Antik Yunan şairi Homer’in dediği gibi "Ortaçağ köylerinin ve doğal sakız ağacının adası" olarak bilinen Sakız, bir hafta tatil yapılabilecek yakın Ege adalarından biri. Son yıllarda yeni rotamız Alaçatı. Kıştan tutun yazına kadar ayrı dönemlerde Çeşme-Alaçatı yolculuğumuz sırasında bir anda uzun bir bayram tatilini, Çeşme’nin karşısında sıcak bir gülümsemeyle bekleyen Sakız Adası'nda geçirmeyi planlıyoruz. Dört kişilik tatil programımızda konaklamak için adanın en güney ucunda yer alan, genelde teknelerin sığındığı, korunaklı bir koyun etrafına yayılan Emporios Köyü’nü tercih ediyoruz. Çeşme’den her gün 8’de kalkan feribotumuz yaklaşık 45 dakika sonra adada oluyor. Gümrük kontrolünden geçtikten sonra Chios’ta (Sakız) bir kahve molası veriyor, kiralık araçlarımıza geçiyoruz.
Köyümüz buraya oldukça uzak, aracımızla anayolda ilerlerken bazen sahile bazen de iç kesimlere sapmak suretiyle virajlı yolları tırmanarak adanın güney ucundaki Emporios Köyü’ne varıyoruz. Küçük bir koyda yer alan köyümüz, geneli ada halkından oluşan işletmecilerin birbirini tanıdığı, kendimizi yabancı hissetmeyeceğimiz ender yerleşimlerden de biri. Köyde bir kaç taverna ve otel var, çoğunlukla yaşam alanı yapılardan oluşuyor. Köyden yaklaşık 500 metre ileride, rahat bir yürüyüşle ulaşacağımız Mavra Volia Plajı yer alıyor. Tamamında volkanik siyah taşların yer aldığı sahilde, plaj havlumuzu yere serip kendimizi serin sulara atıyoruz. Sabah başlayan yolculuğumuzun yorgunluğunu serin sularda bırakıyoruz.
Birkaç saat süren deniz maceramızın ardından evde yiyecek ihtiyacımızı gidermek için market arıyoruz. Maalesef her şeyi bulabileceğimiz bir market Emporios’ta yok. Köyün içinde yer alan dükkanda birkaç çeşit peynir, içecek ve ekmek satılıyor. Köydeki marketten aldığımız yiyeceklerle idare ederken, bulunduğumuz yere en yakın Pirgi’ye doğru gidiyoruz. Pirgi’nin girişinde yer alan ve geriye kalan günlerimizde de her gün ihtiyaçlarımızı karşıladığımız marketimizi buluyoruz.
Adadaki ikinci güne sahile vuran dalgaların hışır hışır sesiyle uyanıyoruz. Güzel bir kahvaltının ardından adamızda keşif turlarına başlıyoruz. Yolumuzun üzerinde yer alan Pirgi Köyü’ne uğrayıp köyün taş kaldırımlarında dolaşıyor, biraz keşif yapıyoruz. Adalılar güler yüzlü. Yöreye has olan damla sakızlı likörlerden ikram ediyorlar. Güne likörle başlamak da çok güzel. Yol boyunca yer alan sakız ağaçları damla damla süzülürken, mis gibi kokusu etrafa yayılıyor. Ardından Yunan kahvesi içiyoruz. Bildiğiniz Türk kahvesi; biraz daha az kahveli ve fincanı büyük olarak servis ediliyor. Yanında damla sakızlı reçel de ikram ediliyor. Pirgi’de çok fazla oyalanmadan plaj arayışına çıkıyoruz. Yolumuzun üzerinde yer alan Ortaçağ'dan kalma köylerden biri olan Olimpi Köyü’nü geçip Mesta’ya doğru ilerlerken solda minik bir tabelayı takip ederek Apothika Plajı'na ulaşıyoruz. Adada yaptığımız en güzel keşif de burası oluyor. Müsait bir yere aracımızı park edip aşağıda gizlenmiş bizi bekleyen cennete ulaşmak için yaklaşık yüz merdiven iniyoruz.
Suyu muhteşem; tenha ve bakir oluşu tarifsiz. Ara sıra acıktığımızda ya da susadığımızda biraz yorucu tırmanışın ardında, yukarıdaki manzara büyü etkisi yapıyor. Belli zaman aralıklarında farklı grupların katılımıyla kalabalıklaşan sahilin geneli tenha. Doğal plaj severlerin vazgeçilmezleri arasına girecek koyumuz, aynı zamanda dalış meraklılarının da favori alanı. En güzel sahil keşfimizi yapınca diğer günlerimizin zamanlarını da buraya hediye ediyoruz. Sıcak saatlerde adanın Ortaçağ'dan kalma köylerine doğru süzülüyoruz.
Adada üçüncü günümüze yine Pirgi Köyü'nde başlıyoruz. Bu sefer uzun uzun sokaklarında dolaşıp köyün meydanında yer alan kahvesinde oturuyor, yöreye has içecekleri yudumluyoruz. Dantel gibi motif motif işlenmiş binalar, değişik havası, sakız likörü ve güler yüzlü insanıyla keyifli şirin köylerden biri. Ara sıra merakla girdiğimiz dar ve serin sokaklarında orta yaşı çoktan devirmiş teyzelerin damla sakızı ayıklamaları, birbiriyle yüksek sesle sohbetlerine sadece bir selam, yanında hafif gülümsemeyle eşlik ediyoruz.
Pirgi’den çıkınca Mesta’ya doğru ilerlerken Olimpia Köyü karşımıza çıkıyor. Minik Mesta olsa da onun kadar pek meşhur değil. Olimpia daha sakin ama eski taş sokaklar, dar ve yüksek taş duvarların etrafını saran asmalarla Mesta’nın yavrusu diyebiliriz. Köyde çok zaman kaybetmeden yönümüzü Mesta’ya çeviriyoruz.
Mesta, kalenin içinde saklı bir cennet. Köye herhangi bir taş duvarın aralığından açılan kemerden girdiğimizde önümüzde açılan mistik sokaklarda yavaş yavaş ilerliyoruz. Meydana çıktığımızda bir anda yoğun kalabalıkla karşılaşıyoruz. Yaklaşık üç saat her yerini adımladıktan sonra meydanda verilen kahve molasıyla keyfimizi tamamlıyoruz.
Gün bitmeden plajımız olarak ilan ettiğimiz Apothika’nın serin sularına kendimizi atıyoruz. Gün batımıyla günü tamamlayıp köyümüzün yolunu tutuyoruz. Ertesi gün yakındaki plajları keşfe çıkıyoruz. Köyümüze en yakın Komi Plajı’na geliyoruz. Burası bizim köye göre daha kalabalık. Ağırlıklı olarak pansiyon ve yazlık sitelerde ama aynı zamanda da uzun kumsalın kıyısına dizili taverna ve barlardan oluşuyor. Hava soğuk olduğu için sahilde az insan var. Deniz de kudurmuşçasına rüzgârlı ve dalgalı. Bir sıcak içeceğin ardından hemen yakın köylere kendimizi atmak istiyor, yeniden Mesta’ya doğru ilerliyoruz. Tekrar sokakları dolaşıyor, bir dahaki gelişimizde konaklayacağımız köyümüzü de şimdiden seçmiş oluyoruz.
Hava biraz yumuşadığında dalgasız taşlık kumsalımıza yani Apothika'ya kavuşuyoruz.
Yeni bir gün, yeni bir macera başlıyor ve yola koyuluyoruz. Biraz daha uzaklara doğru süzülüp bu sefer Pirgi’ye uğramadan seramikleriyle ünlü Armolia Köyü’ne geliyoruz. Yolun üzerine dizili seramik dükkanlarına girdiğimizde seramik havuzunda yüzer gibi yüzlerce çeşitle karşılaşıyoruz. Biraz da indirimle birkaç tane hatıra seramik tabak alıyoruz.
Her gün yeni keşiflerle geçen tatilimizin son gününde akşama kadar olan vaktimizi biraz uzaklara doğru yol alarak değerlendiriyoruz. Adada kaldığımız diğer günlerde bir türlü gidemediğimiz Lithi Plajı’na geliyoruz. Lithi’ye gelmeden önce yolumuzun üzerinde Mesta’nın ikizi diyebileceğim, belki onun kadar popüler olmasa da güzelliği ve sakinliği ile çekici olan Vessa’dan geçiyoruz. Lithi Plajı’na vardığımızda küçük bir kumsal, ışıl ışıl deniz bizi karşılıyor. Ancak çoğunluğu bizim yerlilerin istila ettiği koyda, iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalık olduğunu görüyor; yarım saatlik dinlenmeyle uzaklaşıyoruz. Denize girme hayallerimiz bir anda bu güzel denizde suya düşüyor.
Tekrar Vessa’ya gelip son kez Yunan yerel tatlarını deniyoruz. Kendime en güzelinden musakka söylüyorum. Yanında cacıkla nefis… Dev bir çınar altında, önümüzde musakka ve cacık, bir de mis gibi hava,etrafa yayılan çiçek kokusu… Hepsi karnımızı ve ruhumuzu tıka pasa doyuruyor. Vessa Köyü’nün dar gizemli sokaklarında biraz turladıktan sonra dönüş yolculuğumuz başlıyor.
Ada da saatlerimiz yavaş yavaş biterken geldiğimiz köyümüze, vatanımıza doğru yaklaşıyoruz. Son içilen kahveyle adaya veda edip aracımızı da teslim ederek eve dönüyoruz. Chios’a ise veda etmiyoruz. Pirgi, Mesta, Lithi, Vessa, Olimpia artık bizim yeni evlerimiz, tekrar tekrar gideceğiz. Bir kere yetmez!..