Kazdağları’nı kısaca tanıdık, şimdi köylerini gezmeye başlayabiliriz. Adatepe köyünün hemen yakınında "Zeus Altarı" okunu görünce arabamızı park edip toprak bir yoldan tırmanmaya başlıyoruz. Yol üzerinde köylü kadınların mini pazar tezgâhlarında neler yok ki; kekik, nane, pul biber, tarhana, ceviz, zeytinyağı, bal gibi kendi elleriyle toplayıp yaptıkları taze organik ürünler (ben her sene İstanbul'a dönmeden bu kışlık ürünleri böyle köylülerden alırım)… Alışverişi dönüşe bırakalım zira önümüzde ciddi bir yokuş var.
700 metre kadar tırmandıktan sonra en tepede, kaya kütlesinin işlenmesiyle oluşturulmuş kare taş bir yapıya geliyoruz, burası bir sunak ya da bir tapınak.
Yapının yanında kayaya oyulmuş basamaklardan tepeye çıktığımda tüm Edremit Körfezi’ne hâkim müthiş bir manzarayla karşılaşıyorum, alabildiğine yeşil tepelerin eteklerinden maviye uzanmış Edremit, Akçay, Ayvalık, Mavi Ege ve tam karşıda Midilli adası, gerçekten müthiş!
Bu alanda bulunan sarnıç yine içi oyularak oluşturulmuş, sunağın altında oda büyüklüğünde bir Zeus Mağarası, ayrıca sunak nişleri, oturma platformları bulunuyor. Antik sunağın hemen yanında ise Çanakkale Savaşları’na katılan Erdem Dede’ye ait olduğu söylenen bir de yatır bulunuyor.
Burada da ilginç hikayeler söylenmekte; Tanrılar Tanrısı Zeus burada yaşamış, Edremit Körfezi’ne hâkim bir tepe üzerine inşa edilen bu mekanın baş tanrı Zeus’a ait olduğunu düşünüldüğünden mekana Zeus Altarı denilmiş, Homeros, İlyada Destanı’nda Tanrıların İda Dağı’nda yaşadıklarından söz ederek Tanrıların Troia-Truva Savaşı’nı bu mekandan izlediklerini anlatıyor, Zeus ile Aşk ve Güzellik Tanrıçası Afrodit ilk kez burada aşık olmuş, burada aşk yaşamışlar.
Bu müthiş manzaralı tepeye bir kez de gün batımında gelmek isterim doğrusu, inanılmaz bir manzara olacağından ve çok güzel fotoğraflar çekeceğim kesin. Yokuşa, yorgunluğa her şeye değdi doğrusu bu manzara.
ADATEPE KÖYÜ
Kaz Dağları’nın en güzel noktalarından biri, Truva ve bunların izlerini taşıyan ve İliada destanında adı "Gargaros" olarak geçen Adatepe Köyü, uzaktan bile keyifli ve o kadar güzel görünüyor ki… Tarihi, eşsiz doğası ve sakin sessiz haliyle “yavaş yaşam” felsefesine tam uygunluk sağlamış. Köye doğru yürürken bir türkü tutturmamak olur mu? "orda bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüzdür".
Yemyeşil zeytin ağaçlarının arasında kaybolmuş, çoğu aslına uygun restore edilmiş taş işçiliğinin en güzel örneklerini sergileyen binalar, ahşap panjurları, taş bahçe duvarları ile çoğu butik otel olarak hizmet verirken, bazıları da sessizce alıcısını bekliyor.
Köy meydanında arabamıza zar zor yer bulduk, kahveler yerli yabancı turistlerle cıvıl cıvıl, köylü analar, bacılar gözleme, çiğ börek, ayran yetiştirmeye çalışıyorlar, incecik bir hamur, iç malzemesi bol, müthiş bir lezzet, mis gibi köy ayranı. Ben bayıldım bu köye, bu dağlardaki başka yörelere, başka köylere de gitmek için sabırsızlanıyorum.
Kısaca Tarihi: Buraya ilk yerleşim antik çağlarda başlamış, sonra, Leleg, Midilli, Pers, Atina, Roma, Selçuklu, Osmanlı hâkimiyetleri görmüş. Köye Türklerin yerleşimi ilk olarak Selçuklu döneminde Orta Anadolu’dan getirilenlerle başlamış, köyde bulunan camii de Selçuklu yapımı.
YEŞİLYURT KÖYÜ
Bugün Kaz Dağları’nın yine güzel bir köyünde, Ege Denizi’ne hâkim bir tepenin yamacında, bölgenin önemli yaşam alanlarından biri olarak bilinen Yeşilyurt Köyü’ndeyiz. Eski taş evleri ve güzel doğasıyla, yine taş işçiliğinin en güzel örneklerini görebileceğiniz şipşirin bir köy. İsmini çok duyduğum muhteşem mimarileri ile öne çıkan, cennet bahçeleri ile müthiş butik oteller var ve bunlar gerçekten Adatepe otellerinin en iyilerinden. Bu muhteşem yörede gezip mis gibi havayı solurken, başta zeytinyağı olmak üzere, bulabildiğim tüm kışlık ihtiyaçlarımı, köyde doğal ürünler satan yerel bir dükkândan hiç düşünmeden alıyorum.
Likyalılar, Persler ve Romalılara yurt olmuş bölge, antik İyonya’nın önemli geçiş noktalarından birisi olmuş. 1355 yılında Oğuzlar’ın 24 boyundan biri olan Çepni boyunun Anadolu’da yayılan uç beyi tarafından ”Büyük Çetmi” ismiyle kurulmuş. Bu köyün karşısındaki yamaca da uç beyinin küçük kardeşi tarafından ”Küçük Çetmi” köyü kurulmuş. Bu nedenden ötürü, günümüzde halen kurulu bulunan bu iki köy, karşı yamaçlardan birbirine bakıyor.
Her iki köyde de “mübadele”nin hazin öyküsü karşımıza çıkıyor. 19. yüzyılda Midilli Adası’ndan hizmetli olarak getirilen Rumlar, zaman içinde bu yörelere yerleşmiş ve Rum nüfusu artmış ancak Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki mübadelede Rumlar Yunanistan'a göç etme zorunda kalır, boşalan yerlere de Midilli ve Girit'ten gelen Türkler yerleşir.
Bu köylerde şehrin stresinden uzakta yaşamak isteyen insanlar çok zevkli, keyifli evler inşa etmişler, birkaç ünlü kişinin de evlerinin yanısıra benim can dostlarımın evi, meyve ağaçları, renk renk çiçekleri ile bahçeleri de en az bu butik oteller kadar müthiş. Bahçelerindeki cevizin tadı ise hala damağımda : ) Bu tabiatta, bu muhteşem oksijen dolu dağlarda, sessiz, sakin, huzur dolu ortamda yaşamak sanırım insanın ömrünü uzatır. Altınoluk’un sahil kesimi hariç bir de dağ köyü var, orası da meydanı, parke yolları, taş evleri, çınar ağaçları ile diğer köylerden biraz daha büyük ve farklı. Daha birçok köy var, hepsini gezemedim, başka bir sefer inşallah.
Bu arada sevindirici haberlerim de var sizlere!
*Çevrede betonlaşmanın başlaması nedeniyle köyler 1989 yılında SİT alanı ilan edilmiş, artık burada inşaat yasak, sadece mevcut evler restore edilebiliyor, tabii aslına uygun olarak (neden biz eskinin güzelliğinin, yeşilin kıymetini bilmeyiz, ille de betonlaşmaya çabalarız anlamak zor).*Kazdağı ise 1993 yılında Milli Park ilan edilmiş ve doğasının koruma altına alınmış. Milli Parkın ve içerisindeki endemik bitkilerin korunması, yabanıl yaşamın zarar görmemesi için ziyaretçilerin sadece, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü tarafından alan kılavuzu eşliğinde belirlenen güzergâhlarda gezmelerine izin veriliyor olması da sevindirici tabii.*Köyde bulunan tarihi eserler de Çanakkale Müzesi tarafından koruma altına alınmış.
Yaşamın Altından Daha Değerli Olduğu Belki de Tek Yer: Kaz Dağları
Güzel yurdumun görmediğim yörelerini gezmeye devam ediyorum. Altınoluk'ta yaz evleri bulunan dostlarımı bayram tatilinden istifade ziyarete gidiyorum, hem dostlarımı görecek, hem de doğanın tüm güzelliklerini içime çekecek, Altınoluk'un Alp Dağları'ndan sonra dünyanın en temiz ikinci yüksek oksijen oranı olan tertemiz havasını soluyacağım. Adı antik Grek mitolojide İda, günümüzde Kaz Dağı olan Dağları ve güzel köylerini de gezeceğim elbette.
Çanakkale’nin Küçükkuyu ve Balıkesir'in Edremit ilçesine bağlı Altınoluk beldelerinin sırtlarında, Biga Yarımadası'nda Edremit körfezinin müthiş manzarasını kucaklarcasına kilometrelerce uzanmış bu heybetli dağlara gitmemek olmaz tabii.
Yunan mitolojisinde Tanrıçalar Hera, Afrodit ve Athena’nın katıldıkları güzellik yarışmasının yapıldığı yer ve yine mitolojiye göre Zeus'un doğduğu yer olarak adı geçen İda Dağı - Kaz Dağı yurdumun en güzel, tertemiz, yemyeşil köşelerinden biri. Ortada üç tepesi (Babadağ, Sarıkız ve Karataş), etrafında ise Dede Dağı, Eybek Dağı, Gürgen Dağı, Susuz Dağı (Sakar) ve Kocakatran ile Küçükkatran dağları tüm heybetiyle 60-70 km boyunca Edremit körfezine paralel uzanmakta.
Buraya neden Kaz Dağı denilmiş, yemyeşil tepeleriyle masmavi körfeze bağrını dayamış bu dağ içinde ne hikayeler, rivayetler, köylerinde ne güzellikler saklıyor acaba diye merak ediyorum. Yurt dışı, yurt içi olsun, gezdiğim çoğu yerde olduğu gibi burada da birçok rivayet, hikâye duyuyorum, enteresandır nedense bu hikayelerin çoğu da acıklıdır. İda Dağı’nın Kaz Dağı ismini almasıyla ilgili efsaneleri gittiğinizde bir kahveye girip kahvenizi içerken yurdum köylülerinden dinleyebilirsiniz. Şimdi ben size duyduklarımı anlatayım.
"Edremit'in Güre Köyü'nde çok güzel bir kız yaşarmış, ona sarı saçlarından ötürü Sarıkız derlermiş. Tabii ki köyün tüm delikanlıları aşıktır bu güzeller güzeli Sarıkız'a. Ancak bu iyi yürekli yardım sever Sarıkız'ı çekemeyenler ona olmadık iftiralar atmışlar ve ne yazık ki bu iftiralara inanan babası (bir rivayete göre) Sarıkız'ı 5-10 kazla birlikte İda Dağı'na bırakır.. (bir başkasına göre ise Sarıkız gururuna yediremez ve dağa kaçar). Bir zaman sonra Sarıkız'ın babası söylentilere dayanamayıp kızını öldürmek için ya da kızını görmek için dağa çıkar. Dağda abdest almak için kızından su istediğinde Sarıkız dağın tepesinden elini körfeze uzatarak tasını doldurunca baba şaşkınlık içinde kalır ve kızının erdiğini anlar. Sırrı anlaşılan Sarıkız oracıkta can verir. Kızının öldüğünü gören baba da hem pişman hem de o kadar üzülür ki o da İda Dağı’nın başka bir tepesinde ölür."
Belki de bu hikaye doğrudur ve belki de bu nedenle İda Dağı Kaz Dağı adını, dağın doruğundaki tepe Sarıkız Tepesi, babasının öldüğü yer de Baba Dağı diye anılmaya başlamış.
Bu efsane buralarda bir geleneğe neden olmuş ve Kazdağı’nın Kavurmacılar Köyü'nde her yıl Ağustos ayında Geleneksel Şenlikler, Kazdağı Güzellik Yarışması yapılmaya başlanmış ve yöre halkı tarafından pişirilen keşkek, pilav, nohut yenip, şerbetler içiliyor, halk mumlarla, şarkılarla eğleniyor ve kimbilir belki de güzeller güzeli ve masum Sarıkız da bu eğlenceleri bir yerlerden izliyordur :) Bu şenlikler son yıllarda yurt dışından gelen misafirleri de ağırlamaya başlamış, umarım uluslararası bir nitelik kazanır ve bu güzel yöremiz adını dünyaya duyurur.
Neyse biz yola koyulalım. Altınoluk'tan Çanakkale yönüne doğru ilerliyoruz, yan komşusu olan Küçükkuyu beldesinde tabelaları takip ederek sağa sapıyor ve dağ yolundan Adatepe Köyü’ne doğru ilerliyoruz. Her yer zeytin, her yer yemyeşil, endemik bitkilerin büyük bir kısmı buralarda bulunuyor. Çok sayıdaki Maki ve Zeytin ağaçları haricinde, Kızıl Çamlar, karaçam, Kazdağı’nın endemiklerinden olan Kazdağı Göknarı ve Karaçamlar, geniş yapraklı ağaçlardan Kayın, Kestane, Gürgen, Meşe gibi inanılmaz bir bitki örtüsüne sahip. Bu ağaçlar belki de bize dünyanın en temiz, ikinci yüksek oksijenini ve tertemiz havayı armağan ediyor.
"Tanrı'm bu yeşili, bu güzellikleri koru" diye geçiriyorum içimden, çünkü biz artık yeşilimizi koruyamıyoruz, yapılaşma uğruna ağaçlar katlediliyor, termik santral kurmak için bin yıllık zeytinler telef ediliyor, gün geçmiyor ki bir orman yangını haberi gelmesin, elbette o güzelim ağaçlar yanarken bizim de yüreklerimiz yanıyor. Bu yemyeşil dağlarda sadece ağaç değil bilim adamlarınca bugüne kadar 101 familyaya ait 800 civarında bitki sınıfı tespit edilmiş ki bu türlerin 77 adedi sadece Türkiye’de, 29 tanesi ise dünyada sadece Kazdağı Milli Parkı’nda bulunan endemikler.
Yarın sizleri Tanrıların Tanrısı Zeus Altarı’na, yakınındaki gizli cennet köylere, Adatepe ve Yeşilyurt köylerine götürüyorum.