Tarih ve Masmavi Deniz: Kotor

Hollywood ünlülerinin yatlarının, Adriyatik turu yapan yat ve gemilerin uğrak yeri, tarih ile masmavi denizin kucaklaştığı kent, Kotor’u anlatacağım sizlere. Ama öncesinde Budva’dan Kotor’a giderken yol üzerindeki manzaralardan, eski başkent Cetinje ve Njegusi'den bahsetmek istiyorum. 

Budva'dan Kotor'a sahil yolu bir saatten az, ama biz bu kısa yol yerine dağlardan giderek çevreyi görelim istedik. Bu yol Cetinje ve Milli Park’tan geçen yol, yarı yoldan ise Podgorica’ya ayrılıyor.

Dağ yolunda ilerliyoruz, epey virajlı bir yol ama ilerlerken gördüğümüz Budva’nın kuş bakışı görüntüsü görülmeye değer. Etraf yemyeşil ağaçlarla kaplı, aslında tüm Karadağ’ı çok yeşil buldum ve bayıldım. Yolumuzun üzerinde ağaçların arasında küçük köyler, aralarda taş eski binalar, ufak kaleler de geçiyoruz.

Eski başkent Cetinje

Kotor’u çevreleyen bu dağların yollarında karşımıza çıkan ilk şehir, Karadağ’da görülmesi gereken yerlerden biri ve eski başkent Cetinje. Karadağ‘ın, beş yüzyıl boyunca kültür ve eğitim başkenti olması nedeniyle birçok tarihi ve kültürel yapı, sokaklarında yürürken birçok müze ve kilise görebilirsiniz. Bunların içinde en önemlisi Cetinje Manastırı, Balkanlardaki Ortodoks dünyası için çok önemli bir Sırp Ortodoks manastırı.

Biz tekrar dağ yollarında ilerlemeye devam ederken Cetinje’de neden kahve içmedik diye hayıflanıyor ve kahve içebileceğimiz, yeşillikler arasında bir kır kahvesi bakınıyoruz. Küçücük bir köyden geçerken hiç ummadığımız anda karşımıza çıkan salaş ötesi bir kahve görüyor ve giriyoruz. Genç delikanlı bize “kahvemiz yok ama Türk kahvesi” var demez mi! Hem de neredeyse çay fincanı boyutunda getiriyor köpüklü kahvelerimizi, daha sonra hemen her kafede Türk kahvesi içmeye başladık.

Yemyeşil dağ yollarından artık inmeye başladığımızda dağın eteklerinde bir köy görünüyor, burası Njegusi köyü.

Yol boyu evlerin önünde kuru et, bal, peynir, zeytinyağı gibi yöresel ve organik ürünler sergiliyor ve satıyorlar, biraz ileride kurulmuş pazarda da yine aynı ürünler, yanı sıra kendi özel içkileri (brandy), köy kadınlarının el emeği göz nuru örtüler, danteller, tahta objeler satılmakta. Az ilerideki çok şirin bir kafede yine bol köpüklü Türk kahvemizi içerken gördüğümüz “Lovcen Milli Park” tabelasına doğru düşünmeden sapıyoruz.

Yemyeşil bir tabiatın içinde ilerlerken (Parka giriş kişi başı 3€) çamlar ve çeşitli ağaçların yanı sıra çok değişik rengârenk çiçekler ile harika bir bitki örtüsü bu kötü yola girdiğimize hiç de pişman değiliz, hatta bu yol hiç yapılmasın ki çok yoğun trafik olmasın ve bu güzellikler bozulmasın diye konuşuyoruz. Bu parkta 1158 çeşit bitki çeşidi olduğu söyleniyor.

Parkın içinde bir dağın en tepe noktasında, uzaktan bir katedral görüyoruz. Burası oldukça önemli St. Mark Katedrali. Ancak gördüğümüz, sayamadığımız basamaklar bu sıcakta bizi ürkütüyor, uzaktan bakmakla yetinip yolumuza devam diyoruz.

Ana yola tekrar çıktıktan biraz sonra yol tekrar yükselmeye ve biz tekrar bir dağa tırmanmaya başlıyoruz, Balkanların en büyük sıra dağları Dinar Alpleri. Karadağ'ın Güney batısında yer alan ve etekleri Adriyatik denizine yayılan, 1750 metrenin üzerinde tepe noktaları olan dağ oldukça yüksek, sarp ve dik kayalıklı.Ciddi keskin virajlar alıyoruz, bizim eski Marmaris - Datça yolunu hatırlıyorum. Bazı noktalarla araçlar birbirine yol vermek durumunda kalıyor, bu yola giren büyük turist otobüsleri nedeniyle zaman zaman sıkıntılı anlar da yaşıyoruz, biraz ürkütücü ve stresli bir yolculuk olurken aşağıda belirmeye başlayan Boka Kotorska koyları ve Kotor körfezi manzarası belirmeye başladığında bu yoldan geldiğimize değiyor diye düşünüyorum.

Tabii arabayı kullanan arkadaşım bu güzellikleri göremiyor ama ben bol bol fotoğraf çekiyorum. İlerledikçe masmavi deniz ve iç içe iki körfez daha da güzel manzaralar oluşuyor. Tüm güzelliği ile önümüzde masmavi Adriyatik ve dar boğazlarla birbirine bağlanmış koyların yemyeşil manzarası karşısında heyecanlanıyorum. Tivat şehri ve havaalanından havalanan uçakları izlemek de ayrı güzel...

Hava halen sıcak olduğu için Kotor’u rahatça gezebilmek için havanın biraz olsun serinlemesini beklemek üzere önce Radonovici de ünlü bir plaja sonra da Tivat şehrinin marinasına gidiyoruz. Küçük ama çok şirin ve güzel bir marinada güzel bir yemek yiyor ve Kotor’a doğru yola çıkıyoruz.

Adriyatik'te bir Cennet: Kotor

Adriyatik denizi kıyısında, belki de dünyanın en ilginç ve güzel, içe doğru dar boğazlarla birbirine bağlı, Kotorska ve Kotor körfezleri Karadağ’da. Fiyort benzeri dantele benzer kıyıları olan iki körfezin iç kısımdaki körfezinin en uç noktasına gizlenmiş bir şehir var, adeta doğal bir liman olan bu şehir Kotor. Sırtını sarp dağların dik yamaçlarına yaslamış, etrafı 20 metre yükseklikte, kalınlığı 2 ila 16 metre arasında, 4,5 km boyunca tarihi duvarlarla çevrili bu tarihi şehir, Unesco Dünya Mirası Listesinde. (Historical Region of Kotor)

Karadağ’ın Budva ve daha birçok kenti ve Hırvatistan’ın Dubrovnik kenti gibi, savunma amaçlı surlar, kuleler ve arkasındaki dağda 280 metre yükseklikteki San Giovanni Kalesi (Kotor Kalesi) nedeniyle oldukça korunaklı olmasına rağmen tarihi boyunca birçok çok korunaklı olan kent, İspanyol, Venedik, Rus, Fransız ve Avusturya gibi birçok devletin işgali altında kalmış. 16  ve 17. yüzyıllarda bir süreliğine Osmanlı devleti de bu bölgeye hakim olmuşsa da daha çok Venediklilerin egemenliği altında kalan şehirde İtalya’nın etkileri oldukça fazla.

Aracımızı, lüks yatların ve dev bir yolcu gemisinin bağlı bulunduğu marinanın yanına park ediyoruz, arabadan inip, şehrin sırtını yaslandığı dağlara doğru baktığımda gözlerime inanamadım. Dağ yamacında zikzaklı yollar, bir kale, taş evler ve en tepede minicik görünen bir kilise. Buraya ulaşmak için acaba kaç basamak çıkmak gerek (1350 basamak olduğu söyleniyor), nasıl çıkılır, hava sıcak. Göze alamadık doğrusu. Eminim müthiş bir yer ve manzara da bir o kadar müthiştir ama eski şehri gezmek istiyoruz, oraya çıkarsak zamanımız fazla kalmayacak, bu kaleyi bir kez daha gelmek kısmet olursa gezeriz diyerek eski şehre doğru yürüyoruz.

Stari Grad, yani Eski Şehrin 16. yüzyıldan kalma kalın duvarları arasında Sea Gate (Batıdaki Deniz Kapısı) - River Gate (Kuzeyde Nehir Kapısı) ve Gurdic Gate (Güney Kapısı) olmak üzere 3 kapısı var. Biz marinanın tam karşısındaki ana kapıdan, Deniz Kapısından giriyoruz tarihi şehre. Kemerli kapının hemen üstündeki mermer bir çerçevede kurtuluş tarihi olan 21-XI-1944 ve üzerinde de sosyalizmin simgesi bir yıldız var. Kapının üst kısmında ise ilginç ve dikkat çekici bir yazıyı kaçırmayın, 2nci Dünya Savaşında Kotor’un geri alınmasından sonra Tito tarafından kapı üzerine yazdırıldığı söylenen “Başkalarına ait olanı istemeyiz ama bizim olanı da teslim etmeyiz”anlamındaki "Tude Necemo Svoje Ne Damo".

Şehre girer girmez büyük bir meydanın içinde buluyoruz kendimizi. Silahlar Meydanı’nda bizi ilk karşılayan şehrin sembolü taş bir saat kulesi. 17. yüzyıldan kalma kule depremlerden biraz hasar görmüş, hafif eğik. Kulenin önünde ise bir kaide üzerinde piramit şeklinde bir taş var, utanç taşı. Suçluların bağlandığı ve teşhir edildiği taşmış. Meydana birçok sokak açılıyor, rastgele yürümeye başlıyoruz, her sokaktan kemerlerle başka sokaklara geçiliyor, şehir adeta bir labirent, hangi taraftan gitsek diye düşünmeden rastgele giriyoruz tarih kokan sokaklara. Fotoğraf çekmeye yine doyamıyorum, her sokak birbirine benzer görünse de her birinde ayrı bir güzellik ayrı bir tat var.

Her meydanda bir kilise çıkıyor karşımıza, bunlardan en önemlilerinden biri Gotik tarzdaki St. Triphon Katedrali. Taş parke dar sokaklardaki sağlı sollu ahşap panjurlu taş evler bize Ortaçağı yaşatıyor. Bir zamanlar zengin ve soylu ailelere ait olduğu belli malikâne gibi evlerin çoğu artık birer müze olmuş. Bunlardan biri, 18. yüzyıldan kalma, Barok tarzdaki Maritime - Denizcilik Müzesi. Müzeye giriş 3 Euro, bir de çeşitli dillerde anlatım yapan kulaklık veriyorlar, Osmanlı adının sıkça geçtiği anlatımlarda hep bir yenilgi hikâyesi var.

 

Arnavut kaldırımlı, dar ve şirin sokaklarda yürümek keyifli ama yorulduysanız, sayısız meydanlardan birinde taş evlerin girişindeki sayısız kafelerden birinde kahve molası verebilirsiniz.

Kotor Tarihi Kenti kesinlikle Unesco listesinde olmayı hak eden ve görülmesi gereken bir şehir.

Budva’ya dönmeden önce körfezin iki yakasında kıyı boyu uzanan yolu takip ederek şehrin geri kalan kısmını görelim diyoruz. Yol belki biraz bizim Boğaz yolunu andırsa da epey bir farklı, önce yol ancak iki arabanın geçebileceği darlıkta, yolun gerisinde de yalılar, köşkler yerine şirin şirin mütevazı evler var. Hemen her ev evinin önüne deniz üstüne beton iskelemsi bir platform yaptırmış, yaşlı çiftler, çocuklu aileler belki konu komşu evlerinin önünden denize girmenin keyfini çıkarırken akşamın ilk saatleri olmasına rağmen hala sıcak havada biraz serinlemeye çalışıyorlar. Ben körfezin yer yer müthiş manzaraları yanı sıra bu manzaralara da bayıldım. Kotor, her yönüyle çok sevdiğim şehirler arasındaki yerini aldı bile.

Biz Budva’ya doğru yola çıkarken gün batıyor ve ortalığı harika bir kızıllık kaplıyor. Montenegro’ya bu güzel gökyüzü ve harika anılarla veda ediyoruz, evet çok beğendiğim bu ülkedeki son gecemiz. Budva’da Adriyatik denizi kıyısında Akdeniz’den gelen hafif bir esintiyle güzel bir yemek yiyoruz, yarın sabah İstanbul’a dönmek üzere Podgorica’ya doğru yola koyulacağız. 

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.