Passau, Almanya’nın güneydoğusunda Bavyera eyaletinin güzel şehirlerinden biri. Passau Avusturya sınırında, Ilz ve Inn nehirlerinin Tuna ile birleştiği bir yarımada üzerine kurulmuş. Bu nedenle “3 nehrin şehri” de deniliyor.
2000 yıllık küçük, sevimli, tarihi bir şehir. 1662 yılında geçirmiş olduğu yangın sonucu şehir İtalyan Barok mimarisi ile yeniden yapılandırılmış. Şehrin nüfusu 50 bin civarında. Passau tarihte Katolikliğin önemli merkezlerinden biriymiş. Şehirde 400 adet kilise olduğundan Passau’ya “Kiliseler Şehri” de deniliyormuş.
739 yılında İrlandalı bir keşiş buraya misyonerlik faaliyetleri yapmak için gelmiş. Regensburg’taki İrlandalı keşiş de Kilian idi (Kilian Regensburg’un azizi olmuş). Buraya gönderilen piskoposlar aynı zamanda yönetimin başı ve bir nevi derebeyilermiş; vergi topladıkları için halk tarafından çok sevilmiyorlarmış ve sık sık isyanlar çıkıyormuş. Bu nedenle piskoposluk merkezlerini tepede korunaklı bir şekilde yapmışlar. Şehirden görkemli bir şekilde görünen Oberhaus kale ve rezidansına zamanımız olmadığından çıkamadık. Çünkü bugün Salzburg ve Göller Bölgesi’ni gezeceğiz.
Gezimize, belediye binasının bulunduğu meydandan başladık. Rathaus eski belediye binasında yer alan camların arasındaki 5 adet piskopos resmi oldukça ilgi çekici görünüyor.
Belediye binası yanındaki saat kulesi 17. asır sonu eklenmiş. Kulenin köşesindeki çizelgede Tuna Nehri’nin taştığı zamanlarda hangi tarihte hangi seviyeye çıktığı gösterilmiş. En yüksek seviyenin bir altında yer alan 03 Haziran 2013 tarihi suyun yükseldiği seviye, bizim bulunduğumuz yerden yaklaşık 2 adam boyu yükseklikte idi. 1501’de ise suyun ulaştığı seviye 15-20 cm daha da yüksek.
Belediye binalarının altında özel günlerde halka alkol derecesi düşük bira dağıtılıyormuş. Bu bira dağıtılan taverna diye tabir ettikleri “Ratskeller” Almanya’da çoğu belediye binasının altında var. Önemli günlerde buradan halka ücretsiz bira dağıtılıyormuş. Rüşvetin bir başka çeşidi…
Belediye binasını gördükten sonra Glass Museum’ın önünden geçerek St. Stephan Katedrali’ne geliyoruz. Barok tarzda yapılmış bembeyaz katedral pasta kremasına benziyordu. Avrupa’nın en büyük kilise orgu bu katedralde imiş. Katedralin önündeki kucağında İsa ile Meryem Ana heykelinin bulunduğu çeşme, bu meydana ayrı bir güzellik katmış. Katedralin sağında barok tarzda yapılmış piskoposluk misafirhanesi, solunda ise rezidans yer alıyor.
Dom Meydanı’nın karşısında tarihi çok eski bir eczane var. Bu eczaneye girip içini fotoğraflayabilirsiniz. Özellikle eski porselen ilaç şişeleri ve binanın tavan kısmı çok güzeldi.
Daha sonra dar sokaklardan geçerek Dom Meydanı’ndan aşağı doğru inip bizi bekleyen otobüslerimizle Salzburg’a doğru yola çıkıyoruz.
Almanya’nın şehir ve kasabaları burada bitiyor. Artık Avusturya’ya geçeceğiz. Almanya benim için pek de keyifli bir seyahat rotası değildi. Tercihlerim arasında son sıralarda yer alıyordu. Daha önce de birkaç büyük şehrini görmüş çok da etkilenmemiştim. Bana soğuk, karanlık, kasvetli, ağır sanayi ve endüstri şehri gibi gelirdi. Sisli puslu, karanlığı çağrıştırıyordu Almanya. Oysaki rengârenk Tuna Nehri kıyısında gördüğüm Alman şehirleri ve kasabaları bu düşüncelerimi 180 derece değiştirdi. Benim gözümde nehir kıyısındaki Alman şehir ve kasabaları mutlaka ama mutlaka görülmeye değer. Gerek sevimli ve rengârenk mimari yapıları, gerek kemer ve köprüleri, gerekse nehir kenarındaki üzüm bağları, kale ve şatoları ile asla unutamayacağım ve mutlaka tavsiye edeceğim çok ama çok güzel bir rota oldu benim için.