Brugge'da Tatil

UIA hava yolları ile Ankara’ dan Kiev’e 2 saat 5 dakikada uçtuk, 3 saatlik bir bekleyişin ardından Kiev’ den Brüksel’e uçtuk. Uçuş 3 saat sürdü. UIA hava yollarında yeme içme paralı olduğundan ben de uçak biletini yemeksiz aldığımdan toplam 5 saatlik uçuşta bir bardak su ikramı dahi olmadı, THY’nin aksine. Bu arada Esenboğa Hava Limanı'nda check-in sırasına girmeden önce, yurt dışı çıkış harç pulu ödedik.

Brüksel’e indiğimizde pasaport kontrolünden geçerken; “niçin geldiniz”, “kaç gece kalacaksınız”, “nerede kalacaksınız”, “otel rezervasyonunuzu gösterir misiniz”, “dönüş biletinizi gösterebilir misiniz” gibi sorularla karşılaştık. Bütün bilet çıktıları ve otel rezervasyon çıktıları bir dosya içinde elimde olduğundan kolaylıkla kontrolden geçtik. 

Brüksel’den Brugge’e tren ile seyahat etmeyi tercih ettik. Havaalanında iniş yaptığımız perondan iki kat aşağı inerek bindiğimiz tren Ghent’te aktarma yaparak Brugge’a vardı ve kişi başı 21,30 Euro verdik.

İndiğimizde garın olduğu yerde bir festival vardı ancak yorgunluktan ve otele gidip bir an evvel valizleri bırakma isteğimizden festival alanında gezemedik. Ertesi gün gittiğimizde yerinde yeller esiyordu. Otele gidiş yolu, gerçekten önceden yorumlarda okuduğum gibi çağlar arası yolculuk yapıp Orta Çağ'a seyahat ediliyor gibiydi. Booking’ den rezervasyonunu yaptığım Hotel Notre Dame’da 3 gecesi 252 Euro’ ya kaldık. Lady Church’e aşırı yakın olan otelimiz, Markt’a maksimum 15 dakika yürüme mesafesindeydi. Uzun sürmesinin sebebi de çikolata dükkanlarının vitrinlerine dalmamız oluyordu.

Otelimiz aile işletmesi olup, çok sıcak samimi bir ortama sahipti. Apartman dairelerinden bozma olması belki de o sıcaklığı sağlıyordu. Brugge’da otel ücretinin dışında bir de gecelik kişi başı 2,12 Euro şehir vergisi geliyor. Çok ilginç geldi uygulama... Zaten Brugge galiba diğer Avrupa ülkelerine göre açık ara fark ile pahalı bir şehir. Yarım litre suyu dükkanlarda 1,5 Euro’ya alıyorsunuz. Otelin bitişiğindeki çikolata dükkanı da otelin sahiplerine aitti. Adı The Old Chocolate House olan çikolata dükkanından aldığım çikolatalar çok lezzetliydi. 100 gramını 5,12 Euro’ ya aldım. Çikolatanın kilosunu 20 Euro’ya satan çokça dükkan da bulunmakta ve onlar da gayet lezzetli. Çikolatadan yapmadıkları şey yok...

İlk gittiğimiz gün otele eşyaları attıktan sonra sokakları, Markt’ı ve Burg Meydanı'nı keşfettik... Burg Meydanı'ndaki Tompouce isimli mekanda yemek yerken bir yandan da meydandaki binaların geçmişten bugüne kadar bozulmadan orijinalliğini koruyarak bugüne gelişi hayranlık uyandırıcı idi... Midyesi ve patates kızartması meşhur olan Brugge’da Burggraaf Menu isimli (34,50 Euro) bir menü seçtik. Brugge’daki ikinci günümüz otelin kahvaltısı ile başladı. Omlet servisli mütevazi kahvaltımızın Türk kahvaltılarından tek farkı zeytin olmayışı diyebilirim. Ardından otele yakın olan Jerry’s Cigar Bar’da oturup meydanın dinginliğinde faytonların sakin sakin geçişini izleyerek The Old Chocolate House’dan aldığım çikolataları atıştırdım.

Ardından Belfry’a (Belfort Kulesi) doğru yola çıktık, yaklaşık 30 dakikalık sıra beklemenin ardından 366 basamaklı ünlü kulenin basamaklarından yukarı tırmandık. Dümdüz bir coğrafyaya sahip Brugge’a tepeden bakmanın zevkine vardık... Belfry’e girerken solda bir resim sergisi vardı, onu da gezme fırsatı bulduk. Sonrasında Markt’taki seyyar patates kızartması satan yerlerden birinden Brugge’un ünlü patates kızartmalarından aldık. Gerçekten lezzetliydi. Değişik sos önerileri sunan mekandan özel sos seçtik. Yanlış hatırlamıyorsam medium seçeneği 3,5 Euro idi. Small ve large seçenekleri de sunuluyor.

Bir sonraki istikamet Belfry’in çok yakınındaki Breidelstraat üzerinde olan bira müzesine  gitmek oldu. Eğer müzeyi gezdikten sonra barında 3 adet bira tatmak istiyorsanız farklı bir ücret (galiba 12 Euro idi), eğer tatmak istemiyorsanız farklı bir ücret ödüyorsunuz. Aynı zamanda barından ve mağazasından faydalanmak için müzeyi gezme zorunluluğunuz yok. Müşteri gibi gidip bara oturup 5 adet tadımı 10 Euro’ya alabiliyorsunuz. Yüksek tavanı ve hoş müziği ile ferah bir mekan, ayrıca pencerelerinden Markt da görünüyor.

Müzeye girişte bir tablet ve kulaklık veriliyor. Duvardaki objelerin üzerine tablet tutulduğunda dinleme, okuma ve resimlere bakma seçenekleri sunuluyor. Dinletiler biranın tarihi ile başlıyor. Daha sonra biranın yapım aşamalarının da detaylı anlatıldığı video seçenekleri mevcut. Bira tadım barında tablet ve kulaklık teslim ediliyor.

Daha sonra bir önceki gün gördüğümüz gardaki festivali görmek umuduyla gara yürüdük. Yürüyüş yolumuz üzerindeki Minnewater’da biraz soluklandık. Ancak gara vardığımızda festival alanının toplandığını görüp tekrar Markt’a dönme kararı aldık. Yürümek yerine şehir içi ulaşımda kullanılan otobüslere binmek istedik. Kişi başı 3 Euro’ya üzerinde Centrum yazan 13 numaralı otobüse bindik. Ancak 13 direkt Markt’ a değil de şoförün de dediği gibi yakınına gidiyordu. Otobüs ile şehri biraz daha geniş bir çember çizerek gezmiş olduk ve biraz daha yürümüş olduk.

Yürüyüş yolumuz üzerinde yeni yollar da keşfettik. Dar sokaklarda insan kaybolmak istiyor. Gürültüsüz sakin bir şekilde çağlar arasında yolculuk yapma hissi çok güzel. Ve sıra tekne turundaydı. Tekne ile yaklaşık 15 dakikalık bir tur attık. Kaptan çok eğlenceli çıktı. Espri üzerine espri patlatıyordu. Ben çat pat İngilizcemle zor anlıyordum ama eşim dahil tekne kıkır kıkırdı. Teknede önce İngilizce rehberlik, İngilizce bilmeyen Fransızlar için daha sonra da Fransızca rehberlik yapıldı. Tekne turunu kesinlikle tavsiye ediyorum. Kuğuların yanından usulca geçmek çok güzel bir duyguydu. Evlerin büyüsüne kapılmamak elde değil.

Tekne turundan çıkıp Wollestraat üzerindeki Riva Del Sole isimli İtalyan lokantasında Mozarella peynirli pizza yedik. Tadı çok güzeldi. Tanesi 12 Euro.

Ertesi gün hava çok kapalıydı. Otelde mütevazi kahvaltımızı yapıp Lady Church Kilisesi'ne giderek güne başladık. Alanı geniş olmasına rağmen ziyarete açılan kısım oldukça küçük. Michalengo’nun eserine uzak bir mesafeden bakılabiliyor. İçinin böylesine korunmuş olup yapının orijinal hali ile sergileniyor olması hayranlık uyandırıcı. Bahçesinde dolaşmak da çok keyifli. Özellikle bahçesinde, kanal üzerinde küçük bir taş köprü var. Fotoğraf çekecekler için ideal bir manzara sunuyor. Ayrıca bu yol sizi Groeninge Museum’a götürür, sanat severler için görülmesi gereken müzelerden biri. Ben girmedim ama.

Lady Church Kilisesi'nin tam karşısında Saint John’s Hospital Museum bulunmakta. Hastaneden müzeye dönüştürülen mekan turistlerin uğrak yerlerinden. Ardından Jerry’s Cigar Bar’da Kwak biramızı içtik. Çikolata müzesine (Choco-Story) gitmeye karar verdik. Kakaonun tarihinden başlayıp çikolatanın yapım aşamaları ile devam edip çikolatanın tüm tarihini gezerek görebiliyorsunuz. Aynı zamanda gezi sonrasında çikolata yapılışı bir workshop ile gösteriliyor ve ikram da ediliyor. Müzeye girerken de biletler ile birlikte birer tane de tablet çikolata hediye ediliyor.

Çikolata mağazasının alış veriş yerinden de çikolata alabiliyorsunuz. Ayrıca denemek isteyenler için çikolatalı bira da satılıyor. Daha sonra şehrin yeni sokaklarında keşfe devam ettik. Her köşesi ayrı güzel ve dikkat çekici.

Brugge’e gidip de waffle yememek olmaz. Waffle’ımızı da afiyetle yedik. Onun fiyatına dikkat etmedim. Brugge’de zaman yolculuğu yapmış gibi üç gece geçirdikten sonra önce tren ile Brugge’den Brüksel Havaalanı'na geçtik ardından THY ile eve döndük. Gidecekler için hoş vakit geçirme garantisi yer olan Brugge için tek eleştirim diğer Avrupa şehirlerinden daha pahalı olması.

Bol bol gezmeniz ve yeni yerler keşfetmeniz dileklerimle... 

#Makedonyadan yazılar alanında göster
Kapalı