Bursa’nın Nilüfer ilçesinde yer alan Gölyazı, Bursa merkezin 45 km kadar batısında, Mudanya’nın ise 45 km kadar güney batısında yer alan Uluabat Gölü’nün içine doğru uzanan ufacık bir yarımada. Adanın etrafını rahatlıkla 15 dakikada yürüyebiliyorsunuz. Ama hadi gelin, hemen adaya girmeyelim!
Önce arabamızı park edelim ve ada bölümüne geçmeden yolun solunda tüm ihtişamıyla kendini belli eden Aziz Panteleimon Kilisesi’ni gezelim. 19. yüzyıl sonlarına tarihlenen Aziz Panteleimon Kilisesi, Anadolu Rum Ortodoks kiliselerinin en özel ve özgün örnekleri arasında yerini almış.
Aziz Panteleimon Kilisesi mübadeleye kadar ibadete açıkmış. Sonrasında farklı amaçlar için kullanılmış olsa da daha sonra belediye tarafından restore edilmiş ve kültür evi olarak hizmete açılmış. Günümüzde kültür evi olarak hizmet veren kilisenin içinde kalıcı bir fotoğraf sergisi ile kilisenin tarihi fotoğrafları sergileniyor.
Kilise sonrası yarımadaya doğru yürümeye başlıyoruz. Gölyazı’yı hafta sonu ziyaret ettiğimiz için etraf oldukça kalabalık. Sağlı sollu dondurmacılar, mısır satanlar, incik boncukçular, yöresel ürün tezgahları… Güzel güzel olmasına ama biraz daha düzen olsa hem gelen turist için hem de burada yaşayan yöre halkı için buradaki turizm deneyimi daha konforlu hale gelebilir. Özellikle hafta sonları burada araba park etmek bile biraz problemli.
Biraz devam etikten sonra yarımadanın hemen girişinde yer alan Ağlayan Çınar’ı görüyoruz. Bu çınar Bursa Merkezdeki o devasa İnkaya Çınarından bile daha yaşlı, 750 yaşlarında olduğu tahmin ediliyor. Peki adı neden Ağlayan Çınar? Öyle değil mi, mutlaka ardında bir hikayesi olmalı!
Ağlayan Çınar ve Hikayesi: Mehmet ile Eleni’nin Aşkı
Eski adıyla Apolyont olan bu köyde birbirine sevdalı 2 genç yaşarmış; Türk olan Mehmet ve Rum olan Eleni. Sürekli bu çınar ağacının oyuğunda buluşurlarmış. Ancak Kurtuluş Savaşı döneminde Rum köyleri boşaltılarak buralara Türkler yerleştirilmeye başlanmış. İşte tam da bu sırada Mehmet Eleni’nin abisini görmüş ve Eleni’yi aradığını söylemiş. Ama abileri Eleni’yi unutması gerektiğini, Eleni’nin çoktan yola çıktığını ve buraları terk ettiğini söylemişler. Ancak Mehmet direnmiş, eleni’yi görme konusunda ısrarını dile getirmiş ve sonunda abi ile kavgaya tutuşmuş. Eleni’nin abisi Yorgi de oracıkta Mehmet’i bıçaklamış. Bunu haber alan Eleni’nin arkadaşlarından biri haberi koşup Eleni’ye ulaştırmış. Eleni de konvoydan ayrılıp Mehmet’in yanına koşmuş. Ama bir bakmış ki Mehmet kanlar içinde ağacın oyuğunda yatıyor, çoktan ölmüş. Eleni de bu acıya dayanamayıp orada intihar etmiş. O zamandan beri de bu çınar “Ağlayan Çınar” olarak anılır olmuş.
Çınara adını veren kişi ise biyolog Mehmet Okatan. Ağacın girişinde bir de tabela var. Tabelanın üzerindeki yazı aslında bir nevi ağacı anlatıyor, bir nevi de size bahsettiğim hüzünlü aşk hikayesine bir gönderme yapıyor.
“Tarihin verdiği yorgunluktan yan yatmış bir ulu çınar… Lakin yaşamaktan umudunu kesmemiş. Uzanmış öylesine bağrı yanık, yaprakları hüzün… İçi kan ağlarcasına savaşlara, acılara, kara sevdalara, tercüman olurcasına; ardında sevgi bahçesi açmayan bir gonca gül. Önünde oluk oluk gözyaşlarının eseri koca bir göl.”
Gölyazı’nın Kısa Tarihi ve Hikayesi
Günümüzde sit alanı olarak koruma altında olan Gölyazı, Bursa Nilüfer ilçesinin favori noktalarından birisi.
Apollon Krallığı’nın başkenti olan bu yerleşimin üzerinde bulunduğu Uluabat Gölü’nün tarihteki adı ise Apolyont. İşte bu gölün üzerindeki adacığı görünce etkilenmemek mümkün değil. Bundan dolayı olsa gerek Gölyazı ile ilgili bir efsane de var.
Bugünkü Mustafakemalpaşa’nın olduğu yerdeki Melde Kralı, Apollonya kralının güzel kızını oğluna ister. Ancak kızın bu işe pek gönlü yoktur. Apollonya Kralı bu duruma çözüm bulmak için bir tepe üzerinde saray yaptırıp kızını oraya saklar. Melde Kralı bu duruma çok kızar ve Apollonya’yı cezalandırmak için Odryses Çayı’nın yolunu değiştirir ve Apollonya kenti sular altında kalır. Kralın kızı da babasının kendisi için yaptırdığı ve sular basınca adaya dönüşen sarayda mahsur kalır. Bu aşk hikayesinin bir sonucu olarak da Gölyazı oluşmuş olur.
Uluabat Gölü’nde Sandal Gezisi
Gölyazı’ya gelenlerin belki de en fazla yaptığı aktivite sandal turu. Ağlayan Çınar’ı geçtiğiniz gibi sıra sıra dizilmiş sandalları göreceksiniz. Hatta Ağlayan Çınar’ın yanı başında büyükçe bir sandal gezisi panosu göreceksiniz.
Bu sandallarla Uluabat Gölü’nde ister sadece Gölyazı çevresinde isterseniz de Uluabat Gölü içerisinde diğer adaları da kapsayan bir tur yapabiliyorsunuz. Göl içinde irili ufaklı toplam 11 adacık var. Tabii turlar hepsine gitmiyor, sadece yakın olan birkaç tanesine uğruyor.
Buraya gelenle daha çok klasik turu satın alıyor. Yani Gölyazı çevresi, mevsimine (Mayıs- Kasım dönemi) göre nilüferlerin yoğunlaştığı bölge ve üzerinde manastır kalıntıları olan ada. Ama bu adanın üzerine çıkmak yasak. Daha doğrusu defineciler yüzünden yasaklanmış.
Bu arada biraz daha lüks bir seyahat isterseniz sandalların hemen yanı başından kalkan bir de Saltanat kayıkları var.
Gölyazı’da kahvaltı, vaktiniz mi kısıtlı o zaman çay
Gölyazı’da pek çok kafe ve restoranda serpme kahvaltı bulmak mümkün. Ama göl kenarında gözleme de güzel bir kahvaltı alternatifi olabilir.
Teknelerin bulunduğu noktadan ada bölümüne geçtiğiniz gibi sağda minik bir kafe var. Burası hem tam adanın girişinde hem de manzaraya hakim. Burada oturup ada etrafında turlamadan önce bir çay içip gelip geçen tekneleri keyifle izleyebilirsiniz.
Burada otururken Gölyazı’nın etrafının çok fazla sazlarla kaplı olduğunu farkettik ve rehberimize sorduk. Evet, Gölyazı’nın çevresi sazlarla kaplı ama bu sazlar özellikle temizlenmiyormuş. Çünkü sazlar kesilip bu bölge sazlardan temizlenirse, bu kez de bu bölgeye gelen kuşlar gelmemeye başlıyor ve ekosistem olumsuz etkileniyormuş. O nedenle de sazlara dokunmuyorlar.
Bu bölgeye gelen kuş türleri arasında leylekler de var. Uluabat Gölü leyleklerin göç noktasında olduğu için göl çevresindeki elektrik direkleri üzerinde falan leylek görebilirsiniz. Ama asıl leylek cenneti gölün başka tarafında kalan Gölyazı’ya 6 km mesafedeki Eskikaraağaç Köyü. Burası Avrupa’nın 11., Türkiye’nin ise ilk ve tek Leylek Köyü. Burasıyla ilgili detaylı bilgiyi “Türkiye’nin ilk ve tek leylek köyü: Eskikaraağaç” yazımda bulabilirsiniz.
Gölyazı Sokaklarında Turlamaca
Ada eski bir Rum yerleşimi olduğundan sokaklarda dolaşırken 250 senelik eski Rum evlerine rastlıyorsunuz. Ancak hemen yanı başında başka bir tane betonarme ev var. Doku aslında zamanında olduğu gibi korunabilseymiş burası efsane bir yer olurmuş. Ancak bu haliyle de oldukça etkileyici. Özellikle de adada yaşayan halkı yaşam biçimine tanıklık etmeye biraz onlarla sohbet etmeye başlayınca daha da keyifli bir hal alıyor.
Evin kapısı önünde yere oturmuş ağ ören 3 tane teyze görünce hemen izin istiyorum, fotoğraf çekmek için ama alamıyorum. Cevap “Bizim adamlara ne diycez, yok sen çekme bizi” Bunun üzerine saygı göstermekten başka yapacak birşey yok. Ama burada bana anlatıyorlar detaylı detaylı. Meğerse Gölyazı’da erkeklerin balığa çıktığı gibi kadınlar da çıkarmış. Yani balıkçılık burada herkesin işi.
Uluabat Gölü’nde en çok turna ve yayın balığı çıkıyormuş. Aynı zamanda organik maddeler açısından zengin olduğundan kerevit de bolca çıkıyormuş ancak son dönemde azalmış. Uluabat Gölü başlı başına bir doğal zenginlik. Biyolojik üretim gücü nedeniyle ‘ötrofik göl’ deniyor buraya. Yani bol gıda üretebilen, verimli bir habitat. Bitki ve hayvan türleri açısından Türkiye’nin en zengin gölü durumunda.
Neredeyse her gün saat 11:00 civarı balıktan dönen tekneler adanın girişinde yani çay içmenizi önerdiğim yerde toplanır, tuttukları balıkları satarlarmış. Balıkçıların sabahın erken saatlerinde balığa çıkması ve sonrasında geri dönüp bunları satma aşamaları özellikle son senelerde fotoğrafçılar tarafından çok ilgi görmeye başlamış ve pek çok fotoğraf kulübü bu bölgeye hem gün doğumunu hem de balıkçıları fotoğraflamak için gelmeye başlamış.
Fotoğrafçılar bu bölgeye akın ettiğinden gün doğumunun nefis fotoğraf verdiğine eminim ama bence gün batımında da adanın çevresinden Gölün manzarası ve uzakta süzülen sandallar yine oldukça hoş görüntü veriyor.
Ada çevresinde turlarken bu kez de balık ağlarını onaran bir bey görüyorum. Hemen aldığım bilgiyi teyid için soruyorum: “Eee sizin buralarda hanımlar balığa çıkıyormuş” Bana verdiği cevap çok hoşuma gitti: “Tabii ya hanım da, çıkar, ben de çıkarım. O benim, ben de onun hayat arkadaşıyım. Bu da bizim ekmek teknesi. Naapcaz ki? Bi biz varız. Birbirimize iyi bakacağız”
Günbatımı manzarası için Zambak Tepe
Bence günbatımının Gölyazı’da izlenebileceği 2 güzel nokta var: birincisi Uluabat Gölü kenarı, ikincisi de burası yani Gölyazı ve Uluabat Gölü’ne hakim konumdaki Zambak Tepe. Biz de bu tepeye aslında tam zamanında çıktık. Ancak güneş adanın ilerisinden ya da direkt denize batmıyordu. Adadan biraz daha uzak bir alanda battığı için öyle süper bir manzara biz yakalayamadık. Ama biliyorsunuz ki bu yılın her dönemi değişir. Biz gittiğimizde Ağustos başıydı. Ancak güneş tam batarken oluşturduğu renkler göz kamaştırıcıydı.
Gelelim tepenin adına. Zamanında bu bölgede büyük bir Rum mezarlığı varmış. Rumlar da biri ölüp defnedildiğinde mezar başına zambak dikerlermiş. İşte o nedenle yıllar boyu bu tepenin ası Zambak Tepe olarak kalmış.
Dönerken yolda uzaktan da olsa eski bir amfi tiyatronun kalıntılarını görüyoruz. Ancak sanırım burada halen kazı çalışmaları devam ettiği için zaten yakınına gidilmiyor.
Gelelim sorumuza... Sizce Gölyazı nereye benziyor?
Gölyazı’yı nereye benzettiniz? Biz biraz Hırvatistan’daki Primosten’e, biraz Bulgaristan’daki Nessebar’a benzettik. Ama siz de fikirlerinizi aşağıdaki yorum alanına yazarsanız çok mutlu oluruz. Bakalım başka nereler çıkacak?