Şiraz, oldukça sanatkâr bir şehir; sanatçıların, şairlerin, filozofların ve bülbüllerin, güllerin şehri, ayrıca Yahya Kemal’in şiirlerine de konu olmuş.
İran halılarının ününü bilmeyen yoktur, Şiraz’da ise göçmen aşiretlerin yaptığı Kaşka seccadesi olan halıları oldukça ünlü. Şiraz halılarında desen baklava ya da çokgen biçiminde üç tane uç uca eklenmiş madalyon da çokça dokunur. Şeritler ve geometrik şekiller de yaygın. Genelde koyu renklerde yapılan Şiraz halıları biraz kasvet verebilir evlerimize.
Bugün New York Sanat Müzesi’nde de yer alan Şiraz Minyatürleri de çok ünlü. (En eski örneklerinden biri olan Firdevsî’nin Şehname'sinden alınmış bir sayfa, 1341 tarihli.) Şehirde tarihi çok eskilere dayanan birçok minyatür okulu da bulunuyor. Ancak rehberimiz bizleri İsfahan’da ünü dünyaya yayılmış bir minyatür ustası ile tanıştıracağı için minyatür alımlarımız için heyecanla İsfahan’a gitmeyi bekliyoruz.
Şiraz’ın ünlüleri bitmedi elbette; orkideleri, gülleri, geniş cadde ve parkları da ünlü, hatta bir zamanlar meşhur üzüm bağları ve bu bağlardan elde edilen üzümlerden yapılan Şiraz şaraplarının da ana vatanı. Şimdilerde bir İslam Cumhuriyeti olan ülkede şarap yok elbette, ancak doğruluğu bilinmese de evlerde şarap yapılıp içildiğini duymuştum.
Trafik diğer şehirlerde olduğu gibi burada da yoğun. Şehir yeşil ama şehirden çıkar çıkmaz çöl başlıyor. Şiraz’ın portakalı da ünlü, çok önemli bir saraya bile ismini vermiş. Şehirdeki üniversite ise nüfusu gençleştirmiş, hatta giyimler bile diğer şehirlerden daha farklı, sanki biraz daha serbest. Müzikli kafelere gençler kızlı erkekli gidebiliyorlar. Otelimizde de canlı müzik var. Şiraz bir ilim yuvası olduğu kadar bir sanat şehri, minyatür sanatının yok olmaması için kursların bol olduğu bir kent.
Şiraz’a ilk yerleşim Hehamenişiler döneminde olsa da tarihe geçmesi Sasaniler dönemindedir. 11. yüzyılda Bağdat'a bile rakip olmuş. 13 ve 14. yüzyıllarda yenilikçi krallar Hafız ve Saadi gibi şair, filozof ve düşünürlerin yanı sıra hat sanatı, resim, mimari ve edebiyattaki ustalıklar sayesinde İslam dünyasında önemli bir kent haline gelmiş. Birçok saray ve görkemli binalar yapılırken Şirazlı bir mimar, İsa Usta, Hindistan’daki Tac Mahal’in inşaatında da çalışmış. Ancak şehir birçok deprem, ayaklanmalar ve yağmalarla yerle bir olsa da Kerim Han tarafından tekrar eski zenginliğine kavuşmuş.
İran'da otobüsler pek iyi sayılmaz ama bulabileceğiniz en iyi otobüsler olacak sözü almıştık. Gerçekten de dün gece bizi Şiraz Havaalanı’ndan alan ve gezimizin kalan bölümünde bizimle olacak olan otobüsümüz gayet lüks ve rahat. Solda tek, sağda çift koltuklu ve uçaktaki business class koltuklarını aratmıyor. Bu sabah ilk ziyaretimiz Şah Çerağ.
Işığın Şah'ı: Şah Çerağ
İmam Ali Rıza'nın kardeşinin, Seyid Emir Ahmet’in türbesi; Şah Çerağ. Ali Rıza’nın türbesi gibi büyük değil burası, tek bir binadan oluştuğu için kolay geziliyor. Ehl-i Beyt soyundan, yani Muhammed soyundan geldiğinden dolayı Şiiler için kutsal ziyaret yeri olarak önemini halen korumakta. Bu nedenle “çador” larımızı burada giymek zorundayız.
Ayna işçiliği burada da olağanüstü, içeri girer girmez duvarlar, tavan, kolonlar her yer ışıl ışıl ayna; bu aynalardan yansıyan ışık oyunlarıyla ve yanan avizelerle birlikte insanın gözleri kamaşıyor. Arada vitray camlar da yine ustalık sergiliyor. Yapının ortasında soğan biçimi bir kubbe, iki yanında ise iki minare, yine muhteşem çinilerle bezenmiş. Bir deprem geçiren kubbe daha sonra çelik konstrüksiyonla desteklenmiş ve çinileri tekrar yerleştirmiş. Yapının ön tarafına ise güzel bir sundurma ilave edilmiş.
Nasır el-Mülk Camii
18. yüzyıl sonu inşa edilmiş mimari planı ve yine gösterişli vitray ve çinileriyle çok etkileyici ve oldukça ünlü bir camii. Yapı, dış cephesi özellikle de kapısı ile muhteşem.
Orta avlunun iki ucunda bulunan eyvanların çini süslemeleri türünün en güzel örneklerinden. Çinilerin teması manzara ve insan resimleri, Fransız Sarayları gibi çiçek motifleri ile bezenmiş. Eyvan 5 bölümden oluşuyor, tavanı için ise çok enteresan bir statik ve mimari harikası. Mimarlar geometri uzmanları ile birlikte çok ilginç ve özel bir yöntem bulmuşlar. Gerçek bir petek biçiminde, buna da “Mukarnas” tavan deniyor. Fotoğraflara baktığınızda sanırım benle aynı fikirde olacaksınız, müthiş görünüyor.
İran stili bir yapı, üzeri çinilerle bezenmiş, süslemesi önemli olan bir kapalı bölümü var, kışlık mekânı; şabestan. Burada kullanılan vitray camlar, renkli camlar ve özellikle de pembe camlarla “Pembe Cami” adı da verilen cami, belki de dünyanın en renkli camisi. Özellikle de güneş ışığı camlardan içeri dolduğunda muhteşem görüntüler elde edebilirsiniz. Duvarlardaki, tonozlu tavandaki çini ve mozaikler, tonoz tavanı taşıyan sütunlar gerçekten mimari harikası. Kerim Han tarafından yapılmış caminin bu kısmındaki 48 sütunun tamamı tek parça taştan yontulmuş. İç avluda ve mihraptaki çini işlemeleri de gerçekten çok güzel. Anlatmak güç, görmek gerek. Burada da fotoğraf çekmeye doyamıyorum.
Burada rastladığımız bir grup ilkokul öğrencisinin sevimliliği de mekâna sıcaklık kattı.
Narencistan Sarayı (Naranjestan)
Kajar Dönemi'nin tipik İran evi mimarisinin bir örneği, aileyi dışarıdan izole etmek için girişte büyük bir bahçe, sonra ev. Adı ile uyumlu bahçeye girdiğimizde narenciye ağaçları ve çiçekler çok güzel görüntü oluşturuyor. Burası 1800’lü yılların sonlarında, devrin Fars Adalet Bakanı'nın evi olarak yapılmış. Ahşap işçiliğinin güzelliği de göze çarpıyor. İç mekânda, tavan ve nişlerdeki insan ve çiçek motifli panolar, süslemeler, ahşap pencerelerdeki vitray camlar, tavan ve duvarlardaki ayna işçiliği örneklerini görmek mümkün. 1966 yılında Şiraz Üniversitesi’nin korumasına bırakılmış.
Öğle yemeğimizi buranın en meşhur restoranı Şufi Restoran’da yiyoruz, her restoranda olduğu gibi burada diğer seçeneklerin yanında Kubide (şiş köfte) yine var. Bu restoranın özelliği çakılda pide fırını. Fırının içi çakıl taşı ile doldurulmuş ve pideler kızan çakıl taşları üzerinde pişiriliyor. Oldukça lezzetli idi, bir de yanında tereyağı ile sıcak sıcak servis edilince yemeye doyamadık. Bu nefis ve lezzetli ekmekleri eritmek için gezmeye devam…
Kerim Han Kalesi
1700’lü yıllarda, Orta ve Güney İran'ı yönetmiş olan Zend Hanedanı dönemine ait, Kerim Han Zend tarafından yapılmış tarihi bir kale. Kalenin tamamı tuğladan yapılmış, üzerindeki güzel işlemeler ise Kaçar Hanedanlığı dönemine ait. Dört köşesinde yüksekliği 14 metre olan dört burç bulunuyor, rehberimizin bize fark ettiğimiz bir şey var mı sorusu üzerine dikkatlice baktığımızda bu burçlardan birisinin eğik olduğunu fark ediyoruz.
Vekil Cami’sine giderken sadece dışarıdan görüyoruz kaleyi. Aracımıza binmek üzere yine kalenin yanına dönerken hava karmaya başlamıştı ve güzel bir biçimde aydınlatılmış kale ve üzerindeki harika süslemeler görülmeye değerdi doğrusu. Bize güzel kareler yakalama olanağı verdi.
Vekil Camii
İran’ın camilerdeki olağanüstü mimarisiyle bilinen bir ülke olduğunu duyduk, okuduk. Gezimiz boyunca gördüğümüz her cami bize bunun doğruluğunu kanıtlıyor. İşte yine bir şaheser!
18. yüzyılda Kerim Han tarafından yaptırılmış muhteşem bir cami. Karşılıklı 2 eyvan, dört tarafı mozaiklerle süslenmiş duvarlarla çevrili ve oldukça geniş bir avlusu olan İran'ın en büyük camilerinden birisi. Caminin cephesi, kolonlar, iç mekan, tavan da dâhil yine muhteşem çini ve seramik işçiliğinin çok güzel örneklerinden. İçeri girdiğinizde çok ilginç ve mimari harikası yivli sütunlar, sütun başlıkları, üzerindeki tonozlar muhteşem. Nereye baksam olağanüstü görüntüler elde ediyorum. Duvarlardaki harika seramikler, işçilik de görülmeye değer. Yerdeki orijinal taşların her birinde ayrı bir şekil var, bunlar taşları döşeyen ustaların imzası imiş. Tümüyle belki de İran’ın en güzel cami örneklerinden biri.
Şiraz Vakil Pazarı
Caminin yakınındaki bu çarşı bizim Kapalıçarşı ile Mahmutpaşa, Mısır Çarşısı karışımı bir pazar. Tavanı tonozlarla süslenmiş, oldukça eski bir bina. Burada her türlü giysiler, kumaşlar, çarıklar, sedef kakma ev eşyaları, tavlalar, kutular, takılar, tablolar, Şiraz halıları, yiyecek, hediyelik eşyalar satan dükkânlar var. Yani cıvıl cıvıl, kalabalık, çok güzel bir çarşı.
Dışarı çıktığımızda hava kararmaya yüz tutmuş, çarşının ışıkları yanmış ve ışıklandırılmış haliyle çok hoş görünüyordu.
İran’ın güzel camilerinden bir diğeri; Atik Camii. Restorasyonda olduğu için göremedik. Yarın sabah erkenden Yezd’e hareket edeceğiz. Ama gitmeden elbette Şiraz’ın ünlü ve en büyük iki şairini ziyaret ettik; Sadi ve Hafız.
Şeyh Sadi-i Şirazi
Klasik İran edebiyatının en büyük şairlerinden Şirazlı Sadi… 1200’lü yıllarda yaşamış, Bağdat'ta okumuş şiirsel, masalsı söylemleri ile ünlü bir alim. Çeşitli şiirlerini “Gazeliyat", insanların yaşantılarından söz eden kasidelerini ise “Kasaid” adlı kitaplarında toplamış. Bunların dışında da methiyeleri, lirik şairleri de var. En ünlü eserleri; Bostan ve Gülistan. Bir dönem Moğol istilasından kaçarak Anadolu toprakları da dâhil olmak üzere birçok yeri gezmiş ama Şiraz'a döndüğünde zamanın atabeyi şaire kol kanat germiş. İnsanlara öğütler niteliğindeki kitapları İran’da hâlâ okunmakta.
Sadi Türbesi ve Bahçesi
Küçük ama çok güzel, çiçeklerle dolu bir bahçe... Bu bahçenin giriş kapısının üstünde şairin şiirlerinden dizeler yazılı. Bahçe içinde yer alan mütevazı bir türbe burası. Mavi kubbeyle örtülü mezarı, birkaç basamakla çıkılan pembe mermer sütunlu bir sundurmanın gerisinde, yüksek tavanları ile ferah bir mekân, tam bir Hehameniş stili. Gülistan’dan beyitler, duvarları süslemiş ve çinilerle yazılmış. Yerel rehberimiz bu ünlü beyitleri bize önce Farsça okudu, sonra tercümesini yaptı. Her beyitinde olduğu gibi öğüt veren, doğru yolu gösteren masalsı bir hikâye.
Farsçanın Piri: Hâfız-ı Şirâzî
Kur-an’ ı ezberleyip 14 ayrı biçimde okuyabildiği için bu adı alan Hafız; iyi insan olmayı içinde barındıran, Şiraz’ın şiirsel kent olarak anılmasının en büyük nedeni, lirik şiirin ve edebiyatın büyük ustası. Bir rint, bir filozof değil, tasavvuf onun düşüncelerine yön vermiş ve hep eserlerinde “İyi bir insan nasıl olunur?” u işlemiş, ikiyüzlülüğe ve basitliğe nefretini dile getirmiş. Ona göre insan mutlu olmak için yaşamalı, bunun için de ölçülü davranmalı ve diğer insanlarla iyi geçinmeli. O, sadece yaşanan dünyaya inanmış. Sevgi onun için bir güzele bağlanmak değil yaşamın bütünüdür.
Övgü şiirlerini kaside yerine, aşk ve şarap motifleri kullandığı gazel biçiminde yazmış. Bu gazeller Pers gazellerinin en güzelleri ve önemlileri. Şiirlerinde de Şiraz’daki yaşamdan ayrıntılar, devlet büyüklerinin yaşantıları ve tarihsel olayların yankılarına yer vermiş. Övgü şiirlerini kaside yerine gazel biçiminde yazmış.
Birçok filozof divan yazarken hafızdan alıntılar yapmış. Hafız olmasa belki de Osmanlı'da divan edebiyatı şekil bulamayacaktı. İran’da o kadar seviliyor ki birçok kişi şiirlerini ezbere bilirmiş. Yahya Kemal Beyatlı’nın bir şiirine de konu olmuş;
Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.
Hayatı boyunca sevdiği bu kentten ayrılmayan Hafız, ölümünden sonra da adını verdiği bu bahçede (Hafeziye) selvilerin (Şiraz'ın Nazlı Selvileri - Selvi Nazlar) arasına gömülmüş. Yemyeşil, ağaçlar, çiçekler, çimlerle oldukça güzel ve bakımlı bir bahçe. Bu bahçeden geçerek merdivenlerle çıkılan ve 8 sütunun desteklediği mozaiklerle işli bir kubbenin altında yatıyor. Mezar taşında da iki adet gazeli yazılı. Eserlerini bilen ve seven insanlar tarafından kutsal mekân gibi ziyaret edilmekte, aynı zamanda da oldukça turistik bir mekân.