geldi / Hatıra neler getiren
Çok mudur mendil sallamam / Her yolcu az çok aşinam
Haydi, yolun açık olsun / Geçtiğin köprüler sağlam / Tüneller aydınlık olsun
Heyecanla başlayan bu gezi İstanbul Pendik’ten ilk kez bineceğim "hızlı tren" ile Ankara’ya doğru başlıyor. Son tren yolculuğum beş altı sene önce Eskişehir’e giderken tarihi Haydarpaşa Garı'mızdan başlamıştı, bundan sonra da umarım tüm tren yolculuklarımız yine bu güzel gar binamızdan adım atarak başlar.
Trenimiz oldukça rahattı, 250 km. maksimum hızla, Eskişehir üzerinden yol alarak, saat 16.00'da rötarsız vardığımız Başkent'te iki saatlik beklememiz var. Garın önüne gidip çocukluğumun geçtiği Gençlik Parkı'na doğru bakarken birkaç ay önce burada şehit olan gençlerimiz, masum genç, yaşlı, kadın, erkek, tüm insanlar ve aileleri için bir kez daha üzülüyorum.
Nostaljik Trenimiz… Ve nihayet bizi Kars’a ulaştıracak trenimize biniyor ve yataklı vagondaki kompartımanımıza yerleşiyoruz, yine tam saatinde, 18.00'de Kars’a doğru hareket ediyor "Şark Ekspresi" (Doğu ekspresi yerine Şark ekspresi demek hoşuma gidiyor).
Eskiden çok lüks yolculuk sayılan yataklı vagon ve kompartımanımız beni yıllar öncesine götürüyor. Çok yeni görünmese eskiye göre biraz daha yenilenmiş belli, köşede bir lavabo, sabun ve havlular, terlikler var ancak wc ler vagonun her iki ucunda ortak kullanım. Bir masamız, altında da küçük bir buzdolabı ve içinde ikramlarımız var -su, meyve suyu, çikolata ve çubuk krakerler. Elektrik prizi var ama bir tane (bir gezginden ufak bir öneri, ben seyahatlerimde yanıma mutlaka üçlü priz alırım, sizin de seyahatlerinizde, özellikle de odayı paylaşıyorsanız, taşımanızı öneririm)
Her şey güzel, sadece "yemekli vagon" ne yazık ki yoktu, daha doğrusu vagon var ama yemek servisi yok (öğrendiğimize göre alkol servisi kalkmış o nedenle de şu anda ihalede imiş). Oysa bayılırdım bu vagonda vakit geçirmeye, hem keyif yapar, hem de vakit geçirirdik, yemekleri de oldukça lezzetliydi, bazı tatlar hala damağımda, böyle uzun bir yolculukta olmamasına üzüldüm doğrusu. Neyse biz yine de çocuklar gibi heyecanlı ve neşeliyiz, tedbirliyiz de, kumanyamız zengin :) müziğimiz de var. Sohbet de güzel, keyifliyiz.. yıllardır binmediğimiz trende nostalji yapıyoruz, hava da yavaştan kararmaya başladı bile.
Sabah erken uyanıyorum, Sivas’ı geçmişiz, Kars yollarındayız artık, sanki bir şeyler, güzel bazı manzaralar kaçıracağım içgüdüsü ile olsa gerek. Etraf alabildiğine kar demek isterdim ama sadece alabildiğine bozkır, ama moralimizi bozmuyoruz. Erzurum'da sonra da Kars'a yaklaşırken vardır diyoruz kar manzaraları. Doğru düşünmüşüz birden kar manzaraları başlıyor. Etraf alabildiğine değil, yer yer kar var ama etraftaki dağlar bembeyaz... Birden için aydınlanıyor, ülkemin karanlık günlerinde bu beyaz manzara ruhuma iyi geliyor. Ama bir yerleşim bölgesine yaklaşırken aniden elinde makineli tüfekle bir asker görüntüye giriyor, kompartımandan çıkıyorum, ters tarafa baktığımda bir istasyona girdiğimizi görüyorum. Sarıkamış tabelası karşımda, önünde can yelekleri giymiş, bere ve atkılardan yüzleri görünmeyen silahlı askercik kaynıyor burası. Tanrım korusun bu evlatlarımızı diye dua ediyorum. Sonra 1915 yılında Sarıkamış'ta donarak ölen şehitlerimiz düşüyor aklıma, içim kararıyor. İleriki dağlardaki şehitliğe ve dağların ardında batmakta olan güneşin solgun renklerinin ışığında dalgalanan bayrağımızı görünce biraz daha hüzünleniyorum... Allahuekber Dağları'nda kim bilir kaç Mehmetçik vatan sağ olsun diyerek ayazda nöbet bekliyor biz rahat uyuyalım diye…
Artık Kars’a iyice yaklaştık, yol arkadaşım sevgili Gülay’la birlikte heyecanımız iyice artıyor. Yine çevredeki dağlar bembeyaz ama şehre yaklaşırken kardan iz yok.
İşte Kars Tren Garı’na girdik, hava soğuk evet, akşam saat 18.30 ve -2 derece ama üşütmüyor bu hava bizi, mis gibi bir hava var. Bizi beklemekte olan aracımızla otele doğru ilerlerken oldukça ıssız Kars sokaklarını izliyorum, soğuktan olsa gerek çok az insan var sokaklarda. Bir yandan da düşünüyorum. Yola çıkmadan önce, her zaman olduğu gibi, internetten epeyce araştırma yapmış ve bilgiler edinmiştim Kars hakkında, bu nedenle diyorum ki…
Ani Antik Kenti'ni, Kars Kalesi'ni ve ünlü camilerini görmeden, Kars Müzesi'ni gezmeden… Çıldır Gölü'nde sarıbalık yemeden, göl donuksa –umuyorum- kızak keyfi yapmadan…
Kaz yemeden ve son derece sağlıklı kaz tüyünden yapılan kuş tüyü yastıklar almadan ünlü Kars kaşarı ve gravyeri, kaymağını, son derece lezzetli balını tatmadan ve tabi almadan…
Kars Kafkas halısı ya da kilimi, Kars'ın özgün hatıra eşyaları olan yöresel gümüş kemerler, başlıklar ve çeşitli gümüş takıları görmeden…Kafkas Halk Oyunları seyretmeden, bir Aşık Atışması dinlemeden…Kars’tan dönmeyeceğim. (Sarıkamış’ta kayak yapmayı da çok isterdim ama yapmadan döneceğim kesin...)
İşte otelimiz tarihi binaların ardından göründü, Asi Nehri kıyısında, Kars Kalesi'nin eteklerinde tarihi bir binadaki butik otel "Katerina Sarayı", merkeze yürüyüş mesafesinde, havaalanına 4 km. Kasım ayında açılmış yepyeni bir otel, giriş kapısından, lobideki mobilyalara kadar tümüyle tarihi çizgiler taşıyor, odalardaki yataklar da kraliçenin yataklarını aratmıyor :)
Bu akşam otel restoranında ilk kez tadacağım yöresel yemekler yiyeceğiz. Evelik çorbası geliyor önce, bulgur, mercimek ve yöresel bir ot olan “evelik otu”ndan yapılmış salçalı bir çorba, ben bayıldım bu lezzete, uzun bir yolculuk ve soğuk bir kış gecesi çok iyi geldi doğrusu, eve döner dönmez deneyeceğim, evelik otu bulamasam da pazı ya da kara lahana yapraklarından yaparım. Ana yemek "piti", nohut yemeği üzerinde bir parça incik var, herhangi kemikli bir etten de yapılırmış, özellikle et çok lezzetli idi ama çok da değişik gelmedi bana, erin lezzeti hariç tabii.
İki gün süren tren yolculuğu rahat olsa da gürültüsü, sallantısı derken gece de çok sık uyandık, yorgunuz, erkenden yatıyoruz, zaten yarın sabah da erkenden yola koyulacağız.
Bu arada sabah kahvaltımız müthişti, kahvaltıcı biri olmayan ben, hele de erken kalktığımda, Kars peynirleri, daha önce yemediğim kadar lezzetli bir kaymak, petek bal, kete ve pide karşısında kuvvetli bir kahvaltı yapıyorum, büfenin diğer zenginliklerine bakmadım bile :) Ani Harabeleri ve Çıldır Gölü'ne gidiyoruz, sakın kaçırmayın.
Yazının 2. bölümü için tıklayın: https://gezimanya.com/GeziNotlari/kars-ve-ani-antik-kenti-2-bolum