Polonnaruwa, Sri Lanka’daki en eski yerleşimlerden biri. İlk başkent Anuradhapura iken, 993 senesinde bu kent Rajaraja tarafından tahrip edilince başkent, Polonnaruwa’ya taşınmış. Polonnaruwa da bu dönemde kraliyet residence’ı olarak kullanılıyormuş. Polonnaruwa en parlak dönemini 12. ve 13. yüzyılda yaşamış.
Polonnaruwa Antik Kenti, 1980 senesinde Unesco tarafından koruma altına alınmış. Şu an Unesco Dünya mirasları listesinde yer alan Sri Lanka’daki 5 eserden biri.
12. yy’da burada 7 katlı büyük bir bina bulunuyormuş. Tabii ki şu anda sadece kalıntılar var. O dönemde yerden yüksekliği 33 metreymiş. Şu anda sadece 3 katı görünüyor. Ancak kent çok geniş bir alana kurulmuş.
Bahçede rehberimiz çok değişik bir ağaç gösteriyor. Ortada bir palmiye ağacı, üç farklı ağaç tarafından sarılmış. Birisi banyan, birisi jambo, diğeri ise bao tree dedikleri bir ağaç. Bunun oluşumu ise hayli ilginç, palmiyenin gövdesi tohum bırakılması için hayli müsait ve korunaklı olduğundan kuşların getirdikleri ağaç tohumları buraya yerleşip, ağaç içinden başka bir ağaç oluşuyor. Bu yapıya da “teakus benjamin” deniyormuş.
Saray ayrı, konferans salonu ayrı, havuz ise bunların dışında dizayn edilmiş. Konferans salonu yerden yaklaşık 3 – 4 metre yükseklikte. Bu 3 - 4 metrelik mesafeyi de taştan oymalarla süslemişler. En alt katta fil figürü, 2. katta aslan figürü, en üst üçüncü katta da insan figürü var. Bu da insanların hayvanlardan daha üstün olduğunu simgelemek için yapılmış.
Yine konferans salonuna giren merdivenlerin iki yanına dragon figürü yapılmış. Dragon aslında bilinen bir hayvan değil, diğer hayvanların çeşitli uzuvlarından oluşan bir sembol. Fil burnu, yaban domuzu dişi, timsah ağzı, tavus kuşu yelesi, fare kulağı, aslan pençesi, maymunun gözleri Dragon’u oluşturuyor. Dragon bu hayvanların bahsettiğim uzuvlarından oluşan mistik bir yaratık.
İklimin sıcaklığı nedeniyle konferans salonu taş ile değil, ahşap ile kaplıymış zamanında.
Bu bölgede 12.yy’da Hindu mimarisi ile yapılmış bir Budist tapınağı da bulunuyor. Dışarıdan görüntüsü oldukça sıradan ama sırrı içinde saklı. İçinde eskiden 3 metre yüksekliğinde altın kaplama olan bir Buda heykeli varmış. Gözlerinde de safir taşı varmış. Binanın tepesinde bulunan küçük bir pencereden gelen güneş ışığı tam olarak bu safir taşlara vuruyormuş. Tapınağın iç duvarlarında yer alan kuvartzdan yapılmış heykeller de bu şekilde parlıyormuş. Biz oradayken safir taşının yansımasıyla olmasa da çakmak ateşi ile heykelleri inceledik. Gerçekten pırıl pırıldı. Döneminde buranın çok talep edilen bir tapınak olduğu kesin.
Sri Lanka’nın 4. büyük stupası da burada. Bu stupa da Unesco tarafından koruma altına alınmış. Çoğu bölümü orjinal halini koruyor. Sri Lanka’nın en büyük 3 stupası ise Anuradhapura kentinde yer alıyor.
Daha sonra aynı bölge içindeki devasa kaya tapınağına gidiyoruz. Büyük bir kaya üzerine oyulmuş Buda heykelleri var. Birincisi oturan Buda, meditasyon yaparken resmedilmiş, yaklaşık 4 metre yükseklikte.
Bu arada herhangi bir heykel lotus çiçeğinin içinde resmedilmişse bu kesinlikle Buda imiş. Başka hiçbir tanrı figürü lotus çiçeğinin içinde resmedilmezmiş. Hemen yanında ise Buda’nın yan yatar pozisyondaki oyma heykelleri bulunuyor, uzunluğu yaklaşık 11 metre. İnsanlar çiçekler sunarak tapınıyorlar burada.
Buradan ahşap oymacılığın yapıldığı bir mağazaya gidiyoruz. Kök boyalarla boyanmış yerel masklar, bolca Buda ve fil figürleri yapılmış.
Tüm mask çeşitlerinin bir anlamı var; Gini mask arkadaşlığı, Kobra mask korunmayı, Gara mask şeytandan uzak kalmayı, Gurura mask popülerliği ve gücü, Mayura mask mutluluğu temsil ediyor. 18 Sanini mask ise hastalıktan koruyor.
Ahşaptan yapılmış rengarenk masklardan, hepimiz kendi ihtiyacımıza göre birer ikişer alıp, kendimizi daha güvende ve korunuyor hissederek yolculuğumuza devam ediyoruz.Polonnaruwa'da muhteşem yemekleri ve manzarası nedeniyle tercih edilebilecek Ruins Villa ve Thidas Arana gibi oteller yer alıyor.