Özel bir araç ve rehberimiz Natalie ile birlikte Katakomblara gitmek üzere yola çıkıyoruz. 55-60 yaşlarında çok kültürlü bir kadın. 5 yabancı dil biliyor. Sovyetler Birliğinin yıkılmasından mutsuz olanlardan. “O zaman herkes eşitti. Şimdi orta sınıf neredeyse yok oldu” diyor. Şehrin merkezi ile katakomblar arası özel araba ile yaklaşık 70 km. Katakomblara ana giriş eski bir askeri yerleşim merkezi olan Cossack’tan yapılıyor.
Katakomb’un anlamı “Yeraltı şehri”, “Yeraltı labirentleri” olarak tanımlanabilir. Buraya vardığımızda bir hayli şaşırıyoruz. Etrafta en ufak bir turiste yönelik dükkan ya da sokak satıcısı yok. Üstüne üstlük bir de girişi kapalı. Natalie bize 5 dakika beklememizi söylüyor. 5 dakika sonra Natalie, elinde anahtarlar ve el feneri olan bir adamla birlikte geliyor. Adam demir kapıyı açıyor ve sırayla katakombların içine doğru ilerliyoruz. İçerisi zifiri karanlık, yolumuzu aydınlatan tek şey ise adamın elinde tuttuğu el feneri. Natali anlatmaya başlıyor. “Şaşırmayın, buraya gelen turistler genelde merkezinde kalır, çok az insan katakombları görmek istiyor. Oysaki biz bağımsızlığımızı bu katakomblar sayesinde kazandık” diyor hüzünlü bir ses tonu ile. Evet, her şehrin bir görünen yüzü, bir de arka sokakları vardır, Her şehrin bir ışıltısı, bir de gizli sırları vardır. Arka sokakları görmeden, gizli sırları işitmeden o şehir hakkında ne kadar yorum yapabiliriz ki?
Katakomblar, yerin 16 metre altına kadar ilerliyor. En dip noktadan yüzeye 70 basamak. Uzunluğu ise toplam 200 km. Ancak şu an sadece %30’u kalmış. Yerin altını örümcek ağı gibi işlemişler. Buradaki taşlar yumuşak dokulu olduğundan yıllar önce buralardan kalıp kalıp taşlar çıkartılarak, yerin üzerinde gördüğümüz yapılar inşaa edilmiş. Bu katakomblar Avrupa’nın en uzun olanlarından. Burada bazen macera filmleri ve kısa filmler çekiliyormuş.
2. Dünya savaşı sırasında Katakomblar partizanlar için barınak olmuş. Tüm gizli operasyon katakomblardan yönetiliyormuş. Her bir bölümde yaklaşık 45-70 kişi barınabiliyormuş. Toplam 3 kattan oluşuyor. 5 farklı partizan grubu varmış o dönemde. Burada yaşanır mı diye soruyor insan kendisine... Yataklar taş üzerine döşenmiş yapraklardan yapılmış, ortalama 13 derece sıcaklığı ama nem ve rutubet çok fazla. Islak olan bir şey hemen küfleniyor. Karanlık olması da cabası...
Mesela mutfakta yemek yapıyorlar ama dumanı direkt oradan yukarıya vermiyorlar. Çünkü düşman sızan dumandan izlerini bulabileceğinden, dumanı metrelerce ileriden dışarı çıkacak şekilde bir yapı yapmışlar. Dışarıda da dumanın çıktığı yere kaya koymuşlar ki, duman çıkarken iyice dağılsın ve sis zannedilsin diye.
İçerisinde hastanesi bile var, 6 yataklı. Burada o dönem kimya öğrencileri molotof kokteyli hazırlıyorlarmış. Partizanlar, öğrencilere nasıl tuzak kurulacağını, trenlerin nasıl raydan çıkartılacağını öğretiyorlarmış.
Naziler bu bölgede partizanların yaşadığını biliyorlarmış ancak bir türlü yerlerini tespit edemiyorlarmış. Ancak partizanlardan biri dışarı çıktığı gibi Naziler tarafından anlaşılarak vuruluyormuş. Çünkü partizanlar sürekli burada yaşadıkları için güneş görmüyorlar ve ciltleri bembeyaz, karanlık nedeni ile de gözleri kıpkırmızı olduğundan fiziksel yapılarından hemen anlaşılıyorlar.
Burada karargah olarak kullanılan odacıklar da var. Burada Lenin’in birçok fotoğrafı ve duvarlarda uymaları gereken kuralları gösteren antları asılı.
Katakombların çıkışında o dönem bu bölümde yaşayan bir kısım partizanların fotoğraflarının bulunduğu bir sergi var.
Buradan dışarıda bulunan bir su kuyusuna gidiyoruz. Yürüyerek yaklaşık 60-70 metre. Burası sadece görüntüde su kuyusu, aslen mesaj kuyusu. Partizanlar dışarıdan mesajları bu kuyuya köylülerin koyduğu notlar vasıtasıyla alıyorlar. Bir seferinde naziler buraya zehirli gaz göndermeyi planlamış, ancak bunu haber alan köylüler bu haberi mesaj kuyusu aracılığı ile partizanlara iletince, partizanlar tüm girişlere duvar örerek gazın içeri sızmasını engellemişler.
Bu katakomblar, opera binasının altına kadar ilerliyor. Şehrin altı delik deşik durumda. Şu an yaşayan partizan var mı diye sorduk. Bu bölümde olan son partizan 3 sene önce ölmüş.
Şehrin savunmasını Mareşal Marshall Merinovski yaparak 10 Nisan 1944’te Odessa’nın kurtuluşu sağlamış.
Odessa’da konaklama açısından birkaç otel tavsiyesi verilebilir. İlk olarak Deribasovskaya Caddesi'nde, Odessa'nın tarihi şehir merkezinde bulunan Frapolli Hotel, sehrin kalite ve fiyat bakımından en iyilerinden. Otelden, Odessa Opera ve Bale Tiyatrosu ile Potemkin Merdivenlerine 5 dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabiliyorsunuz. Buna alternative olarak ise Odessa’nın şehir merkezinde, Potemkin Merdivenleri'ne 5 dakikalık yürüyüş mesafesinde yer alan Pale Apartments ’ın daireleri de iyi bir seçim olabilir. Daireler şehrin hareketli caddelerine çok yakın ve çevresinde ise çokca kafe, bar ve restoranlar yer alıyor. Son olarak eğer tercihinizi bir otelden yana kullanmak istiyorsanız Derybasovska yaya caddesine 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde ki Aleksandrovskiy Hotel’I de listenize ekleyebilirsiniz. Bu otel önerilerinin dışında, Odessa’da ki diğer otel seçenekleri için buradan booking.com’a girip göz atabilir, isterseniz rezervasyon da yapabilirsiniz.