Son yıllarda hızla artan tüketim çılgınlığı, dünyanın dengesini her geçen gün daha da fazla bozmaya devam ediyor. Teknolojik çöpler ve metal yığınlarından oluşan dev tepeler dünyamızın yaşam ömrünü azaltıyor. Bu durumun erken farkına varan ülkeler önlemlerini şimdiden almaya başladılar. İlk olarak yaptıkları düzenleme ise bisiklet yolları oldu. Çünkü büyük kentlerin trafik sorununu ve arabaların egzoz salınımını azaltmanın en kolay yolu insanları bisiklete binmeye teşvik etmekti.
“Ne zaman bisiklet üzerinde bir yetişkin görsem, insanlığa dair umutlarım artar.” H.G.Wells
Sanırım bisiklet için hissettiğim duygularımı en iyi anlatan söz budur. Bisiklete binen insanların sayısının gün geçtikçe arttığını ve bunun bilinçli bir şekilde gerçekleştiğini görmek beni gelecek için umutlandırmaya yetiyor. Peki, size birkaç soru sorsam ve kendi içinizde cevaplayın dersem ne dersiniz?
İlk bisiklete bindiğiniz anı hatırlamaya çalışın arkadaşlar ve ardından bisikletlerinizden inip depolarda çürümeye ne zaman bıraktığınızı hatırlayın. Geçen zaman da ne değişti de siz çocukluk sevinçlerinizden uzaklaşıp hayatın koşturmacasına kapıldınız. Ufak şeyler mutlu olmak için yetmemeye başladı da hep daha fazlasını istemeye başladık.
Aslında bisiklet bir başkaldırıdır. Monoton yaşamdan sıyrılıp farklılaşmadır. Bisiklet çocukluğuna yeniden dönme ve eski hayallerini hatırlamadır.
“Moralin bozuk olduğunda; günün, karanlık göründüğünde; işin monotonlaştığında; umutlu olmanın bile anlamsız bir hale geldiğinde, bir bisiklete atla ve yola çık, başka hiçbir şey düşünmeden.” Sir Arthur Conan Doyle
İşte bu Doyle sözü beynimde tekrarlanırken ben yola düşmüştüm bile. Daha önce yapıldığını duymadığım bir rotadan kısa bir bisiklet turu yapacağım. Denizli’den başlayacak olan gezi güzergâhımda öncelikle Laodikeia Antik Kenti’ne uğrayacağım ardından Pamukkale ve Hierapolis Antik Kenti’ni ziyaret ettikten sonra son durağım Yenicekent beldesinde yer alan Tripolis Antik Kenti olacak. 52 km’lik bir yol var önümde, gezilecek 3 antik kent ve üzerinde yürünecek pamuktan dağlar. Pedallarken yorulduğum kadar bu ören yerlerini gezerken de yorulacağımı biliyorum onun için enerjimi verimli ve dikkatli kullanmalıyım.Denizli’de bilinen ilk antik kentLaodikeia’ydı. Bugünkü kentin kuzeyinde, Eskihisar Köyü yakınlarında. Şehir merkezine sadece 6 km uzaklıkta. Hiç dinlenmeden rahatça bisikletle ulaşım sağlayabileceğiniz bir mesafede. Kente ilk girişte oldukça eğimli bir tırmanış sizi bekliyor çünkü kent bir tepenin üzerinde kurulmuş. Kentin girişine bisikletimi bırakarak yürüyerek yoluma devam edeceğim.
Laodikeia Antik Kenti girişinde
Laodikeia Genel Görünüm
Laodikeia Antik Kenti 2003 yılında kazılmaya başlanmış ve şuan görülen tüm eserler toprak altındaymış. 10 yılda inanılmaz bir yol kat edilmiş ve kent yeni bir Efes olma yolunda ilerliyor. Laodikeia Antik Kenti’nde kazılar 12 ay aralıksız devam ediyor. Bu özelliğiyle Türkiye’de bir ilk olma özelliğine sahip. Ben kenti gezerken bir yandan da meslektaşlarımın yani arkeologların çalışmalarını izliyorum. Sanırım bu muhteşem güzelliği bu özverili çalışmaya borçluyuz.
Laodikeia Suriye Caddesi
Kent adını Seleukos kralı II. Antiokhos’un karısı Laodike’den alıyor. M.Ö. 3. yüzyılda kurulan kentin geçmişi aslında Tunç Çağı’na kadar dayanıyor. Kent M.S. 7. yüzyılda geçirdiği büyük depreme kadar ihtişamlı yaşamını sürdürmüş depremden sonra tamamen terk edilmiş ve günümüz Denizli kent merkezine taşınmış. Kentin her bölgesinden çalışmalar devam ediyor. Kısa süre önce İncil’de sözü geçen Anadolu kiliselerinden biri Laodikeia’da bulundu. Ziyaretçilerin bu muhteşem yapıya girmelerine şuan için izin verilmiyor. Fakat kazı başkanı Prof. Dr. Celal Şimşek üniversiteden hocam olduğu için gezebiliyorum. Size buradan şunun bilgisini verebilirim. Önümüzdeki yıllarda Laodikeia Antik Kenti’nin adını çok duyacaksınız. Daha önce taban mozaiklerinin bu kadar sağlam kaldığı bir kiliseye rastlamadım.
Tapınak
Kent, daire biçimli surlarla çevrili biri kuzey, diğeri kuzeydoğuda iki tiyatro kalıntısı var. Kentin bu özelliği onu yine eşsiz kılıyor. Laodikeia öyle bir antik kent ki Anadolu’nun en büyük stadyum yapısına sahip. Aynı zamanda içinde 4 hamam bulunduran da tek kent. Kent en parlak dönemini yaşadığında dokumaları ve iç çamaşırları bir marka konumundaydı. Denizli’nin tekstilciliğinin tarihi kökleri olduğu anlaşılıyor.
Laodikeia'dan Pamukkale'ye bakış
Kenti hızlıca gezdikten sonra pedallamaya devam ediyorum. Turumun 2. etabı 20 km sonra Pamukkale girişinde tamamlanacak. Güneş acımasız yüzünü göstermeye başladı bile. Pamukkale yolu düz, dar ve çok fazla taşıt trafiği var. Bisiklet için pek de uygun bir yol gibi gözükmüyor.
Eylül ayında bu yolda olmanın en güzel yanı sanırım etrafınızı çevreleyen nar bahçeleri. Pamukkale yolunu yarılamışken karşıma bir çeşme çıkıyor hemen yanında da bir nar ağacı. Sanırım detaya inmeme gerek kalmadı. Biraz dinlendikten ve enerjimi yeniden depoladıktan sonra hedefim hiç mola vermeden pamuktan dağların kapısına dayanmak. Ne kaldı ki en dik konumuna ulaşmış güneşle birlikte sadece 8 km.
Yolda giderken aklıma Hemingway’in şu sözü geliyor: “Bir ülkenin kıvrımlarını en iyi bisikletle öğrenirsiniz. Tepeleri inerken ve çıkarken pedal çevirip terinizi akıttığınız için, onları olduğu gibi hatırlarsınız. Oysa bir motorlu araçla giderken sadece yüksek tepelerin farkına varabilirsiniz. Dolayısıyla üzerinde geçtiğiniz toprakları bisikletle olduğu kadar iyi hatırlayamazsınız.”
Sonunda Pamukkale’nin kapısındayım bu eşsiz güzelliği görünce tüm yorgunluğumu unutuyorum. Hemen travertenleri tırmanmalıyım ki Hierapolis Antik Kenti'ne ulaşabileyim ama bu dışardan görüldüğü kadar kolay olmuyormuş. Travertenlerde yürürken dikkatli ve yavaş adımlar atmanızı öneririm.
Pamukkkale
Çoğu pamuk dağına benzeyen beyazlıkta, bir kısmı da ebemkuşağı gibi rengârenktravertenler, Çaldağı’nın güney yamacından çıkan ve kalsiyum oksit içeren ırmağın sularıyla oluşmaktaymış. Sudaki karbondioksit uçuyor ve geriye kalsiyum kalıyor. Güneş ışığının da etkisiyle beyazlama oluşuyor.
Pamukkale sadece ender görülen bu özelliği ile değil aynı zamanda şifalı kaplıca özelliği ile de ilgi çekiyor. Çok eski çağlardan beri kaplıca olarak değerlendirildiğini biz biliyoruz. Birçok hastalığa yararlı olan termal suların en çok güzelleştirici etkisi ilgi çekiyor. Zirveye doğru tırmanırken her milletten insanla karşılaşmak mümkün biraz dikkatli bakarsanız çok nadirde olsa arada Türklere de rastlayabilirsiniz.
Turumu tamamlayabilmem için Pamukkale’den saat 4 gibi çıkmış olmam gerekiyor ve yine hızlandırılmış bir antik kent gezisi yapacağım. Restorasyonu bu sene tamamlanan tiyatroya doğru yürürken ben size kısacaHierapolis Antik Kenti’nden bahsedeyim.
Hierapolis Genel Görünüm
Bergama krallarından II. Eumenes’in kurduğu ve adının da efsaneye göre Bergama’nın kurucusu Telephos’un karısı Hiera’dan geldiği sanılmaktadır. Hiera aynı zamanda kutsal anlamına geldiği için Hierapolis yani kutsal kent adıyla anılmaktaydı. Kent Anadolu’nun en büyük nekropol yani mezarlık alanına sahip. Bunun sebebi de yaşı ilerlemiş hasta insanların şifa için buraya geldikten sonra vefat etmeleri ve mezarlarının bu kentte olması istekleri yüzünden gelişip büyümüş bir alan. Kent en parlak dönemini 2. ve 3. yüzyıllarda yaşadı. Önce Musevilik daha sonra İsa’nın havarilerinden St. Philip’in buraya gelmesiyle Hristiyanlık hızla yayıldı.
Hierapolis Tiyatrosu
Bugün gördüğümüz kent birçok deprem geçiren bölgede Romalılar tarafından kurulan sonuncu kenttir. Antik kent travertenlerin hemen yanındaki Pamukkale Müzesi’nden başlanarak gezilebilir. Tiyatro yapısının sahnesinde yer alan kabartmalar ve çeşme yapısının süslemeleri burada yer alıyor. Sadece bunlar yok tabii ki heykeller, lahitler, sikkeler ve süs eşyaları…
Kentin en güzel yerine ve kazı ekibinin ayrı bir önem gösterdiği tiyatroya ulaşıyorum sonunda. Kazı başkanı İtalyan D’Andre’nin söylediğine göre bu yapının ayağa kaldırılıp restore edilmesi 40 yıl sürmüş. O dönemin akustik teknolojisini anlamak için size bir tavsiye. Basamaklarına oturun ve alkışlayın…
Sırada Hz. İsa’nın havarilerinden St. Philip’in mezarı var. Kazı ekibi yıllarca havarinin mezarını aramış sonunda buldukları bir sikkeden bunca sene yanlış yeri kazdıklarını anlamışlar. Geçen sene restorasyonu tamamlanan havarinin mezar kilisesi Hristiyanlar için bir haç merkezi konumunda ve kentin en yüksek bölgesine yapılmış. Size bir tavsiye daha eğer Pamukkale’ye gelirseniz buraya mutlaka çıkın çünkü kenti en iyi görebileceğiniz yer burası.
Sırasıyla Nekropol alanı, çeşme ve tapınak yapılarını da gezdikten sonra tam planladığım saatte Pamukkale’den aşağıya iniyorum. 3. etap için hazırım. İşte turumun en zevkli kısmı başlıyor. Köy yollarından geçeceğim ve yanımda giden su kanalını takip edersem Tripolis Antik Kentine ulaşacakmışım. Öyle dedi Pamukkale’de yol tarifi aldığım bir amca.
Tahminime göre bu etap yaklaşık 18 km sürecek. Akköy’ün içinden geçtikten sonra Tepecik Köyü’ne ulaşacağım yolu takip ederek hava kararmadan antik kente varacak ve bu gece kazı evinde kalacağım.
Yol düşündüğüm gibi son 10 km’sinde tamamen toprak ve mıcırlı bir hal alıyor. Yanımda gürül gürül bir sulama kanalı akıyor aynı tarif edildiği gibi bana denilenlere aynen uyuyorum. Arada durmam gerekiyor neden mi? Çünkü yol kenarları böğürtlenlerle bezenmiş her gördüğümde ağzıma atıp enerji depoluyorum.
Bir köprüden geçtikten sonra karşımda Tripolis Antik Kenti. Roma dönemine ait bu kent 3 yıldır kazılıyor. Pamukkale Üniversitesi hocalarından Yrd. Doç. Dr. Bahadır Duman başkanlığında kazılan kent Efes gibi yamaç kent olma özelliğiyle önemli. Bu yıl kazılarda bulunan tabanı mozaik döşeli Roma Villası ve tamamı ayakta olan üstü kapalı agora yani pazar yeri kentin önemli yapılarından. Daha çok yeni bir kazı olmasına rağmen hayli yol kat edilmiş.
Sütunlu Cadde
Kilise
Ülkemiz arkeolojisi adına güzel şeyler yapıldığını görmek bu turda beni en çok sevindiren şey oldu. Hava artık kararıyor ve yorgunluğum iyice artmış durumda.
Tripolis’in de fotoğraflarını çektikten sonra Yenicekent beldesinde bulunan kazı evine doğru pedal çeviriyorum. Artık dinlenme ve dostlarla sohbet etme vakti…
Tolga CandurNereye Dergisi G. Yayın Yönetmeni