Artık ağzımızın tadını bozan şeylerden ve kişilerden uzaklaşmak; sakin, keyifli, görmüş geçirmiş insanlara katılmak istiyorum. Bundan kurtulmanın yolu dünyamızı, hatta yakın çevremizi dahi tanımaktan geçtiğine eminim. Bu amaçla yeni bir yazı dizisine başladım ve ilk yazım ile biliyorsunuz sizleri taa Beyrut’a götürdüm. Bu sefer, gözümü, burnumuzun dibindeki, oturduğumuz ve yaşadığımız köye çeviriyorum. Kemalpaşa’nın şirin ve çağdaş köyü Yukarı Kızılca’yı sizlere anlatacağım.
Evet, ben Yukarı Kızılca Köyü’nde yaşıyorum ve sizlere burasının ne kadar eski bir köy (pardon şimdi mahalle) olduğundan bahsederken sizler de burası neredeymiş diyeceksiniz. Buraya İzmir’den gelmek çok kolay. Mesela aracınızla Ankara yoluna çıkınca Bornova’yı geçtikten 10 km sonra Kemalpaşa’ya ayrılacaksınız. Kemalpaşa’nın içerisinden de geçip eski Turgutlu yoluna gireceksiniz. İzmir/Bornova - Yukarı Kızılca arası mesafe 30 km’dir. Araçsız gelecekler için de İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin otobüsleri Evka3 durağından ve yerel dolmuşlar ise garajdan sabah 6 akşam 24 arası devamlı çalışmaktadır.
Her zaman olduğu gibi bugün yine köyün kahvesine oturdum ve eskiden beri tanıdığım köyün filozofu denilen Levent Algün ile 2 çay içimlik bir bilgi alışverişi yaptım. İşte edindiğim bilgileri de sizlerle paylaşıyorum. Bu sefer kahvede iş başındayım ve sohbete meraklı köyümüzün insanları da bu yazıma katkıda bulundu.
“Eskiden Rum, Yahudi ve Türk toplumu burada bir arada yaşarlarmış. 1870 yılında bu köyde Hristiyanlara ait bir kilise varken, Müslümanların da ibadet ettikleri küçük bir mescidi varmış. Gel zaman git zaman bu mescit kilisenin yanında küçük kalınca, Sultan Abdülhamit’in de fermanıyla 1893 yılında o zamanlar köyün ileri geleni Halil Ağa öncülüğünde Bulgar ve Arnavut diyarından 2 usta bulunarak, hep beraber köye yakışır bir cami inşasına girişmişler. İzmir’deki Hisar camisini model alınarak, şu anda kullanılan ve köyün sembolü haline gelen Halil Ağa Camii inşaatına başlanmış ve yeni cami mevcut mescit minaresi korunarak kısa sürede tamamlanmış. Sultan Abdülhamit’in tuğrası da cami girişine konulmuş.
Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin karışımı olan bu caminin içerisinde tamamen ahşap olan kadınlar mahfili ikinci katta hala kullanılıyor. İlk yapıldığında kubbesi kurşun ile kaplıymış ve kubbe altında tırabzanlı bir yürüme yolu varmış ama 1954 yılında köyün muhtarı kubbedeki kurşunları kullanmak için bu kubbeyi yıktırmış ve şu an görünen ahşap çatıyı yaptırmış. Bu tırabzanlar da sonradan yapılan ahşap kubbenin içerisinde kalmış. Şu anda çatı arasında olup görülmemekteler…
Eski kubbeyi yıkmaktaki amaç caminin artan malzemesi ile şu anda ayakta olan, o zamanlarda Armutlu, Bağyurdu, Bornova, Kemalpaşa ilçelerinde bile olmayan bugünkü üniversiteye denk, Rüştiye okulu yapmakmış ve yapılmış da… Bu bina şimdi tarım kooperatifi binası olarak kullanılmakta.
Bu okuldan mezun olanlar bugün yaşasalardı 150-160 yaşında olacaklardı ve fevkalade iyi Fransızca konuşacaklardı. Düşünün yani, bu köyde 150 yıl önce Fransızca eğitim verilen bir okul varmış. Köyümüzde ki bu çağdaşlık altyapıya çok daha öncelerden yansımış ve 500 yıllık kanalizasyon ve içme suyu tesisatı az da olsa bazı yerlerde halen kullanılır durumda bulunmuştur. Vay vay vay!
Yukarı Kızılca, Mahmut Dağı’na sırtını vermiş kuzeye bakar, Eteklerindeki zeytinliklerde bulunan toprak, heyelanını önlemek için yapılan ve halen var olan çok eski kuru taş örme duvarlar sayesindedir.
Rumların ve Türklerin hatta Yahudilerin beraberce kavga gürültü, din ve ırk ayrımı bilmeden uzun yıllar bu köyde yaşamışlıkları vardır. Ortak tütün dikmişler, zeytin toplamışlardır. Kurtuluş savaşında Rumlar köyü terk etmemişler, fakat dışarıdan gelen Süleyman Efe denen bir eşkıya bunları köyden kovalamış. Su kaynakları olarak da zengin bir köydür. Mahmut dağının eteklerindeki Akkaya denilen masa şeklindeki yüksek kayalık arazi M.Ö. Hristiyanlığın ilk çıkışında tabii kale olarak kullanılmış ve karakol vazifesi de görmüştür. Kayalıklarda su olmadığından yağmur sularını toplamak için kayaları oyarak büyük su sarnıçları yapmışlar. Bu sarnıçlar halen mevcuttur.
Köyde Alevilerin Tufan Dede, Sünnilerin Yaren Dede ve Pelit Dede isimlerinde 3 adet yatırı varmış. Bu yatırlar 1925 sonrasında Atatürk’ün çıkarttığı tekke ve zaviyeler kanunu ile türbeleri kaldırılmıştır. Daha sonra Tufan dede yatırı 1940lar döneminde düzenlenerek tekrar ziyarete açılmıştır. Burada her yıl aşure ve Hıdırellez zamanı şenlikler yapılır.
Eski adı Asarlık olan köyün içine doğru girmiş tepe ise şimdi piknik alanı olarak kullanılmaktadır. Mahmut Dağı dağcılar için vazgeçilmez bir trekking güzergahı olup her hafta sonu guruplar köy meydanında toplanıp dağlara doğru yola koyulmaktadırlar. Bu dağın zirvesinden yakında yamaç paraşütü atlamaları için hazırlıklar da yapılmaktadır.”
Bu kadar tarih ve geçmişten sonra gelelim günümüze ve ağzımızın tadına göre neler var bakalım. Başlığımız “Tadında Geziyoruz” ya, biraz da yerel tatları anlatalım.
Köy meydanındaki bakkalda günlük köy yumurtası, inek sütü, bal, pekmez ve mevsimin meyve ve sebzeleri köylülerden toplanarak organik olarak ziyaretçilere sunulmakta. Ayrıca bahar aylarında oğlak ve kuzu eti köyümüzün her iki kasabında da ızgaraya hazırlanmış şekilde, ister alıp evinize götürmek, isterseniz de fırına verip tandır veya mevcut kasap mangallarında ızgara yapılarak anında yeme olanağı vardır. Tadına doyum olmaz bu güzellikleri yaşamanız lazım.
Bu köye mahsus Osmanlı sucuğu ise ayrı bir lezzet olup, dilimler halinde hemen oracıkta pişirilmektedir. Her görenin evine götürmesi ise kaçınılmazdır.
Köyün kara fırınında yaş maya ile yapılan tam buğday köy ekmeği ise ağzınıza layık her daim bulunabilir. Ayrıca fırına evinizde veya kasaplarda hazırladığınız güveç, tandır ve pideler pişirilmek için de verilebilirsiniz. Fırınımızda boyoz ve kıymalı pide de ev yapımı olarak ara sıra bulunur.
Hemen oracıktaki anıt çınar ağaçları gölgesinde çay ve kahvenizi yudumlarken yol kenarlarından akan su seslerini de dinleyebilir, hatta fırındaki etinizin pişmesini bile bekleyebilirsiniz.
Sizlere şimdilik bu kadarını anlatıyorum, ağzınızın suyunun aktığının farkındayım, ama ne yapacaksınız işte benim yaşantım da buralarda geçiyor. Sosyalleşmek için de ara sıra İzmir’e iniyoruz ama her seferinde köye geri dönmek büyük keyif veriyor.
Köyümüze gelirseniz ara sokaklarında dolanır, yıkılmakta olan eski evleri görüp fotoğraflayabilirsiniz. Sonra da kasaplarda ızgara köfte veya pirzolaların, sucuğun da tadına bakarak keyifli bir gün geçirebilirsiniz. Hele kiraz zamanı buralardaysanız koli koli kirazları alıp evlerinize dönersiniz.
Hepinize iyi gezmeler diliyorum.
H. Oğuz Esen
YAZI DİZİSİNİN DİĞER BÖLÜMLERİ
gezimanya.com/GeziNotlari/tadinda-geziyoruz-beyrutgezimanya.com/GeziNotlari/tadinda-geziyoruz-beyrut-2-bolum