Yağmurlu bir Ağustos günüydü Kiev’e veda ederken. Belarus menşeili bir otobüsle yaklaşık 600 kilometrelik bir yolculuğa çıkmıştık. Akşam 19.30’da hareket eden otobüsümüz biraz beni endişelendiriyordu açıkçası. En kötü ihtimalle ortalama 60 km/s hızla gidebilirdik ve sabahın ilk saatlerinde Minsk’te olacak, check-in için 6-7 saatten fazla bir vaktimiz kalacaktı. Ne kadar Ağustos’ta da olsak kuzeye gittikçe havanın soğuduğu aşikârdı. Yanıma bir tek şort aldığımdan durum pekiyi görünmüyordu açıkçası. Tabelalardan tek takip edebildiğim Çernigiv’e olan mesafemizdi ki kendisi Belarus yolundaki son kent. Yol boyu küçük kasabalardan, fakir, yoksul yerleşmelerden geçerken 22.30 gibi Çernigiv’i de ardımızda bırakmış ve gecenin kör karanlığında bozuk, tek şeritli bir yoldan sınıra doğru ilerliyorduk. Aradığım komünizm, buydu tam da. Kimse de halinden şikâyet etmiyordu. Saat gece yarısını vurmadan Ukrayna gümrüğüne vardık. Sert suratlı, orta yaşlı bir kadın memur otobüste şöyle bir dolaşıp pasaportları topladı. Dönüşte pasaportumu şöyle bir inceleyip “Kuda?” dedi. Biraz düşünüp “Minsk” cevabını verince tepkisiz döndü gitti.
Belarus’a girerken bir migrasyon kartı dağıttılar. İki tarafı da aynı olan bu kartı komple dolduruyor ve yarısını gümrüğe teslim ediyorsunuz. Diğer yarısı da sizde kalıyor ki aman dikkat bir vize hassasiyetiyle muhafaza ediniz. Zira ülkeden çıkarken bunu da teslim etmeniz gerekiyor. Bir diğer önemli husus ise en altta beyan ettiğiniz çıkış gününüzü çok geçirmeyin, ceza yemeyin. Bir dipnotta aynı kart Rusya seyahatleriniz için de geçerli.
Sağ salim çıkış damgamızı aldıktan sonra kutlamalara biraz erken başladığımızı düşünüyorum. Yaklaşık 2-3 km kadar gittikten sonra Belarus sınırına ulaştık bu sefer. Kaptan Alexander uzun uzun konuşmaya başladı. “Bagaj” ve “pasport kontrol” konunun özetini anlamama yetti. Yeni günün ilk saatiyle valizlerimizi alıp pasaport kontrolü için sıraya girdik.
Gişedeki rutin sorulara Rusça “Rusça bilmiyorum.” diye cevap verdikten sonra diğer yabancı uyruklularla birlikte bir köşeye ayrıldık. Ardından -ben yine bir sorgulama beklerken- bir odada çay içen güleç yüzlü hanım ablaların yanına gittik. Ülkede kalacağımızı beyan ettiğimiz süre zarfında bir seyahat sigortası yapmamız gerekiyormuş. 6 €’ya bu işi hallettikten sonra geri pasaport gişesine döndük. Ancak tek gördüğüm karanlık, bomboş bir odaydı. Fotoğraftaki ışıklı yeri ve valiz aranan bölümü geçtik. Teorik olarak Belarus’a kaçak girmiştik. Sovyetik düzen, uzun kuyruklar, asık suratlı memurlar neredeydi? Sınırı metrelerce ihlal etmiş ve yaklaşık bir dakikadır ülkede kaçak hayatı sürüyordum. Polis ararken imdadımıza yetişen Alexander Kaptan pasaportları alıp “avtobus”, “bagaj” deyip bizi postalamıştı.
Kaptanla birlikte pasaportlarımız da gelmiş ve bir buçuk saatlik bir bekleyişin ardından sonunda Belarus’a varmıştık. Tek muamma kaç saat ve ne kadar yolumuzun kaldığıydı. Sınırdan sonra Gomel’de “deset minut” mola verdikten sonra sabah 7.00’de Minsk otogarına nihayet ulaştık. Yine de çok güzel bir saatte inmemiştik ve dışarısı 10 derece civarındaydı. Terminale gidip 45 dakika kadar ısınıp, kendimize gelmek adına oturduk. Yanımda uzun, bir tek gecelik olarak kullandığım eşyalar vardı ve kat kat giyindim. Sonrasında para bozdurmak için dolandım biraz. 50 €’ya yaklaşık 650.000 Belarus Rublesi aldım. Elimdekilerin her birinin değerinin 1 kuruş olduğunu bilmek garip bir durum. Bu kadar parayı bir arada görünce “Karun” gelip benden borç ister diye düşündüm başta.
Toz pembe hayallerim metro tokenlerinin 4000 ruble olduğunu öğrenince yıkıldı şüphesiz ki. 5000 rublenin 1 lira olduğunu düşündüğümüzde buralar ziyadesiyle ucuz bir ülke. Belarus’ta diyalekt olarak Rusçaya çok yakın olduğundan az bir diliniz varsa kolayca anlaşabilirsiniz. Zaten ülkenin resmi dillerinden birisi de Rusça. Ancak kimi yerlerde soru sorduğunuz kişiler politik düşüncelerinden dolayı Rusça yerine Lehçe’ye daha yakın olan Belarusça yanıt verebilirler.
Otobüs terminaline tren istasyonu pek yakın, ona da “Ploşça Lenina”. Mavi hatta bir durak gidip Belarusça “Kastriçnitskaya” yahut Rusça adıyla “Oktyabrskaya” istasyonundan çıktığınızda Ekim Meydanı’na varacaksınız. Bu istasyonda 2011 senesinde bombalı bir eylem gerçekleştirilmiş ve 15 kişi ölmüş, 203 kişi de yaralanmış. Bana herkes işinde gücünde geliyor oysa. Meydana çıkıp yemek sponsorumuz McDonalds’ı ziyaret edip kasadan Wi-Fi şifresini istiyorum. Yok deyince şaşırdım açıkçası. Başkentin göbeğinde, küresel bir mekânda internet bulamamak… Neden diye sorduğumda aldığım “Burası Belarus” cevabı gayet netti.
Umarım fotoğrafta bir şeyler okunabiliyordur. Buraya ekliyorum ki neyle karşılaşacağınızı bilesiniz. Sadece Belarus'a özel değil, Kiril alfabesi kullanan diğer ülkelerde de bu manzara mevcut. Unutmayınız ki McDonalds da global düşünüp lokal yaşayan bir firmadır. Listeden gördüğüm kadarıyla soslar 70, paket yaptıracaksanız 30 kuruş ücreti var. En üstteki Big Mac 6, çay ise 1,5 lira. Biz de ufak bir şeyler tıkındıktan sonra çaylarımızı alıp 21.30 sularında meydana yürüdük. Çok geniş, çok sovyetik ve çok soğuk olan Ekim Meydanı’nda kimsenin olmaması şaşırtıcı bir hadiseydi. Lakin yarım saat sonra çalan çanlar günlerden Pazar olduğuna işaretti ve başı kapalı tontiş teyzeler Pazar hutbesine yetişmeye çalışıyorlardı.
Saat öğleyi vurmadan “Gözyaşı Adası” yakınındaki Trinity Hostel’e vardık. Geceliği ortalama 40 TL. Bir avlu içinde kaldığından bulmakta biraz güçlük yaşayabilirsiniz. Çantaları bırakıp, biraz dinlendikten sonra ilk destinasyon olan Gözyaşı Adası’nı ziyaret ettik. Svisloch Nehri’nin üzerine yapılmış olan adacık Soyvetlerin Afganistan’ı işgali sırasında ölen Belaruslulara adanmış. Üstünde de bir anıt mevcut.
Her demir perde ülkesinde olduğu gibi buralarda da opera, bale gibi sanatlar revaçta. Şehrin sanat akademisi de bu ilgiyi en güzel şekilde yansıtmış. Yemyeşil parklar, bisiklet yolları, sakin sokaklarla sanki tüm kent bir ütopyaydı. Tam emekli olup yerleşilecek yer şu Minsk. 2 milyonluk nüfusuyla ülkenin beşte birini içinde barındıran şehirde ardı arkası kesilmeyen parklar bize de keşfedecek yeni ortamlar yaratıyordu. Opera binasına yaklaşık 1 km mesafedeki Zafer Meydanı (Bel: Ploşça Peramogi - Rus: Ploşhad Pobedy) SSCB’nin kahraman kentlerinden biri olan Minsk için bir abide barındırıyor. Granitten yapılan anıtın önünde olmazsa olmaz sönmeyen ateş var. Bağımsızlık Caddesi’nin ortasında bulunan meydanın altında savaşta ölenlerin adının yazıldığı bir duvar ve çeşitli souvenirlerle dolu.
Meydanın hemen aşağısında yeşilliğin içinden Gorki Parkı çağırıyor bizi, kendine eşlik eden lunaparkla birlikte. 15000 rubleye Minsk güneşine çıkıp yukarıdan bakıyoruz dümdüz, yeşil ovaya. Göz alabildiğine gri, yeşil karışmış gidiyor. 3 saat kadar dolaşmışken kentin merkez noktalarını gezmiş bulunduk. Ekim meydanından ana caddeyi takip ederek Bağımsızlık Meydanı’na ulaştık. Çeşitli bakanlıklara, Kızıl Kilise’ye ev sahipliği yapan meydanın altında 3 katlı Stalitsa AVM bulunuyor. İçeride market, mağazalar, restoranlar kısacası ihtiyacınız olan her şeyi bulabileceğiniz kapsamlı bir yer.
Ardından ertesi güne St. Petersburg’a bilet almak adına tren garının yolunu tuttuk. Yataklı trende 15 saat sürecek yolculuğumuzun tutarı 60 lira civarında.
Dönüşte yıkılmakta olan Dinamo Minsk’in stadını ziyaret ettik. “Turist”, “Foto” deyince kırmadı bekçi bey amca. Stattan geriye bir tek tarla kaldığını görmek üzücü. Ancak yerine daha iyisini yapacaklarmış projelerden gördüğüm kadarıyla. Stadyumdan pek uzaklaşamadan ana caddeye çıkıyoruz yine. Bağımsızlık Caddesi (Bel: Praspekt Nezalejnasçi - Rus: Prospekt Nezavisimosti) bakanlıklara, KGB binasına, tarihi GUM AVM gibi turistik lokasyonlarla yaşayan bir yer.
Bir gün içinde 5 metropol ilçede onlarca destinasyon gezince yorulduk haliyle ve aldık nevalemizi, oturduk Svisloch’ın yanına. Sanırım 2 saat pinekledikten sonra hava esmeye başladı hostele geçip yolculuk için hazırlanmaya başladık. Pit-stop niyetine gezdiğimiz Minsk’e ulaşılabilirlik biraz sıkıntı yaratabilir. Pek turistik bir kent olarak görmediğim şehre en yakın başkent 190 km ile Litvanya-Vilnus. Coğrafi olarak ülkenin merkezinde bulunduğundan; Kiev’e 600, Moskova’ya 700 ve St. Petersburg’a 800 km mesafede yer alıyuor. Durum itibariyle Rusya’dan pek de farklı olmasa da ucuz ve sakin olduğu aşikar. Öğlen hostelden çıkışımızı aldık, tren saatini beklerken son kez sakin caddeleri dolaştık ve bir de bisiklet turu yaptık. Sovyet-yeşil-huzur triyosunda geçen saatler ardından Brest’ten gelen trene atlayıp Saint Petersburg’a doğru gün batarken yola çıktık.
Siz siz olun; Ekim Meydanı'nı görmeden, meydanın hemen ardındaki eski kenti dolaşmadan, Bağımsızlık ve Nemiga caddelerinde gezmeden, Svisloch kıyısında bisiklet turu yapmadan ve mümkünse Minsk sokaklarında kaybolmadan dönmeyin derim...
Diğer yazılarıma http://www.gezistan.com/ adresinden ulaşabilir, kentin detaylı haritasına ise http://goo.gl/eYNd4z linkinden göz gezdirebilirsiniz. Esen kalın...