Tarihi İpek Yolu Üzerindeki Şehir: Meşhed

Geldik Şeh-i Meşhed’e, şehit makamına… 

9. yüzyıla kadar bir köy iken bugün 6,5 milyon nüfusu ile Horasan Eyaleti'nin merkezi konumunda ve ülkenin ikinci büyük kenti. Bir diğer özelliği de tarihi İpek Yolu üzerinde olması. Nüfusu ise 2,5 milyon. Her yıl 100.000’den fazla hacının ziyaret ettiği, İran'ın en tutucu kentlerinden biri (en tutucu kent ise Kum) olan Meşhed; önemli bir dinî ve siyasî bir şehir olmasının yanı sıra aynı zamanda uluslararası bir ticaret merkezi. 
 
Dün şehre gece geç saatlerde geldik ve yarın uzun bir otobüs yolculuğumuz olduğu için hemen yatıyoruz. (Otelimiz, 4 yıldızlı Homa Hotel.)
 
Bugün Nişabur’a gidiyoruz, giderken de yol üzerinde Fakr-ı Davud Kervansaray'ı ve Qademgah Durrud’u ziyaret edeceğiz. Kahvaltıdan hemen sonra yola çıkıyoruz. Şehre gündüz gözüyle bakınca Tahran'dan daha ferah, daha temiz, binalar alçak olduğu için olsa gerek daha ferah bir şehir gibi geldi. Yeşil parkları, geniş yolları olan Meşhed'in havaalanı da uluslararası. Bölgenin iş ve ticaret merkezi olan şehirde en önemli uzmanlık kolu halıcılık.

Fakr-ı Davud

Yoldaki ilk durağımız Fakr-ı Davud Kervansarayı. Meşhed’in tarihi İpek Yolu üzerinde olduğunu söylemiştim, bu nedenle de yol üzerinde birkaç kervansaray var. Anadolu tipi bir Kervansaray burası, çöle çıkmadan önceki son durak. Dışardan tuğla bir yapı olarak görünen, giriş kapısı oldukça görkemli, dört köşesinde kuleleri bulunan, içi oldukça ferah, ortasında yüksekçe bir kubbe, yanlarında ise tonozları bulunan göz alıcı bir eser bu... Şu anda ise sadece turistik bir mekân. 

Qademgah Durrud 

İkinci durağımız Nişabur yakınlarındaki Qademgah. Bu mekanın özelliği; buradaki siyah bir taşın üzerinde bulunan bir çift insan ayağı izleri ki bu ayak izlerinin bir mucizeyi gerçekleştiren İmam Rıza’ya ait olduğuna inanılmakta. İnanışa göre İmam Rıza bir su pınarı kenarında mola verir ve namazını kılar, birden mucizevi bir şekilde durduğu taşın üzerinde ayak izleri belirir. Daha sonra Kral Abbas Safavi tarafından bu pınarın yanına bir mescit inşa ettirilmiş. Bu nedenle de kutsal şehir Meşhed’e gelen hacı ve turistler bu mekânı da ziyaret ederek bu pınardan su içiyor ve hacı olduklarına inanıyorlar.

Yüksek bir kubbe altında dört revaklı bir plan, duvarları ise yine seramik işçiliğini sergileyen güzel bir yapıya sahip. Büyükçe bir bahçesi olan bir alan. İçeride ayak izlerinin olduğu taş, demir parmaklıklarla çevrilmiş. Kadınlara ait bölümden giriyoruz içeri, insanlar taşın etrafının çevrili olduğu demirlere yapışmış dualar etmekte, ağlamakta. Ayak izinin olduğu bölüme yanaşmak mümkün değil. Orada bulunan bir görevli kadının zorlukla yer açmasıyla ne çektiğimi bilmeden birkaç fotoğraf çekiyorum, biraz bulanık olmakla birlikte ayak izleri görünüyor, mucizenin doğruluğu inananlar için.

Meşhed, Nişabur yolu üzerinde Fakr-ı Davud ve Qademgah ziyaretlerimizden sonra Nişabur’a geliyoruz. Gelme nedenimiz ise Nişabur deyince ilk akla gelen, benim de şiirlerini beğendiğim Ömer Hayyam ve Şair Attar’ın anıt mezarlarını ziyaret…

Meşhed’deki ikinci ve son günümüzde çok kutsal ve önemli bir ziyaretimiz var. Estan-ı Gods Türbesi’ne gideceğiz. 

Estan-ı Gods Türbesi

817 yılında zehirlenerek öldürülen, Hazreti Muhammed’in torunu, 8. Halife İmam Rıza'nın gömüldüğü türbe; Estan-ı Gods (Astan Kuds). Tüm İran ve Şii dünyası için çok kutsal ve önemli. Hiç kuşkusuz İslam ve İran mimarisinin değişik çağlarını yansıtan, İslam sanatının, mimari ve dizayn olarak en güzel, en kapsamlı ve muhteşem örneği. Kaligrafi, çini, alçı işlemeciliği (stuko), ayna işçiliği, ahşap mozaik, kakma ve taş oymacılığının muhteşem karmasını bu mekanda görmek mümkün.

Buraya gelen ziyaretçilerin, turistlerin çoğunluğu hacı olmak için gelen Şiiler. Yani buraya onların Kabe’si de diyebiliriz. Sadece Müslümanların alındığı, farklı işlevlere sahip yapıları barındıran bu mekân, çok sayıda avlulu bahçelerden oluşmakta. Bu binalardan en önemlisi elbette İmam Rıza’nın Türbesi. Saat, Allahverdi’nin Türbesi, Altın Türbe, İslami Bilimler Üniversitesi, kütüphane, bir klinik, iki müze, misafirhane, altın kaplamalı minareler külliyede yer alan binalar…

"Çador" ile İmtihanımız 

İran'a geldiğimizden beri ülke kurallarına uyduk. Normal kıyafetlerimiz ve başörtümüzle dolaştık, ancak bu kutsal alana girmek için biz hanımlar “çador” giymek zorundayız. Yerel rehberimiz sağ olsun bizler için yeni çarşaflar almış, kapıdan da temin edilebilen, herkesin giydiği çarşafları giymeyeceğiz. Otobüste nasıl giyeceğimizi gösteriyor, bu çarşafları giymenin özel bir yöntemi var. Zira çador baştan geçirilerek hem eşarp hem çarşaf olarak bir bütün. Ayrıca eşarp takmamıza gerek yok. Ancak bu kutsal yerde saçlar hiç görünmeyecek. Hava çok sıcak ancak bu “çador”ları giymek zorundayız, hem mekânı merak ediyor hem de bu gezinin bir an önce bitmesini istiyorum, oysa rehberimiz gezimizin 3 saate yakın süreceğini söylüyor. Bizler renkli, desenli çarşaflarımızı giyerken bir yandan birbirimizin hâline gülüyor, bir yandan da hepimizin dudaklarından sanırım aynı dua dökülüyor…

Kadın ve erkeklerin girişleri ayrı kapılardan gerçekleşiyor. Güvenlik kontrolü yapılan kulübede Türk olduğumuzu öğrendiklerinde her yerde olduğu gibi güvenlikteki hanımların yüzünde de bir gülümseme beliriyor; “Hoş gelmişsiniz!” diyerek sevgi gösteriyorlar bize. Üst araması yapıyorlar, yanımıza sadece çok küçük bir para çantası almaya izin var. Fotoğraf makinesi yasak, neyse ki cep telefonundan arada bir fotoğraf çekmek serbest, yoksa gerçekten yazık olurdu burada fotoğraf çekememek. Zira başka türlü burayı anlatmak çok güç. 
 
İçerinin ihtişamını rehberlerimiz yol boyu anlattı, ancak ana kapıdan içeri adım atar atmaz anlatılanlar az bile kalıyor. Şu ana kadarki gezimizin en enteresan, en etkileyici anını yaşıyor ve müthiş bir mekânla karşılaşıyoruz. Farklı işlevleri olan çok sayıda binalar ve çok sayıda avlulu bahçeler ya da meydanlardan oluşmakta. Tamamı 13. yüzyıla ait seramik ve çeşitli süslemelerle kaplı kolonlar, duvarlar, eyvanlar, arkalarda büyük bir altın kaplamalı kubbe ve minareler görünmekte. Meydan o kadar büyük ki bunu mekanın büyüklüğünü çeşitli kapılardan başka başka meydanlara geçerken daha iyi anlıyoruz. Her meydan bir diğerinden büyük, sanki rehbersiz olmasaydı mutlaka kaybolurduk. Sabah erken saatlerde gitmiş olmamıza rağmen inanılmaz bir kalabalık var. Yerlere serilmiş halıların üzerlerinde dua edenler var. Ezan saatini bekleyenlerle yükünü almış gibi görünse de gün içinde bu kalabalığın çok daha artacağı kesin, üstelik günlerden Cuma.

Kutsal Sanduka 

Sıra geliyor "sanduka"nın, İmam Rıza'nın Sandukası’nın bulunduğu türbe ziyaretine. Külliyenin en kutsal, önemli ve kalabalık binasının önüne serilmiş onlarca halının üzeri insan kaynıyor. Ayakkabılarımızı çıkarıyor, galoşlarımızı giyerek, halıların üzerinden yürüyerek türbeye giriyoruz. Aman Tanrım! Anlatılanlar az bile, o ne ihtişam, o ne kalabalık... Yürümek, ilerlemek, hele sandukaya yaklaşmak mümkün değil. Yaklaşmış olanlar etrafındaki demirlere adeta yapışmışlar. Görevlilerin uyarılarını duymuyorlar bile, kendilerinden geçmişler. Hıçkırarak ağlayanlar, dua edenler… Yaklaşamayacağımızı anlayınca bir kenara çekilip duamızı edip çıkalım derken görevli bir bayan bize nereden geldiğimizi soruyor, Türk olduğumuzu öğrenince yüzünde bir gülümseme ile beni takip edin diyor. Kalabalığın arasında ilerlerken elimi tutup bizi merdivenlerden indiriyor. Koridorlardan, birkaç salondan geçiyoruz ve işte sandukanın hemen yanı başındayız. Sanırım sadece bilenlerin geldiği, sandukanın arka tarafından bir bölüm. Biz de orada bulunan ve yine huşu içinde dua eden, sandukanın etrafındaki demir parmaklıklara el sürüp yüzüne süren kadınların yaptıklarını yapıyor ve açıkçası biraz da endişeli geldiğimiz yerlerden dönerek kapıya ulaşıyoruz. Güler yüzlü görevli kadın ellerimizi iki avucuna alıyor ve gülümseyerek, sevgiyle uğurluyor bizi. Bizler de hem mekânın muhteşemliğinden hem orada bulunan halkın davranışlarından hem de gördüğümüz ilgiden etkilenmiş olarak beylerle buluşmak üzere çıkıyoruz mekândan.
 
Ben Mekke, Kâbe ve Medine'yi ziyaret etmiş birisi olarak oradaki kadar etkilendiğimi ve mekânın büyüklüğü olarak çok daha fazla metrekareye sahip olduğunu söyleyebilirim. İhtişama gelince böyle bir mekânı hiçbir yerde görmedim. Gezmekle bitmiyor, oldukça büyük bir alan ve içerideki süslemeler, binalar her türlü sıkıntımıza değecek kadar muhteşemdi. Mimarisinin güzelliği mi, süslemelerin her çeşidinin bir arada bulunması mı, gelen insanların buradaki duygusallığı mı, kutsal bir yer olması mı nedendir bilemiyorum ancak bu mekanda insanı etkileyen enteresan bir atmosfer var.

Kompleks içinde bulunan Halı Müzesi’ni geziyoruz. İran halısı derler ya hep, işte onlardan var.  Pehlevi’nin evi Niavaran Sarayı’nda çok özel halılar görmüştük, buradaki halılar da gerçekten olağanüstü! Kabartmalı desenler, kutsal bina desenleri, renkler ve dokumalar, görmeye değer…

Biz İran’dayken (13-23 Kasım) Muharrem Ayı yaklaşmakta idi ve direklerin çoğunda bulunan siyah bayraklar dikkatimizi çekiyordu. Bu siyah bayraklar ülkece tutulan matemin sembolüymüş. Milyonlarca Şii bu dönemde bu kutsal mekâna geliyor. Türklerin de buraya olan ilgisi ve yoğun ziyaretleri sebebiyle THY Meşhed’e uçuş koymuş. Yerel rehberimizin söylediğine göre İranlılar ve Şiîler, Türkleri Sünnî olarak düşünmüyor ve çok seviyorlarmış. Bunu biz de her yerde hissettik.

Ayrılık Vakti

Gezimiz bitip otobüse biner binmez çadorlardan kurtulup tekrar eşarplı versiyonumuza dönüyoruz :) Rehberimiz bize özel bir İran tatlısı olan koz helva içinde dondurma ikram ediyor. “Çador”ların içinde sıcaktan oldukça bunalmış olan biz hanımlara çok iyi geldi bu dondurma. Ancak o kadar büyük ki bitirmem mümkün değil…

Bu etkileyici ziyaretlerden sonra Meşhed’deki gezilerimizi tamamladık. Öğle yemeğinden sonra havaalanına giderek Şiraz’a uçacağız. Önceki yazımda anlattığım gibi, uçağımız iptal olduğundan dolayı daha erken saatte Tahran aktarmalı olarak uçacağız. Ancak İran havaalanındaki karmaşadan ve bilgisayarlarda çıkan hatalardan dolayı oldukça geç bir saatte varıyoruz Şiraz'a. İran havayollarının iç hat seferi yapan birkaç uçağının yanı sıra birkaç özel havayolu da var. Pilotlar gayet iyi, ancak güvenliğin o kadar iyi olduğunu söyleyemiyorum. Check-in, güvenlik geçişleri, uçağa giden kapı dahil hiçbir kontrolde kimlik istenmedi. Bunun yanı sıra her uçuşta bir güvenlik görevlisi olduğunu düşünüyorum. Kapıda yolcuları karşılayan hosteslerin yanında mutlaka iri yarı, herkese dikkatlice bakan ama personel gibi giyinmiş, daha sonra ne serviste ne başka yerde görünmeyen beyler benim böyle düşünmeme neden oldu. Benimkisi bir varsayım elbette...

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı
nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.