Bugün 13 Temmuz 2013 Cumartesi… İşte yine yollara düşme telaşı… 50 defa “acaba bir eksik var mı” diye bavul kontrolü… 10 defa oğluma tembihte bulunurken “tamam annnneee!” nidaları ve sonunda eşim ve oğlum tarafından karga tulumba evden çıkarılışımın seremonisi…
Of! Nihayet! İstanbul Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ndeyim… Sabahki telaş ve stresten eser kalmadı. Sessiz, sakin ve huzurluyum. Ayrıca seyahatin gizemi ve bilinmeyenin heyecanı da üzerimde… Bu sefer binlerce yıl öncesine gitmiyorum. Birkaç yüz yıl öncesine; yani Orta Çağ’a, yani Rönesans’ın başladığı yere, yani İtalya’ya gidiyorum… Sevgili dostum, arkadaşım, can yoldaşım, kader ortağım, hayat arkadaşım eşim ve ben…
Roma Tarihi
Resmi adı: İtalya Cumhuriyeti… Başkenti: Roma… Dili: İtalyanca… Para birimi: Euro (Avro)… Saat farkı olarak bizden 1 saat geri… Nüfusu: 2011 sayımlarına göre 60.681.514
Türkiye Büyükelçiliği: Roma telefon numarası: 0039 06 494 15 47 - 446 99 32
Türkiye konsolosluğu: Milano telefon numarası: 0039 02 551 33 70
İtalya 20 bölgeden oluşuyor. Kuzeyden güneye bu bölgeler; Valle d’Aosta, Piemonte, Lombardia, Liguria, Veneto, Friuli Venizia Giulia, Trentino-Alto Adige, Emilia-Romagno, Toscana, Marche, Umbria, Lazio, Abruzzo, Molise, Campania, Apulia, Calabria, Basilicata, Sicilia (Sicilya), Sardenia (Sardunya)…
Her bölge birbirinden farklı ve her birinin kendi yöresel hükümeti bulunuyor. Bazıları özel bir statüye ve belirli bir otonomluğa sahip… Kuzeydeki dağ dorukları ve gölleri, oldukça geniş ve bereketli… Po Deltası; yuvarlak tepeleri ile Toscana ve Umbria Bölgeleri; dik yamaçlı dağları ile Abruzzo Bölgesi; son derece güzel ve uzun Napoli Körfezi; portakal üretimi ile Sicilya; ormanlık dağları ile Sardunya ve her yerinde uzun, güneşli, kumlu, çakıl taşlı ve kayalık sahiller İtalya’nın coğrafyasını oluşturuyor. Sınır komşuları ise; Avusturya, Fransa, Vatikan, San Marino, Slovenya ve İsviçre…
İtalya’da bir zamanlar pek çok faklı medeniyet yaşamış… Hz. İsa’dan önce Yunan Medeniyeti yani Helen kültürü buraya hâkim… Daha çok güneyde ve Orta İtalya’da (Toscana’ya kadar) hâkimiyet kurmuşlar. Eski Yunan kalıntıları hala görülebilir. Daha sonra bölgeye hâkim olan bir kavim var. İşte bu kavim Romalıların atalarını oluşturuyor. Hangi kavim mi? Etrüskler! İtalyanlar Etrüsko diyorlar. Bu kavim ile ilgili biraz bilgi vermek istiyorum. Çünkü ucu bize dayanıyor. Görünüşte alfabeleri çözülmemiş, nereden geldiği bilinmeyen sır bir kavim… Ama işin aslı öyle değil… 2 yıl önce İtalyan araştırmacılar Etrüsklerin Türk kökenli olduklarını kabul etmişler. Ama birkaç gazetede çıkan ufak bir haberin dışında kesinlikle bu konu karıştırılmıyor. Neyse! Belki bir gün gelir açıklanır… Bu kavim Anadolu’da Antalya ve Fethiye arasındaki topraklarda yaşıyor. Daha sonra neden olduğu bilinmeyen zorunlu göç nedeniyle Anadolu’dan İtalya’ya Toscana bölgesine geliyorlar. Toscana bölgesi İtalya’nın orta kesimindedir ve deniz yoktur. Bunlar da zaten Anadolu’da deniz kenarında yaşamıyorlardı. Etrüskler, Anadolu’ya da Orta Asya’dan gelmişlerdi. Etruria; Etrüsklerin burada kurmuş olduğu ülkenin ismidir ve nihayetinde Etrüsklerle birlikte; Yunan koloniciler, İtalic kavimler olarak adlandırılan Latin kavimleri yavaş yavaş MÖ 753 yılında kurulduğu varsayılan Roma İmparatorluğu çatısı altında Romalılar dediğimiz toplumun temelini oluşturuyorlar. Konumuz tarih olur da içinde efsane olmaz mı? Roma İmparatorluğu’nun kuruluşu Romus ve Romulus efsanesi ile başlıyor. Roma şehri kurulmadan önce Roma’nın kuzeyinde 150 km uzağında bir krallık var. Bu krallığın başındaki kralın bir gün iki tane oğlu oluyor; Romus ve Romulus… Kral kısa bir süre sonra ölüyor. Ee! Peki, krallığa kim hükmedecek? Çocuklar daha çok küçük… Devreye anneleri giriyor yani kraliçe… Krallık olur da düşmanı olmaz mı hiç? İşte ölen kralın erkek kardeşi… Bu kardeş, eğer çocukları öldürürse krallığın kendine kalacağını biliyor ve harekete geçiyor. Fakaaaattt… Kraliçe bu komployu öğreniyor. Çocukları ölen kralın kardeşinden kaçırmak için, çok sevdiği ve güvendiği hizmetçisine teslim ediyor. Hizmetçi çocukları alıyor ve kaçırıyor. Bir nehrin kenarına geliyorlar. Kadın burada çocukları bir sepetin içine koyarak nehre bırakıyor. Bugünkü adıyla Tiber Nehri’ne! Çocuklar sepetin içinde uzun bir nehir yolculuğundan sonra günümüz Roma’sına geldiklerinde akıntı onları kıyıya sürüklüyor. Bunları bir kurt buluyor ve çocuklar dişi kurt Lalipa’yı emiyorlar. Ne kadar da tanıdık bir hikâye! Daha sonra çocuklar, bir çoban ve karısı tarafından büyütülüyorlar. Bir gün bu çocuklar hırsızlık yaparken komşu ülkenin kralının askerleri tarafından yakalanıyorlar. Komşu ülkenin kralı bunların kimin çocuğu olduğunu anlıyor ve bunlara toprak bağışlayarak serbest bırakıyor. Bağışladığı toprak, 7 tepe üzerinde kurulan bugünkü Roma! Dikkatinizi çekerim İstanbul da 7 tepe üzerine kurulmuştu! Neyse! Biz devam edelim… Her zamanki gibi bu toprakların yönetimi üzerinde iki kardeş arasında anlaşmazlık çıkıyor ve sonunda Romulus, kardeşi Romus’u öldürüyor veee böylece Roma’yı oluşturan 7 tepeden biri olan Palatino Tepesi’nde başlayan hikâye; yüzyıllar boyu takip eden yayılmacı, istilacı anlayışla 3 kıtaya yayılan dev bir imparatorluğa dönüşüyor. Akdeniz kendi gölleri haline geliyor. Bu arada ilk yol kültürünü bulan Romalılardır. Her gittikleri yerde; şehirleri birbirine bağlamak, sevkiyatları kolay ve hızlı yapmak amacıyla Romalılar taştan yollar yapıyorlar. İşte “Her yol Roma’ya çıkar” sözü de buradan geliyor. Buradaki Roma kelimesi, bugünkü Roma şehri değil Roma İmparatorluğu’nun herhangi bir yerdeki şehri anlamında kullanılmaktadır.
Tabii imparatorluk büyüdükçe sorunlar da artıyor. MS başa geçen Diocletianus ilk önce imparatorluğun merkezini Roma’dan İzmit’e taşıyor. Hemen ardından “Tetrarşi” yani dörtlü yönetime geçiliyor. Daha sonra ilk tetrarşinin Sezarlarından olan Constintius’un oğlu I. Constantius (Konstantin) tetrarşiye son verip yönetimde tek başına söz sahibi oluyor. Başkenti, Nova Roma adıyla kuracağı İstanbul’a taşıyor ve Konstantin dünya tarihinde sadece Roma’nın değil Hristiyanlık tarihinin de en önemli figürlerinden biri oluyor.
Bu arada yine bir bilgi vermek istiyorum… Sezar, bir isim değildir. Senatonun vermiş olduğu bir unvandır. Ordusuyla birlikte savaşıp zafer kazananlara senato kararı ile “Sezar” unvanı verilir. Türkçe olarak Sezar diyoruz; İtalyanca Cezare ve Almanca Kayzer… Yani bizdeki karşılığı ile Mareşal… Bir başka bilgi daha; Roma imparatorlarının heykelleri hep çok güzel… Tabii ki bütün imparatorların kaslı bir vücudu olduğu için değil… Karizmayı çizdirmemek için böyle yapılıyormuş. Bütün heykellerde heykelin baş kısmı imparatora ait, gövde kısmı ise mitolojideki savaş tanrısı Mars (Ares )’ın vücudu! Eh! Televizyon yok, gazete yok, paparazzi yok; istediğin gibi kandırabilirsin milleti…
Romalılar, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra çöküş dönemine giriyorlar. Artık MS 4. yüzyılda başlayan kavimler göçüyle yıpranan Roma, iyice bozulmuş olan ekonomik ve toplumsal zaaflarıyla açık bir hedef konumunda… MS 5. yüzyılın başıyla beraber Germen kavimler Roma’ya kadar girip bu kadim şehri yağmalıyorlar ve zamanla Roma’nın asli unsurları haline geliyorlar. En sonunda da bir Ostrogot olan Roma orduları komutanı Odoaker, son Roma İmparatoru Romulus Augustulus’u kansız bir darbeyle indirerek Napoli’ye Yumurta Kalesi’ne gönderiyor ve böylece Batı Roma İmparatorluğu tarihe karışıyor. Doğu Roma İmparatorluğu ise hâkimiyetine devam ediyor. Daha sonra İtalya topraklarında Roma-Germen İmparatorluğu kuruluyor ve bu imparatorluk da son buluyor. 11. yüzyıldan itibaren İtalya’da 20’yi aşan küçük şehir devletleri kuruluyor. En büyükleri Venedik Krallığı, Pisa Krallığı, Cenova Krallığı ve Napoli (Amalfi) Krallığı’dır. Bu krallıklar yüzyıllarca birbirleriyle savaş halinde yaşıyorlar. 1880’lü yılların sonlarına doğru bu şehir devletleri sona eriyor. 1859 yılında Kral Vittorio Emanuele II, kral olarak başa geçtiğinde bütün bu şehir devletlerini birleştiriyor. Daha sonra İtalya, 1915 yılında müttefiklerle birlikte I. Dünya Savaşı’ndan galip çıkıyor. Kuzey Afrika’dan birtakım ülkeler ele geçiriyor. Biraz ekonomik olarak büyüme elde ediyor. II. Dünya Savaşı’nda Almanlarla beraber savaşa giriyor. Bu arada lider Mussolini…
Sicilya’yı istila eden Fransızlara ve İspanyollara karşı kendilerini korumak için bir grup oluşturuyorlar. İşte bu; filmlere, romanlara konu olmuş grubun adı Mafya! Bu grup kendi gücünü görünce dağılmıyor ve içki, kumar, kaçakçılık gibi para getirici işlere giriyorlar. Mafya, Napoli şehrinde de gelişmeye başlıyor. Günümüzde hala Napoli’de polisin giremediği, mafyanın kontrolünde olan mahalleler var. Mafyanın Napoli’deki adı: Camorra! Savaş sonunda İtalya, Almanlarla birlikte yenik ayrılıyor. O kadar yokluk var ki ayakkabı köselelerini kaynatıp çorba niyetine içiyorlar. Genç nüfus kalmıyor. Sanayi çökmüş, ekonomi yok… O yıllarda bize de gelen Amerikan yardımı olan Marshall, bunlara da geliyor. Fabrikalar açılıyor. Gelişim başlıyor. Yardım karşılığı Amerikalılar burada üsler açıyorlar. 1950’li yıllara gelindiğinde turizmi keşfediyorlar. O yıllar milletvekillerinin mafyadan seçildiği dönemler… Ülke tam anlamıyla mafya tarafından yağmalanıyor. Sonunda 1970’li yıllarda doğru dürüst çalışan bir başkan seçiyorlar; Aldo Moro… Fakat bir süre sonra Kızıl Tugaylar başbakanı kaçırıyor. Pazarlık masasında Kızıl Tugayların talepleri kabul edilmeyince Aldo Moro bir arabanın bagajında ölü olarak bulunuyor. Daha sonra İtalya, Kızıl Tugayları ortadan kaldırıyor. 1980’li yıllarda yine mafya ağırlıkta, ekonomi çok zayıf… 1990’lı yıllarda mafya ile mücadele başlıyor. Savcı Antonio Di Pietro, temiz eller operasyonu ile mafya liderlerini içeri alıyor. Fakat tehditlere dayanamayarak savcılıktan istifa ediyor. Küçük bir parti kuruyor. Savcı Antonio Di Pietro şu anda gazetelerde köşe yazarlığı yapmaktadır. Maalesef her zaman olduğu gibi mafya ile mücadele bir yerde duruyor.
Bundan sonra sahnede Silvio Berlusconi var. Berlusconi, Forza Italia adında bir parti kuruyor. İtalyanlar buna güveniyorlar ve ülkeyi yönetirken çalmadan, çırpmadan yöneteceğini sanıyorlar. Çünkü Berlusconi çok zengin bir kişi… Fakat bu sefer de kardeşi yolsuzluk yapıyor ve Berlusconi seçildikten 1 yıl sonra istifa etmek zorunda kalıyor. Tekrar seçime giriyor ve yine kazanıyor. Bu sefer de kendi şirketlerine kıyak geçtiği anlaşılıyor ve baskılara dayanamayarak yine istifa ediyor. Daha sonraki seçimlerde komünist parti kazanıyor. Başbakan Massimo D’Alema… Bir zamanlar İmralı’dakine kucak açmıştı. Bu dönemde bizde İtalyan mallarına boykot yapıldığı dönemdir. Bu boykot yüzünden İtalya’da birçok şirket batmıştır. Bu arada İtalyanlar merak ediyor “ne oluyor” diye… Çünkü bu olaylar medyaya yansımıyor. Daha sonra Berlusconi ve Amerika araya giriyor ve bu şahıs oradan alınıyor. Sonunda İtalya ve Türkiye arasındaki problem bitiyor. Bundan sonra komünist parti istifa ediyor ve yine başa Berlusconi geliyor. Şu anda ise İtalya Başbakanı, Demokratik Parti’den Enrico Letta’dır.
Roma Notları - Trevi Çeşmesi
Üç sokağın birleştiği yere yapıldığı için bu isim verilmiş. Biz her ne kadar “Aşk Çeşmesi” desek de İtalya’da ve Dünya’da burası Trevi Çeşmesi olarak biliniyor. Çeşme, rüya görünümüyle insanı mitolojinin içine ışık hızıyla ışınlıyor. Gözünüzü açtığınızda kendinizi kayalar, sular ve mitolojik yaratıklarla çevrelenmiş buluyorsunuz. Ortada iki kanatlı denizatının çektiği bir deniz kabuğuna binmiş Okyanus Tanrısı; Yunan adıyla Poseidon, Roma adıyla Neptün bütün heybetiyle kim bunlar der gibi size bakıyor… Şaha kalkmış at, denizin hırçınlığını; sakin olan ise denizin sakinliğini simgeliyor. Sağ tarafındaki sepetli kadın bereketi, diğer tarafındaki yılanlı kadın ise sağlığı simgeliyor.
Hımmm… İşte şimdi en önemli özelliğe geldik; eğer buraya bir kere daha gelmek istiyorsanız, aşkınızı bulmak istiyorsanız ve aşkınızın devamlı olmasını istiyorsanız çeşmeye arkanızı dönerek sağ elinizle tuttuğunuz bozuk parayı sol omzunuzun üzerinden suyun içine atmalısınız ve bunu 1 defa değil 3 defa tekrarlamalısınız. Ben yaptım. Aşkımı bulduğum ve kaybetmediğim için… Bir daha gelmek ister miyim? Sanmıyorum, daha gidilecek çok yer var; öncelik onlarda… İster öyle ister böyle sonuçta eğlenceli bir ritüel… Hem bu bozuk paralar ziyan da olmuyormuş. İtalyan bankası olan Banka Di Roma bu bozuk paraları buradan alıyor ve değerleri karşılığı olan Avro’yu Kızılhaç’a veriyormuş.
Piazza Del Popolo
Napolyon’un mimarı GiuseppeValadier’in 1818 yılında düzenlediği Popolo Meydanı, bir açık hava kent tiyatrosu örneği… Kentin en büyük dikili taşı bu meydandadır ve II. Ramses zamanından yani M.Ö. 13. yüzyıldan kalmadır. Augustus tarafından Mısır’dan getirtilen bu taş, ilk önce Circus Maximus’a dikilmiş daha sonra 1589 yılında ise Papa V. Sixtus tarafından buraya taşıttırılmıştır.
Roma şehrinin tarihini İtalya’nın tarihinde anlattığım için burada bir daha tekrarlamak istemiyorum. Roma da İtalya’nın diğer şehirleri gibi Ortaçağ’dan kalan sanatın ve estetiğin oluşturduğu görkemli bir şehir… Her şey olduğu gibi korunmuş. Bu muhteşemliğe bakarken yine kendimi geriye ışınlanmış olarak hissettim. Nereye baksam sanat ve emek var.
Roma’da imparatorluk döneminde 1 milyon insan yaşarmış. Bunların 200-300 bini Roma vatandaşı; diğerleri ise köleler, kaçaklar vs. imiş. Burada yapılan bütün kiliseler eski Roma İmparatorluğu kalıntılarının üzerine yapılmış. Zaten bütün İtalya’da Roma İmparatorluğu’ndan kalan bir yapı göremiyorsunuz. Sadece Colosseum (Kolezyum)… Onunda % 20’si ayakta… Tabii bu durum bilinçli bir şekilde yüzyıllar içinde papa yönetimleri tarafından Roma İmparatorluğu’ndan intikam almak ve onu yok saymak amacıyla yapılmış. Çünkü zamanında imparatorluk, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmeden önce imparatorlar Hristiyanları Colesseum’da hayvanlarla dövüştürerek ve buna benzer pek çok işkenceyle öldürüyorlarmış.
Roma şehrinin günümüzde 3,5 milyon nüfusu var ve denize uzaklığı 20 km…
Şimdi Roma’da bir gezintiye çıkalım… Bakalım neler göreceğiz…
COLOSSEUM (Kolezyum)
Orijinal ismi Flavianus Amfitiyatro… 2000 yıllık bir yapı… Kentin ebediliğinin simgesi… M.Ö. 72-80 yılları arasında köleler ve mahkumlar tarafından inşa ediliyor. İnşaatında beton kullanılıyor. 2 bin yıl önce kullanılan betonu insanlık 1900’lü yılların başında yeniden keşfediyor. 50 bin izleyici kapasiteli, elips bir amfitiyatro… Seyirciler taştan sıralarda sosyal statülerine göre oturuyorlar. 80 tane giriş-çıkış kapısı var. İnşaat alanı Colosseum yapılmadan önce gölmüş. Bu göl kurutuluyor ve üzerine Colosseum inşa ediliyor. İçinde gemi savaşları yapılabilmesi için inşa edilen kanallarla dışarıdan su getiriliyor ve bu sistem çalıştırılarak içerdeki saha bir göle dönüştürülüyor. Daha sonra getirilen bu su boşaltılıyor ve tekrar kuru hale getirilerek gladyatör ve hayvan dövüşlerinin yapılabilmesi için düzenleniyor. Ayrıca seyircileri güneşten korumak için üst kısımda açılır kapanır bir sistem tasarlanıyor. Burada keten bezleri kullanılıyor. Güneşli havalarda keten bezleri açılarak seyircilerin güneşten korunması sağlanıyor. Bunu National Geographic TV kanalında izlemiştim. Colosseum şimdi bile muhteşem alt yapısı ve mimarisi ile günümüz mimarlarına ilham kaynağı olmaya ve değerini korumaya devam ediyor.
İtalya ile İlgili Kısa Bilgiler
- Taksilere istediğiniz herhangi bir yerden binemiyorsunuz. Ya taksi duraklarına gitmelisiniz ya da kaldığınız yerden taksi çağırmalısınız. Ücret taksiyi çağırdığınız an başlıyor. Bütün taksilerde taksimetre var. Taksimetre 3 Euro’dan açılıyor.
- Kapalı yerlerde sigara içmek yasak
- Dünyanın en çok zeytin ağacı olan ülkesi… Zeytini yemek için değil, zeytinyağı yapmak için kullanıyorlar ve zeytinyağında dünya markasıdırlar.
- Sabah kahvaltıları sorun olabilir. Bizim gibi mükellef bir kahvaltı bilmiyorlar. Sadece kahve, kruvasan ve kek türlerini tercih ediyorlar. Kaldığınız otellerde de kahvaltı aynı şekilde…
- Siesta uygulaması var. Turistik yerler hariç diğer iş yerleri 12.00-15.00 veya 13.00-16.00 saatleri arası kapalı… Bankalara 12.00’den itibaren müşteri giremiyor. Sadece çalışanlar içerde çalışıyor. Ayrıca Pazartesi günleri resmi iş yerleri saat 12.00’ye kadar kapalı… Çalışanlar öğlene kadar özel rutin işlerini yapabiliyorlar.
- Kuzeyde İtalyanlar açık tenli… Roma’dan sonra daha koyu tenliler ve daha sıcakkanlılar… Bize benziyorlar.
- Yılda 60 milyon turist ağırlıyorlar.
- Turist otobüslerinin turistik şehirlere gelmeden önce rezervasyon yaptırmaları gerekiyor. O kadar çok turist geliyor ki her şehrin otobüs kapasitesi hesaplanmış ve bundan fazlası alınmıyor. Eğer rezervasyon yaptırmasanız şehre giremiyorsunuz. Eğer kaçak girecek olur ve yakalanırsanız 5 bin Euro ceza ödemek zorunda kalırsınız. Ayrıca her araçtan belirli bir miktar ayakbastı parası alınıyor.
- İtalyanlar çoğunlukla gazlı su (soda) içiyorlar. Su alırken aqua naturale yazanları almanız gerekiyor. Diğerleri gazlı su… 1 küçük su şişesi 1 Euro…
- Burada eski binaların dış cephelerine kesinlikle dokunamazsınız. Bu binaların tamirine ve boyasına belediye karar veriyor. İçeride tadilat yapmak serbest…
- Restoranlarda veya kafelerde kahve içecekseniz eğer; ayakta içecekseniz ayrı fiyat, oturarak içecekseniz ayrı fiyat ödüyorsunuz. Çünkü buralarda oturma ücreti alıyorlar. Ayrıca restoranlarda hesap fişlerinde “koperto” olarak belirtilen ve hesaba yazılan bir ücret var. Bu yemek veya garson bahşişi değil… Tuz, biber, peçete gibi tükettiğiniz malzemelerin ücretidir.
- Şehirlerarası yollar çok güzel… 1950’li yıllarda yapılmışlar ve sürekli yenileniyorlar.
- Oteller turist gruplarını saat 14.00-15.00’ten sonra alıyorlar. Çünkü temizlik ancak bitiyormuş.
- Euro’ya geçtikleri zaman İtalyanlar da krize giriyor. En düşük işçi aylığı 900 Euro… Bu ilk işe girişteki ücret… Bu ücretin altında işçi çalıştırmak yasak… İş yerlerinde sigortasız işçi çalıştırılmıyor. Ortalama maaş 1300-1400 Euro… Bu miktar bir ailenin geçimine yetmiyor. Örneğin Floransa’da şehir içinde 35 metrekarelik bir evin kirası 1000-1100-1200 Euro’dan başlıyor. Şehir dışında 600-700 Euro civarında… Liret (İtalya’nın eski para birimi) döneminde alım gücü daha fazlaymış… Örneğin bir eşya 25 Liret ise 25 Euro olmuş… Ama maaşlar bu şekilde artmamış… Bu yüzden Euro’ya geçişte çok zorlanmışlar. Kriz o kadar ki Noel’de bile belediyeler masraf olmasın diye sokak süslemelerinde kısıntıya gidiyorlarmış.
- Emeklilik yaşı 63-65, emekli maaşı ise 900-1000 Euro arasında…
- Venedik’te gondolların yarım saati 150 Euro… Her biri 6 kişi alıyor. Bir şişe şampanya da hediyesi… Aman! Daha ucuz olsun diye üçkâğıtçıların eline düşmeyin lütfen! Her zaman ilk önce dikkat ve önlem…
- Hırsızlık da dikkat edilmesi gereken sorunlardan biri… Çantalara, telefonlara ve fotoğraf makinalarına dikkat!
- İşçi hakları oldukça iyi… Sendikalar çok güçlü… Eğer bir dükkâna kapanmadan 5 dakika önce girip 10 bin Euro’luk alışveriş yapacağım deseniz bile sizi içeri almıyorlar. İşte karşınızda sendikaların gücü! İşçiler en fazla 8 saat ve 8.00-12.00 / 15.00-19.00 saatleri arasında çalışıyorlar. 12.00-15.00 arası siesta zamanı… Ayrıca burası Avrupa’da en çok grev yapan ülke… Gardiyanlar bile grev yapmış. Artık siz düşünün!
- Burada çiftçiler de çok iyi para kazanıyor. Eğer devlet ürünlerine iyi para vermezse hadi bakalım greve! Bütün çiftçiler traktörlerle otobanları kapatıyorlar ve devlet de istedikleri fiyatı vermek zorunda kalıyor.
- Sağlık sistemleri de oturmuş. Bizdeki gibi özel hastaneler yok… Sadece devlet hastaneleri var ve randevular 3 veya 6 ay sonrasına verilmiyor. Yani hastanelerde sürünmüyorsunuz. Aile hekimliğine yıllar önce geçilmiş.
- Avrupa’nın en büyük fidan yetiştirme merkezi… Dünyanın her yerine tekstil makinesi satıyorlar. Ayrıca dünya genelinde pek çok yol ihalesi alıyorlar. Örneğin bizdeki 3. Boğaz Köprüsü yol yapımı ihalesini İtalyanlar bir Türk firması ile birlikte almışlar. Bunun yanı sıra silah sanayisinde de markalar… Her türlü meyve sebze yetişiyor. Dahası mutfak mobilyasında da markalar… Modayı ve modanın önemli markalarını da unutmayalım. Tabii turizm de var… Çanta, şarap, zeytinyağı, mermer, mobilya gibi sektörlerde de markalar ve çok iyi para kazanıyorlar. Ayrıca devlet çok iyi vergi topluyor; vergi kaçıramıyorsunuz. Eğer yakalanırsanız cezası çok büyük… Bizdeki gibi lüks araçlar yok. Çünkü vergileri çok fazla… Ortalama olarak kazancın % 40-45’ini devlet alıyor. İyi, hoş, güzel de bunca kazanılan para var, bunlar hala nasıl krizde oluyorlar? İşte bütün mesele bu! Burada mafya var demiştim… İşte burada mafya her yerde… Hele güney şehirleri felaket! Güneyde köylerin ve kasabaların mafya tarafından sahipleri var. Bu sahipler seçim zamanlarında toplanıyor ve hangi partiye oy vereceklerini kararlaştırıyorlar. Daha sonra buralarda seçim çalışmalarında kararlaştırılan partiye oy isteniyor. Seçimlerde bu sahiplerin çocukları, milletvekilliğine adaylıklarını koyuyorlar ve kazanıyorlar. Bundan sonra gelsin yandaş ihaleleri, gitsin akraba ihaleleri! İşte bu yüzden kuzeyliler, güneylileri sevmiyor. Biz çok çalışıyoruz bütün kazancımız güneye gidiyor diyorlar. Bir de kuzey şehirleri pahalı, güney şehirleri ucuz… Bence insanlar isyan etmekte haklı!
- İtalyanlar pamuk üretimini durdurmuş. Pamuk hem çok emek isteyen bir ürün hem de işçi ücretleri ve sigortaları ve diğer harcamalardan dolayı pahalıya mal oluyor. Bu yüzden pamuğu ithal ediyorlar. Daha ucuza geliyor…
SON SÖZ
İşte yine her zamanki gibi bir rüya gibi başladı, bir hayal gibi geçti ve bir film gibi en güzel yerinde bitti…