Bugün Arnavutluk’ta ikinci günümüz, gezimize Tiran’dan başlıyoruz. Otelimiz Rogner Hotel Tirana’nın da üzerinde bulunduğu Deshmoret e Kombit Bulvarı’nda yürüyüşe geçiyoruz. Burada yürürken rehberimizden bilgiler alıyoruz. Yürürken sağımızda gördüğümüz şu anda boş olan yapı gözümüze çarpıyor ve ne olduğunu soruyoruz, burası Mussolini’nin zamanında yapılmış. Eskiden beyaz mermerden olan yapıda toplantılar, konserler yapılıyormuş Mussolini ölünce mozole olarak kullanılması önerilmiş ancak ailesi istememiş, daha sonra hayatını anlatan bir müze yapmışlar. Şu anda boş duran yapının akıbeti bilinmiyormuş, rehberimiz belki sergi alanı olarak kullanılır belki de konser alanı olur ancak belli değil diyor.
Buradan Castle of Tirana’ya yani Tiran Kalesi’ne giden yola giriyoruz. Oldukça ağaçlıklı olan bu yol Pedonalia olarak geçiyor. Bu yol üzerinde birçok kafe bulunuyor.
Dilerseniz siz de burada bir kahve molası verebilirsiniz. Aynı zamanda yine bu yol üzerinde birçok Tiranlı küçük masalara oturmuş domino ve iskambil kâğıdı oynuyor, ağaçların arasında serinliyor.
Pedonalia’da ilerlerken Tiran Kalesi’nin kalıntılarını görüyoruz, Orta Çağ’da yapılan bu kaleden aslında pek de bir şey kalmamış.
Daha sonra buradaki 1837 tarihli Osmanlı evini görüyoruz. Tiran zamanında bu tarz evler ile doluymuş ancak günümüzde örneklerinden sadece bu ev kalmış. Beyaz boyalı eve giremiyoruz ancak dışarıdan görüyoruz. Bu ev Toptani ailesininmiş. Bu aile zamanının en büyük iş adamlarının ailesiymiş, hatta bir de alışveriş merkezleri var Tiran’da.
Ara sokaklardan devam ederken karşımıza Saat Kulesi çıkıyor, hemen yanında da Balkanların en güzel camisi olarak bilinen Ethem Bey Cami var.
Bütün içinin resim dolu olduğu söyleniyor ancak Arnavutluk’taki görmek istediğim birçok yer gibi burası da restorasyonda. Sadece dışarıdan görebildiğimiz için gerçekten çok üzülerek yolumuza devam ediyoruz ve koskocaman bir meydana geliyoruz: İskender Bey Meydanı. Müthiş geniş bu meydanın etrafında Opera Binası, Endüstri Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı’nın binaları bulunuyor.
Yine bu meydanın tam ortasında bir atlıkarınca var ve tam karşıda da Ulusal Müze bulunuyor.
Ulusal Müze’ye girdiğimizde önce antik çağlardan kalma eserlerin sergilendiği bölüm var. Bu müzeye gitmenizi kesinlikle tavsiye ederim ancak benim önerim çok sıcak bir günde gitmeyin. Müzenin içindeki havalandırma yetersiz ve klima da çalışmıyor. Müzeyi gezerken gerçekten çok zorlandım ancak gitmeye de değer dediğim gibi. Antik Çağ'dan kalma eserlerden sonra yakın tarih belgelerini, silahları görüyoruz ve ikon resimlerin sergilendiği alana geliyoruz. Burayı özellikle tavsiye ediyorum çünkü ikonları yakından inceleme şansını elde ediyorsunuz. Burada fotoğraf çekmek yasak olduğundan size içini gösteremiyorum maalesef. Hızlıca gezip çıktığımız müze sonrası buradaki yerel pazara doğru yol alıyoruz.
Yerel pazar çok güzel, üstü kapalı bu yüzden sıcaktan pek etkilenmiyorsunuz. Meyve, sebze, antika eşyalar, ev eşyaları ve tütünlerin satıldığı pazarda geziyoruz ve hemen karşısındaki kafelerden birine soğuk bir kahve içmek için oturuyoruz, ancak garsonla çok zor anlaşıyoruz :).
Soğuk latte istememize rağmen garson ısrarla bize espresso getiriyor, en sonunda internetten bir soğuk kahve fotoğrafı gösteriyoruz. Sanki on dakikadır “ice latte” demiyormuşuz gibi “ooooo ice latteeee” demiyor mu! Çıldırmamak elde değil :). Garsonumuz sonunda kahvelerimizi getiriyor ve hızlıca içip kalkıyoruz çünkü bugün Arnavutluk’un kuzeyine İşkodra’ya gideceğiz.
Rehberimiz bizi bekleyen arabaya bindiriyor ve bize bir sürprizi olduğunu söylüyor. Ne ola ki? Arnavut böreği! Heyecanımızı tahmin edemezsiniz, bize bir gün önce gerçek Arnavut böreğinin evlerde yapıldığını ve dışarıda yediklerimizde gerçek tadı bulamayacağımızı söylemişti. Bugün İstanbul’a geri döneceğimiz ve böreği yapmak da zahmetli olduğu için maalesef yiyemeyeceğimizden bahsetmişti ancak gecenin geç bir saatinde patronuna bu durumdan bahsetmiş. Patronu da zavallı annesini kaldırıp bize börek yaptırmış. Ama ne börek… Gerçekten yediğim en güzel böreklerden biri. Elde dağılıyor, yemelere doyamıyorsunuz. Maalesef o heyecanla böreğin fotoğrafını çekmeyi unutmuşum ama su böreğine benziyordu.
Tiran’dan 80 kilometre uzaklıktaki İşkodra’ya 1 buçuk saat içinde varıyoruz. Burada bulunan Mrizi i Zanave Acroturizm adlı çiftliğe geliyoruz. Yeşillikler arasından geçerek geldiğimiz bu çiftlik o kadar güzel ki…
Bizi kapıda atlar ve pony’ler karşılıyor. Buraya gelme amacımız Kuzey Arnavutluk’taki en güzel yemekleri yemek, çünkü burası bu bölgedeki en güzel restoranmış. Rezervasyon yaptırmadan gelemeyeceğiniz bu restorana kesinlikle gitmelisiniz. Sırf burası için bile Arnavutluk’ta araba kiralanabilir.
Restoranda her şey organik. Domateslerini kendileri ekiyorlar ve kendileri kurutuyorlar, ballarını kendileri yapıyorlar, yaban mersinlerini kendileri yapıyor ve tavuklarını kendileri yetiştiriyorlar. Bunu ilk yemekler geldiği andan itibaren zaten anlıyorsunuz.
Ortaya önce çeşit çeşit ekmekler, domates ve peynir geliyor. Sonradan zeytin, bıldırcın yumurtası ve Kuzey böreği adı verilen bir börek geliyor. 2 çeşidi olan böreklerden biri balkabaklı diğeri ise ciğerli. Hangisi daha güzel hâlâ karar veremiyorum.
Daha sonra çeşitli peynirler ile kuru etler, mısır koçanının içinde ızgara sebzeler, yaban mersinli makarna ve çeşitli patatesler geliyor. Bir önceki günden alışık olduğumdan hepsinin tadına çok az bakmam gerektiğini biliyorum yoksa ana yemeğe yer kalmayacak :). Daha sonra etler gelmeye başlıyor. Kuzu çevirme, kuzu şiş ve fırında ördek derken artık gözümüz dönüyor.
Nihayet tatlılara geçiyoruz. Kırmızı meyveli cheesecake ve böğürtlen sorbe üstüne creme brulée ile kapanışı yapıyoruz. Yediklerimizi eritmemiz lazım!
Şanslıyız çünkü buna uygun bir yere gidiyoruz: Kruje yani Akçahisar. Virajlı yollardan geldiğimiz Akçahisar, Arnavutluk’un ortasında yer alıyor. Tarihteki önemi de büyük. Tiran’dan otobüsler ile de ulaşabileceğiniz bu küçük şehirde görmeniz gerekenler arasında Kruje Kalesi, İskender Bey Müzesi, Etnografik Müze, Dollma Bektaşi Tekkesi ve Orta Çağ Hamamı yer alıyor. Biz kısıtlı vaktimiz olduğundan bunların hepsini göremedik ancak girdiklerimizden kısaca bahsedeceğim.
Kruje Kalesi, deniz seviyesinden 680 metre yükseklikte bir dağda yer alıyor. Bu yüzden de buraya geliş yolu dediğim gibi virajlı, çünkü aslında dağa çıkıyorsunuz. Günümüzde kalenin kalıntılarının büyük bir kısmını görebiliyorsunuz. Gözetleme kulesi de bunlardan biri. Biz de kalenin içine giriyor ve oldukça kaygan taş yollardan ine çıka gidiyoruz.
Buraya gelecekler için bir önerim var, altı kaymayan ayakkabılar giyin. Ben normal bir spor ayakkabı giydim ve aşınarak artık üstü kayganlaşmış taşlarda 3 kere düşme tehlikesi geçirdim.
Orta Çağ’dan kalma sokaklardan çıkarken 15. yüzyıldan kalma hamamı dışından görüyoruz ve Hacı Mustafa Baba Türbesi’ne varıyoruz. Hemen yanında da Dollma Bektaşi Tekkesi var.
Bunların hemen yanından yukarı çıkınca gözetleme kulesine varıyorsunuz ve buranın en güzel manzarası karşınıza çıkıyor. Sonsuz yeşillik dolu bu manzaradan sonra artık aşağıya inme ve çarşıyı gezme vaktimiz geliyor.
Akçahisar’da bulunan Eski Çarşı’nın tarihi 17. yüzyıla kadar gidiyormuş. Yerliler tarafından Derexhiku olarak bilinen çarşı zamanında 200 dükkâna sahipmiş. Dükkânların kurulmasının ilk olarak kale girişinde başladığı söyleniyor ve zamanla artarak şehrin merkezine doğru çoğaldığı anlatılıyor. Bu dükkânlarda deri işçiliği yapanlar, kasap, berber, terzi, çömlekçi gibi meslekler barınıyormuş. Aynı zamanda ayakkabı, yün eşyalar ve mutfak eşyaları da burada yer alan dükkânlardan alınabiliyormuş. Günümüzde burada civar bölgelerden toplanan antika eşyaları, geleneksel kıyafetleri, magnet gibi hediyelik eşyaları bulabilirsiniz.
Buradan Tiran Havalimanı'na gidip Türk Hava Yolları'nın 20.55'teki uçağına binerek İstanbul'a dönüyoruz.