Dört Mevsimdir İstanbul

“Şu anda İstanbul’da olmak isterdim.
Mihrabat Korusu’nun dar yollarında seninle
Yan yana, yan yana yürümek…
Bir de martıların kanatlarından seyretmek İstanbul’u” der Özdemir Asaf.

Ben ise her seyahat dönüşü uçağın kanatları ardından kuş bakışı seyrederken İstanbul’u hep aynı duyguya kapılırım: Ben İstanbul’da turist olmak isterdim.

İstanbul’u ilk defa görecek olmak ve ona yapılacak bir seyahatin duygusunu hep çok merak ettim. Ben ziyaret ettiğim şehirlerde tarihi hissetmek istiyorum, doğa güzelliği seyretmek istiyorum ve iştahımı kabartan bir mutfağı olsun istiyorum. Ne sadece biri ne de öteki olsun istiyorum. Açgözlü oluyorum. Hepsi olsun istiyorum. İstanbul benim için bu yüzden her gezginin ağzını sulandıracak bir şehir. Ben de böyle bir şehri ilk defa görecek olmak için heyecanlanmak, ona seyahat etmek isterdim. İstanbul’da turist olmak isterdim.

Türkler Istanbul için ‘taşı toprağı altın’ der. Dört büyük imparatorluğa başkentlik yapmış, onlarca farklı milletten onlarca isim almış, dünya tarihinde yüzlerce yıllık bir çağı kapatıp ‘yeni’ bir çağ açmış İstanbul’un taşı toprağı sahiden de altındır, tarihtir. Tanıklık ettiği binlerce yılda Bizanslılar Konstantinopolis, Romalılar Nova Roma, Araplar El Mahsura, Osmanlılar Dersaadet demiştir. Üstünde yaşayanlar ayrı uzaktan seyredenler ayrı isim vermiştir. Günümüz dünyasında denizleri doldurup şehirler kuran, kurdukları medeniyetleriyle diğer milletlere öncülük eden, teknoloji devi birçok ülkenin bile satın alamayacağı, üretemeyeceği, kuramayacağı belki de tek zenginlik olan bu binlerce yıllık tarih ve kültür birikimi yüzlerce yıl önce Napolyon Bonapart’a ‘Eğer dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.’ dedirtebilmiştir.

Türk şair Cemal Süreya kahvaltı için ‘mutlulukla bir ilgisi olmalı’ der. Zengin çeşidiyle ünlü Türk kahvaltısının yanı sıra, 600 yıllık Osmanlı mutfağının mirasçısı olan Türk mutfağı da başlı başına bir mutluluk kaynağıdır şehirde. Arkasına aldığı Osmanlı mutfağının yanı sıra, ortasında durduğu Avrupa, Asya ve Ortadoğu mutfaklarından da etkilenen Türk mutfağı eşine zor rastlanan çeşit ve lezzetiyle dünyanın belli başlı mutfaklarının başında gelmektedir. Günümüz Türkiye’sindeki yerel bölgelerin yerel mutfaklarının da katkısıyla İstanbul her köşesinde bambaşka lezzetlerin tadılabileceği kozmopolit bir mutfağa sahiptir.

Avrupa’ya kahveyi tanıtan Osmanlı onu tüm dünyadan farklı bir şekilde pişirerek dünya mutfağına ‘Türk kahvesi’ni sunmuştur. Bu yüzden hem kendi tarihinden hem de komşularından getirdiği tatlarla, Türk mutfağı, İstanbul’a gelmek için tek başına bile yeterli bir sebeptir.

‘İstanbul bana hep seni hatırlatıyor. Çünkü onun gözleri de en az senin ki karar yeşil.’ der şair Nurullah Genç, İstanbul’un gözbebeği Boğaziçi için. İstanbul’un orta yeridir Boğaziçi, bazen yeşil bazen mavi. Yarısı Avrupalıdır yarısı Asyalı. İki kıta üstüne kurulmuş en büyük şehirdir dünyada, hem güzeldir hem çok özel. Çok tepelidir İstanbul. Yedi tepe üstüne kurulmuş eski İstanbul bugün daha birçok tepe üstüne uzanmıştır. Hepsinden başka görünür, hepsinden güzel. Dört mevsimdir İstanbul. Baharda erguvan rengi, kışın kar beyazı. Her mevsim ayrı renktir, her mevsimi güzel. *‘Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur. Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur.’

Dünya üstünde çok az şehir var, ziyaretçilerine binlerce yıllık bir tarih, büyüleyici bir güzellik ve geniş bir mutfağı bir arada sunabilen. Bunların en başında kuşkusuz İstanbul geliyor. Ben de İstanbul’u ilk kez gören bir gözün yaşadığı büyülenmeyi yaşamak isterdim. Ben İstanbul’da turist olmayı çok isterdim.

*Necip Fazıl Kısakürek