(Adaya inince)C: - Aa bak ne güzel bir tapınak!
L: - Evet çok güzel gerçekten hadi içine bakalım...
(Birkaç saat sonra)
C: - Her yer çok güzel tapınaklarla dolu.
L: - Gerçekten ne kadar çok tapınak var.
(Ertesi gün)
C: - Bu tapınakların hepsi birbirine benziyor sanki...
L: - Ben de aynı şeyi düşündüm.
(Seyahatin son günleri)
C: - Şu tapınağa da bakmak ister misin?
L: - Tabii ki hayır... Hayır, hayır!
Bali'ye adım atar atmaz adım başı tapınaklar görmeye başladık. İşin aslı sonradan ortaya çıktı. Meğerse Bali "Tanrıların Adası" imiş. Endonezya'nın diğer adalarına kıyasla çok çok küçük bir ada olmasına rağmen adada yaklaşık 20.000 adet tapınak var. Yasalara göre her köyde 3 tane ortak tapınak kurulması zorunlu. Bunun haricinde her ailenin neredeyse kendine ait, sadece kendilerinin ibadet ettiği tapınakları var. Hal böyle olunca adada birazcık fazla tapınak var.
Ada nasıl bir ada biliyor musunuz; çoğunluğu Müslüman olan Endonezya'nın aksine çoğunluğu Hindulardan oluşan bir ada. 14. yüzyıla kadar kendilerine has bir Hindu kültürü olan Balililer, bu yüzyılda komşu ada Java'nın hakimiyetine girip Java Hindu kültüründen mimari, resim, heykel, dans, tiyatro gibi birçok alanda etkilenmiş. Tabii birkaç köy hariç. Bu köyler şu an dahi orijinal Bali Hindu kültürünü yaşamakta. Bunlara orijinal Balili anlamına gelen "Bali Aga" ismi veriliyor. Tenganan ve Trunyan olarak internette arattığınızda kolayca bulabilirsiniz. Tabii ki yanlış anlaşılmasın, haritada kolayca bulabilirsiniz. Ana turist rotalarında olmadıkları için ulaşım biraz zahmetli. Bu da buraları çok çekici kılmakta aslında. Biz balayında olduğumuz ve çok kısıtlı zamanımız olduğu için gidemedik ama Kuta'nın keşmekeşinden kaçmanız gerektiğini hissederseniz, "Ya ben İstanbul'dan kaçtım Kuta İstanbul'dan da betermiş" derseniz tam o an da sizin ilacınız buralar olabilir.
Velhasıl, 16. yüzyılda Müslümanların Endonezya'ya gelmesi ve Javalıları yenmesi üzerine Java aristokrasisi tamamen Bali'ye yerleşiyor. Bu da Java kültürü etkisinde olan adayı daha da bir Javalılaştırıyor tabii ki... 19. yüzyıla gelindiğinde ise bu sefer ada Hollandalı kolonistlerin işgaline uğruyor. Balililer özgürlüklerine o kadar düşkünler ki teknik anlamda kendilerinden çok üstün olan Hollandalılara teslim olmaktansa tabiri yerindeyse kanlarının son damlasına kadar savaşıyorlar. Teslim olmayıp Hollanda toplarına ve tüfeklerine karşı koşarak intihar etmeyi seçiyor birçoğu. Buna kendi dillerinde "Puputan" diyorlar. Bu dönemde Denpasar'da şu anki ismiyle Puputan Meydanı'nda kral ile birlikte 2000 yurttaşının teslim olmaktansa aynı anda toplu intihar ettiği söyleniyor. Bu tavırları Hollandalıların uluslararası arenada şöhret kaybetmesine ve sert eleştiriler almasına neden oluyor. Belki bu nedenledir ki Hollandalılar da diğer kolonilerinin aksine Bali'yi Balilileştirme gibi bir politika izliyorlar. Yani etkilendikleri Java kültürünün etkisini en aza indirip kendi öz kültürlerini yaşamalarına olanak veriyorlar. Takvimler 1945'i gösterdiğinde ada yeni bağımsız olan Endonezya Cumhuriyeti'nin bir parçası oluyor. 1965'te başarısız bir komünist devrim hareketinde tam 80000 komünist öldürülüyor. 70'li yıllara geldiğimizde adanın bugünki kimliğini kazanmasını sağlayan turizm artık adanın tek gelir kaynağı haline geliyor. Bir biranın 15-20 lira olduğu Avusturalya barlarına kıyasla birayı 3 liraya içebiliyorsan, mükemmel plajların, sörf için elverişli denizin ve yemyeşil ormanların varsa Avusturalyalıların arka bahçesi olmaman imkansız zaten.
Bu kısa tarih dersinden sonra uçaktan indik. İlk adresimiz havaalanının hemen güneyindeki Jimbaran'dı. Gece geç indiğimiz için bölgeyi pek gezemeden direk otelimize gittik. Bavulları odaya attığımız gibi soluğu otelin Rock Bar'ında aldık. İsim karmaşası olmasın, barda rock müzik çalındığı için barın ismi Rock Bar değildi, okyanusun ortasında geniş bir kara parçasının üzerine kurulduğu için ismi böyle. Nasıl bir bardı derseniz, böyle bir ambiyans ben daha hayatımda yaşamadım. Yıldızların altında uçsuz bucaksız okyanusa karşı harika kokteylleri yudumlayıp çok iyi DJ'lerin müzikleriyle sabahı nasıl ettiğimizi anlamadık.
(Bu arada kendim için yaptığım google haritamı sizle de paylaşayım ki kafanızda gittiğim yerler daha net şekillenebilsin: https://www.google.com/maps/d/edit?mid=zZFFS3ph-SXs.k56OS3YZ_9sM)
Ertesi sabah ilk durağımız Pura (Tapınak) Uluwatu idi. Bu tapınak; adayı ve adalıları karanlık güçlerden koruduklarına inanılan adanın stratejik yerlerine dağılmış 9 tapınaktan (kayangan jagat) biri. Bir de bu 9 tapınağın da üzerinde "Ana Tapınak" olan Besakih Tapınağı var. Bu 9 ana tapınağın isimleri şu şekilde.
1) Pura Uluwatu
2) Pura Tanah Lot
3) Pura Ulun Danu Bratan
4) Pura Ulun Danu Batur
5) Pura Pasar Agung
6) Pura Lempuyang Luhur
7) Goa Lawah
8) Pura Masceti9) Pura Luhur Batukaru
Uluwatu Tapınağı, adanın güneyinde ve otellere çok yakın olduğu için çok fazla turist tarafından ziyaret ediliyor. 11. yüzyılda inşa edilen tapınakta her tarafta koşuşturan bir sürü maymun var. Klasik bilgidir; maymunlar turistlerin güneş gözlüğü, şapka vb. çalmalarıyla ünlü. Ama şanslıysanız sonrasında muz karşılığı takas yapıyorlar. Biz oradayken çocuğun birinin terliğini çalmış koşuşturuyorlardı.
Buradan Tanjung Benoa (Benoa Yarımadası) daki yeni otelimize geçtik. Tanjung Benoa ve Nusa Dua adanın güneydoğusunda kalan nispeten su sporlarına daha elverişli olan bir bölge. Neredeyse bütün büyük otel zincirlerinin burada bir şubesi var. Buraya geldiğimizde dikkatimi çeken adada hiç yüksek bir binanın olmayışı idi.
Taksici referanslı bilgimize göre adada yasalar gereği palmiye ağacından daha uzun bir bina yapmak yasak. Yani 10 metre. Adadaki en büyük bina Doğu Bali Milli Parkı'nda bulunan bir gözetleme kulesi. Şu an restoran olarak kullanılan bu bina sadece 5 katlı.
Yeni otelimize yerleştikten sonra (ismi The Royal Santrian, Balili bir işletme, kesinlikle tavsiye ederim bu arada) akşam yemeği için Tanjung Benoa'da bulunan Bumbu Bali'ye gittik. Bali mutfak kültürünü derleyip toplayan, enstitüleşen, yemek dersleri veren bir işletme burası. Kapıdan girer girmez hemen solumuzda açık bir mutfağı var ve bütün çalışanlar biz girer girmez bütün işlerini bırakıp bize dönüp hep bir ağızdan melodik bir şekilde "Hoşgeldiniz sefalar getirdinizzz..." diye bağırıyorlar. Tabii ki Bali dilinde... N'oluyo lan burada faslından sonra yerel kıyafetli bir hanım bize masamızı gösteriyor. Giderseniz mutlaka rezervasyonlu gitmeye çalışın. Öbür durumda yer bulma ihtimaliniz biraz düşük. Damak tadına düşkün turistler arasında çok popüler bir mekan çünkü. Bali'de ne yerseniz yiyin hangi öğünde olursanız olun ana yemek her zaman pirinç. O yüzden siz isteseniz de istemeseniz de masanıza mutlaka pirinç geliyor. Balıktır, ettir, tavuktur, karidestir bunların hepsi yan yemek (side dishes). Ha tabii ki de bu pirinç tahmin ettiğiniz üzere tereyağlı şehriyeli pirinç pilavı şeklinde gelmiyor. Bildiğiniz lapa pirinç... Eşimin dediği üzere, adamlar o kadar pirinç yetiştiriyor bir pilav yapmayı bilmiyorlar. Bu arada masalara yemek sonuna doğru içinde su, limon ve nane olan bir metal kase geliyor. Bilinç düşmanlığı yapıp benim gibi o suyu içmeyin sakın, ellerinizi durulamak içinmiş o.
Nusa Dua bölgesinde çok çeşitli su sporlarını yapabileceğiniz üzere bizim gibi sahilde boylu boyunca uzanan yürüyüş ve bisiklet parkurundan da faydalanabilirsiniz. Bölgede bir diğer altını çizmeden geçmememiz gereken yer ise Pasifik Müzesi. Mükemmel bir resim koleksiyonuna sahip bu müzeyi mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Burada birçok yerel ressamın çalışması olduğu gibi; Paul Gauguin, Theo Meier, Le Mayeur, Rudolf Bonnet, Arie Smith, Hendrik Paulides, Isaac Israel, Emilio Ambron gibi dünyanın her köşesinden buraya gelip yerleşmiş birçok ressamın da eserleri bulunmakta.
Bölgede çok güzel masaj salonları var. Bali'ye gelip de Bali masajı yaptırmadan dönmek olmaz diyerek kendimizi ileride müdavimi olacağımız Rumah Spa Bali'ye attık. Bir ayin edasında, bedavadan biraz daha pahalıya masaj yapılırken, aynı masajı Türkiye'de yaptıracağın fiyatı düşününce insan ister istemez çok rahatlıyor. Kuş gibi oluyorsun. Şiddetle tavsiye edilir.
Güney Bali'de akşam yemeği için şüphesiz en güzel yerlerden birisi de Jimbaran Kumsalı. Bu 5 km'lik kumsal sabah denize girenleri ağırlarken, akşamları neredeyse kumsalın her noktasında bulunan restoranların masalarını kumlara indirmesiyle adeta bir açık hava restoranına dönüşüyor. İnanılmaz güzellikte bir günbatımı diye lanse edilen günbatımını burada seyrederken bir yandan da karidesleri mideye götürmenin heyecanını yaşadık. Hoş, günbatımı bana her yerde aynı geldiği için ek bir heyecan yaşamadım doğrusu ama kadınlar böyle şeyleri seviyor anladığım kadarıyla... Anlatması keyifli bir kere. Baktım eşim hemen kardeşini arayıp "Ayy günbatımını görmen gerekiyor bu kadar güzel olamaz, o kadar romantik ki" diye anlatmaya başlamıştı bile.
Bali'de konumunuzu anlamak için Bali'yi 5 bölgede ele alabilirsiniz; kuzey, güney, doğu, batı, orta. Adanın güneyi, en turistik bölgesi. Havaalanı burada bulunuyor. Turist merkezi Kuta deniz kıyısında; sörfçüleri ve gece hayatıyla meşhur. Gündüz denizde, gece barlarda sörf yapanlarla dolu. Anlattığım Nusa Dua, Jimbaran, Tanjung Benoa'da güneyde bulunuyor. Ayrıca bölgenin başkenti Denpasar da burada. Kuta'nın komşuluğunda deniz kıyısında sırasıyla Legian, Seminyak, Canggu ve Tanah Lot var. Batı ve kuzey pek turistik yerler değil, batıda, kabaca, milli park ve mercan resifleri var, kuzeyde turizm çok sınırlı, doğuda ise genelde dalış okulları bulunuyor. Güneyden sonra adanın en popüler yeri ortası. Ubud başlı başına birçok kişinin adaya gelmesi için asıl etken. Adanın sanat başkenti de denilebilir.
Nusa Dua'dan sonra Denpasar üzerinden Legian'da kalacağımız otelimize geçtik. Denpasar'da ilk durağımız Bajra Sandhi Anıtı. Bu anıt 17 Ağustos 1945'i, yani Bali'nin kurtuluş gününü simgeliyor. Yapının 17 kenarı, 8 girişi var. Ve yapı tam olarak 45 metre. 45 metre deyip geçmeyin adadaki en yüksek yapılardan biri. 3 katlı bu anıtın en üst katından tüm Denpasar'ı seyredebiliyorsunuz. 2. katta ise Bali halkının başından geçen olayları anlatan bir müzesi var. Burayı gezdikten sonra Puputan Meydanı'na geçtik. Burası Denpasar'ın, dolayısıyla adanın, tam merkezi. Meydanın ortasında Catur Muka (dört yüz) heykeli var. Tanrı Brahma'nın yansıması olan bu heykelin dört yöne bakan dört kafası bulunmakta. Meydanın hemen doğusunda Bali Müzesi ve Jagatnatha Tapınağı var. Bali Müzesi'nde Bali'ye özgü müzik aletleri, heykeller, maskeler, resimler bulduk. Hemen yanındaki Jagatnatha Tapınağı'nın ise benim açımdan ilginç yanı Bali'deki diğer tapınakların aksine beyaz renkli olmasıydı. Öğrendik ki 1953'te beyaz mercandan yapılmış ve Tanrı Sanghyang Widi'ye ithaf edilmiş.
Denpasar'dan geçip Legian'a varmadan önce Tanah Lot'a uğradık. Tanah Lot Tapınağı adadaki 9 yön tapınağından biri. Bir hayli turistik olan ve ticarileştirilen bu tapınak Balice "Denizin İçindeki Kara" anlamına geliyor. Para ödeyip gişeden geçip, turist kafilelerinden sıyrılıp, bir sürü de hediyelik eşya dükkanı geçtikten sonra tapınağa ulaşabildik. Hayallerimdeki gibi denizin içinde kara bulamadım çünkü biz oradayken sular çekilmiş "Kara İçinde Kara" olmuştu. Ama yine de etkileyiciydi. Tanah Lot'un ardından ise Canggu ve Seminyak'ı geçip Legian'daki otelimize ulaştık.
Dediğim gibi bu bölgeler (Kuta, Legian, Seminyak, Canggu) yazlık eğlence mekanları. Adanın tarihi ve kültürünü yansıtan şeyleri arıyorsanız burada değiller. Amma ve lakin mükemmel bir gece hayatı var burada. Gündüz deniz, kum, güneş akşam parti. Kuta'nın gezelim görelim listesinde bu yüzdendir ki ilk sırada Hard Rock Hotel var. Müze niyetine gezdik biz de... Sonrasında kokteyller eşliğinde canlı müziğin de keyfini çıkardık tabi. Bunun haricinde görmekten hiç de keyif almadığımız bir yer daha var Kuta'da. 2002 ve 2005 yılında Bali'de gerçekleşen iki büyük terör eylemi var. Jemaah Islamiyah adlı sapkın bir grup tarafından üstlenen bu bombalama olaylarında sırasıyla 202 ve 20 kişi hayatını kaybetti. Bombanın patladığı yerde ise Bomba Anıtı bulunuyor. Kuta ve Legian civarında yemek yediğimiz yerlerden tavsiye edebileceklerim şöyle; Legian'da Cafe Marzano var. Çok lezzetli pizzaları olan bir İtalyan restoranı. Hemen karşısındaki 66 Corners ise oturup bir şeyler içmek için güzel bir yer. Kuta'da ise BoardWalk Restoran'ı önerebilirim. Kumsalın kıyısında bulunuyor, çok lezzetli yemekleri ve mükemmel bir manzarası var. Bunun haricinde Kuta'da bir sürü restoran, kafe, bar, gece kulübü, disko, alışveriş merkezi bulunmakta. Bunları akşamları geze geze keşfetmek size kalmış.
Deniz, kum, güneş ile geçen günlerin ardından sıra adayı keşfetmeye gelmişti. Sırt çantamı alıp otostopla veya trenle kaçak yolculuk ettiğim günler parayı bulunca geride kaldı edalarıyla adayı keşfetmek için ulaşım aracımı bulmam zor olmadı. Adada taksi çok ucuz. Ama biz taksi ile gezmedik. Ada da özel ulaşım da çok ucuz. Otelin tur organizatörüyle konuştuğum da bizden klimalı, özel şoförlü, benzin dahil bir araç için 12 saatlik 80 dolar istedi. 80 dolara ülkemizde 12 saatlik bir yol için benzin bile alamayacağımızı düşündüğümüz de hemen kabul ettik teklifi.
Sabah erken yola çıkıp ilk durağımız olan Taman Ayun Tapınağı'na vardık. Bu tapınağın özelliği bir su tapınağı olması. Bali'de bundan tam 1000 yıl önce Subak İrrigasyon Sistemi'ni icat etmişler. Bu sistemde su önce tapınaklara geliyordu. Buradan da etraftaki köylerde bulunan pirinç teraslarına dağıtılıyordu. Suyun kontrolü tapınağın rahibindeydi. Böylelikle Baliler, merkezinde bir tapınak olan bir ekosistem kuruyorlardı. Bu sistem ve bu tapınak şu an UNESCO korumasında.
Buradan ver elini Batukaru Tapınağı diyelim mi dedik ve sonrasında 9 yön tapınağından bir diğeri olan Batukaru Tapınağı'na vardık. Bu arada belirtmeden geçmeyeyim tapınaklara girmenin belli başlı kuralları var. Herkes bir kere "saroong" denilen geleneksel kıyafeti giyecek önce. Bunun haricinde adet döneminde olan veya emziren kadınlar tapınaklara giremiyorlar. Tapınakların da kendi içinde bölümleri var. Birçok yerleri turistler için kapalı. Özellikle, nispeten ulaşımın zor olduğu, Batukaru Tapınağı gibi tapınaklar adanın Hindu popülasyonu için oldukça kutsal mekanlar içeriyor ve buralara turistlerin girmesine izin verilmiyor.
Bali'nin en yüksek 2. volkanı olan Batukaru Dağı'nın yamacındaki orijinali 11. yüzyılda inşa edilen bu tapınaktan sonra rotamızı UNESCO korumasında olan Jatiluwih Pirinç Terasları'na çevirdik. Belki de gezi boyunca en beğendiğim yer burası oldu. Bizim İpsala'daki çentik tarlalarına kıyasla muhteşem bir görselliği var doğrusu.
Biraz daha kuzeye gidip yine bir "yön 'directional' tapınağı" olan Bratan Gölü kenarındaki Pura Ulun Danu Bratan'a vardık. Çok kutsal bir yer ama fotoğraflarda göründüğü gibi etkileyici değildi açıkçası. Subak sisteminin bir parçası olan bu tapınak 1663 yılında yapılmış ve göl tanrıçası Dewi Danu'ya adanmış. Buradan da adanın doğusuna doğru ilerledik. Harita üzerinden kuş uçuşu çok yakın gözükse de yol olmaması nedeniyle nispeten uzun bir yolculukla en son 1926 yılında patlayan Batur Dağı'nın yamaçlarına geldik. Dewi Danu'ya adanmış bir diğer yön tapınağı olan ve adada ana tapınak Pura Besakih'den sonra en kutsal ikinci tapınak olan UNESCO korumasındaki Pura Ulun Danu Batur'a geldik. Genel olarak Bali'de tapınakların sade ve mütevazı bir güzelliği var. Öyle çok ihtişamlı değiller. Burası da çok sade ve güzel bir tapınaktı.
Son olarak da günün son durağına rotamızı çevirdik; UNESCO korumasında olan Pura Besakih. Yani Agung Dağı'nın yamacında bulunan adadaki ana tapınak. Yaklaşık 2000 yıllık olan bu tapınakta 1284'ten beri Hindu ayinleri düzenleniyor. Burası aslında 23 ayrı, ama aslında birbiriyle ilişkili, tapınaktan oluşan bir kompleks. Garip bir şekilde adanın en kutsal tapınağı olmasına rağmen ziyaretçilerinin çoğunluğu (%70 kadarı) turistlerden oluşuyor. 1963'te Agung Dağı'nın patlaması sonucu az daha lavlar tarafından yok olacakken lavlar tapınağa birkaç yüz metre kala durmuş. Bu da ada halkı arasında "Allah'ın hikmeti" şeklinde kabul görüyor. Bu olay buranın kutsallığını daha da bir arttırmış. Gittiğimizde turist rehberi olmadan içeri giremeyeceğimizi söylediler. Biz tabii ki turist tuzağı olduğunu düşünüp aldırış etmeden ilerledik önce. Tapınağın giriş merdivenlerine gelince önümüzdeki Avusturyalı grubu içeri almadıklarını görünce geri dönüp turist bilgilendirme bürosuna gittik. Turist rehberleri ne verirsen tarifesiyle çalışıyorlar. Belli bir standart yok. Adam bize kara kaplı bir defter gösterip tapınağa giren turistlerin ne kadar ödediğini gösterdi. 200 TL'ye kadar ücret aldıkları olmuş ya da kim ne verirse oraya 5 katını yazıp daha çok para koparmaya da çalışıyor olabilirler. Bizden de 100 TL civarı bir para istediler öncesinde. Japonya'da olsak tamam da Bali standartları için çok büyük para. Dedim "Bas git". Tabii adam Allahtan Türkçe bilmiyordu. Neyse allem ettim kullem ettim 20 TL'ye bağladım. Rehberimiz eşliğinde elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdik tapınağa. Yarım yamalak İngilizce ile de olsa gayet güzel anlattı her şeyi. Bize çok şanslı olduğumuzu bu gün bir Hindu festivali olduğunu söyledi. Gerçekten de orada çok mutlu olmuştuk kalabalığı ve ayinleri görünce. Sonradan öğrendim ki orada her tapınağın yılda 3-4 kez kendi festivali oluyormuş ayrı ayrı günlerde. Yani yılda yaklaşık 70 tane böyle festival varmış.
Bu yorucu ve uzun günün ardından yorulmak bilmeyen vücutlarımızı kapitalizmin tutsağı olmuş dini mekanlardan kapitalizmin pembe yüzü olan Kuta'nın gece hayatına attık ama ertesi gün de Ubud'a gideceğimiz için bu geceyi kısa keselim dedik. Sabah Ubud'a yani Bali'nin sanat kalbine doğru yola çıktık. Kasabaya girmeden önce hemen yakınındaki Goa Gajah'a gittik önce. Yani "UNESCO Tentative List"te olan diğer bir ismiyle Fil Mağarası'na. Burası 9. yüzyılda yapılmış bir mezar aslında. Girişindeki heykel bir fil olduğu için bu isimle anılıyor. Hemen önünde de yaklaşık 50 yıl önce bulunmuş banyolar var.
Buradan çıkıp Ubud'a doğru yol alırken şoförümüz bize birçok atölye gezisi teklifinde bulundu. Ahşap oymacılığı, taş işçiliği, gümüş işçiliği, batik, kahve plantasyonu... E biz de buraya kadar gelmişken Kopi Luwak içmemek olmaz deyip çek bakalım kahve plantasyonuna dedik. Kopi Luwak dünyanın en pahalı kahvesi. Misk kedileri bu kahvenin meyvelerini önce yiyip sonra bir güzel sindirdikten sonra kahvenin çekirdeklerini de dışkılarıyla atıyorlar. Sonra bu dışkılar kurutulup çekirdekler ayıklanıyor ve sterilize ediliyor. Ta ta ta tam... İşte dünyanın en pahalı kahvesi. İçme de yanında yat. Şaka bir yana tadı mükemmel. Kesinlikle tavsiye ederim. Fincanı 20 TL ama değer.
Neyse ardından ahşap atölyesi, batik atölyesi derken sonunda Ubud merkeze gelebildik ve bir an önce mutlaka ama mutlaka gidilmesi gereken bir yere gittik. Agung Rai Museum of Art yani nam-ı diğer ARMA. Belki de hayatımda gittiğim en güzel sanat müzelerinden biriydi. Çünkü müzenin kendisi başlı başına sanat. Binası, bahçesi, avlusu her yer buram buram sanat kokuyor ve muazzam güzellikte eserler var. Hem Balili sanatçılara ait hem de Bali'ye gelip yerleşen yabancı sanatçılara.
Gelelim Ubud'a... Kelimenin tam anlamıyla yeşillikler içinde bir sanat şehri. Her yerde sanat var. Sağa bakıyorsunuz sanat, sola bakıyorsunuz sanat. İrili ufaklı güzel kafeleri, sanat galerileri, restoranları olan yemyeşil bir yer. Gel gör ki; her yer turistlerle dolu. Tek şeritli yollarında trafikten kıpırdamak mümkün değil, etraf akşam turistik dans gösterisine bilet satmaya çalışan, yok bilmem nereye tur satmaya çalışan çığırtkanlarla dolu. Küreselleşme 4 yandan kuşatmış bir ordan bir ordan vuruyor. Starbucks açılmış; McDonalds, KFC yolda. Yine de halen tamamen dejenere olmadan gidip görmekte fayda var. Ubud'un tam göbeğinde Ubud Sarayı ve Saraswati Tapınağı var. Özellikle tapınağı görmenizi öneririm. Gerçekten çok güzel bir tapınak...
Derken hava yavaş yavaş kararıyor. Otele dönüş yoluna koyuluyoruz. Yolda şoförümüz Made ile uzun uzun Bali yaşamı hakkında muhabbet ettik. "Bizim köyde birkaç ev var, yaklaşık bir o kadar da tapınak var. Köyün tam ortasında ise Warung dediğimiz bir restoran. Ailede kim para bulursa herkesi o gün restorana götürür. Para yoksa da evde yeriz" diyor. Yazları kivi toplamaya Yeni Zelanda'ya gidiyormuş, kışın ise şoförlük yapıyor. Bu arada adada herkes aynı isimleri kullanıyor. Toplam 4 tane isim var; Wayan. Made, Nyoman, Ketut. Kız ya da erkek fark etmeksizin 1. çocuk Wayan ismini alıyor, 2. Made, 3. Nyoman, 4. Ketut oluyor. 5. çocuk II. Wayan oluyor ve bu şekilde gidiyor. Bir ortamda 2 tane 2. çocuk varsa bu sefer soyadlarını da ekliyorlar. Bizim şoför 2. çocukmuş. Farklı kültürlerle tanışmaya çok meraklı. Yeni Zelanda'ya gide gele çok da iyi İngilizce öğrenmiş. "Biz farklı kültürlere çok açık bir halkız" diyor. Java'dan sezonluk gelen Müslüman işçilere çok sıcak bakıyor. "Onlar olmasa adada inşaatları kim yapacak? Biz inşaat işlerinden genellikle anlamayız" diye ekliyor sözlerine.
Özetle budur işte. Gel gelelim daha birçok yer var Bali'de gezilecek... Bunları da bir sonraki gidişimde gezerim diyerek kendimi kandırıyor, yazımı burada bitiriyorum.