"Sana atlaslar, haritalar gösterecekler. Adına sınır dedikleri bazı çizgilerle
çevrildiğini göreceksin yaşadığın yerlerin. Bütün bunlar kurmaca.
Gerçekte tüm yeryüzü Allah'ındır ve gerçekte yürüyebildiğin kadar senindir tüm coğrafyalar."
Yazar böyle diyordu ve coğrafyanın kadere dönüştüğü bu toprakları olabildiğince gezmek ve bu muhteşem toprakların hikayesini fotoğraflamak her zaman bana mutluluk verdi. Bu yazıda sizlere dördüncü kez ziyaret ettiğim Gölyazı'yı anlatacağım.
1890’larda İstanbul ve Bursa’da dolaşan Fransız gezgin Vital Cuinet de “Asya Türkiye’si” adlı yapıtında 19. yüzyılda Gölyazı’daki balıkçılık faaliyetlerine ilişkin ayrıntılı notlar aktarır: “… Kuzeybatıdan güneydoğuya uzunluğu 24 kilometre, genişliği 13 kilometredir. Orhançay ve Simav Nehri sayesinde büyük gemilere açık gölün Marmara Denizi’ne uzaklığı 28 kilometredir. Bu göl, ana uğraşları balıkçılık olan çok sayıda küçük yelkenli gemiler ve kürekli sandallarla doludur. Gölde bolca bulunan yumuşak etli, lezzetli balıklar Bursa, İstanbul ve Avrupa yakasındaki Türk kentlerinin pazarlarında çok aranır. Bu balıklar arasında turna balığından başka, sazan, yanında yayın gibi çok tanınmış bir çeşit balık, ağzının tadını bilenler içindir.” diye anlatır, Gölyazı’yı.
Bursa-İzmir kara yolunun 35. kilometresindeki Gölyazı ayrımından güneye dönerek zeytin ağaçları arasından ilerleyen 7 kilometrelik bir yolla ulaşılan Gölyazı'nın antik dönemlerdeki adı Apollonia ad Rhyndacum'dur.
Mübadele öncesi ve sonrasıyla Gölyazı
Mübadelen önce Rumların da yaşadığı Gölyazı, mübadele ile sadece Türk nüfusun yaşadığı bir kasaba haline dönmüş. Gölyazı'da aracınızı köyün girişine park etmeniz gerekiyor. Köy içi araç trafiğine kapalı, aracı park ettikten sonra ilk karşınıza çıkacak yer yolun sağındaki kilisedir. Gölyazı Aziz Panteleimon (bazı kaynaklara göre Hagias Georgias) Kilisesi Anadolu Rum Ortodoks kiliselerinin önemli ve özgün örneklerindendir. Kaynaklar, eskiden köyde üç kilisenin bulunduğunu ve asıl kilisenin Aziz Georgios’a ithaf edildiğini anlatır. Yapım tarihi ile ilgili bazı kaynaklar 19. yüzyıl sonunu işaret etse de; kilisenin restorasyon çalışmaları sırasında ortaya çıkan 1903 ibaresi; büyük olasılıkla kilisenin bitiş tarihini gösterir. Mübadeleye kadar ibadet mekânı olarak kullanılan kilise günümüzde aslına uygun olarak onarılarak Gölyazı Kültür Evi olarak hizmet vermektedir.
Gölyazı'nın göz bebeği: Ağlayan Çınar
Kiliseden sonra adanın kara ile bağlantısının sağlandığı köprüye girmeden Ağlayan Çınar’ı fotoğraflıyoruz. “Tarihin verdiği yorgunlukla yan yatmış ulu bir çınar… Lakin yaşamaktan umudunu kesmemiş. Uzanmış öylesine bağrı yanık, yaprakları hüzün… İçi kan ağlarcasına, savaşlara, acılara, kara sevdalara tercüman olurcasına; ardında sevgi bahçesi, açamayan gonca bir gül. Önünde, oluk oluk gözyaşlarının eseri koca bir göl…” “Ağlayan Çınar’ın isim babası biyolog Mehmet Okatan, yedi asır altı satır dediği çınarın altındaki mermer levhada yazan bu şiirle özetlemiş onun hikâyesini. Gövdesinde bir aşk yemini taşıyan, ölümsüz bir aşkın yaşlı şahidi ulu çınar; mistik havası ve mitolojik efsaneleriyle bilinen Gölyazı’nın göz bebeği…
Balıkçılık köyün ana geçim kaynaklarından birisi, gölün yayın ve turna balığı meşhur. Bütün yöresel yiyecek işletmelerinde balık menülerine rastlayabilirsiniz köy içinde. Meydanın solunda yer alan hamamı, mübadeleden önce perşembe ve cuma günleri Müslümanlar, cumartesi ve pazar günleri ise Gayrimüslimler gelip kullanırmış. Hamam şu an özel işletme olarak kafe hizmeti veriyor.
İriliği ve lezzetiyle bilinen Napolyon kirazı, aslında Napolyon değil Apolyont kirazı olarak söylenmesi gereken meyvedir. Bu iri ve lezzetli kirazlar eski adı Apollion veya Apolyont olan Uluabat Gölü’nün çevresinde yetiştirildiğinden dolayı “Apolyon” ismiyle tanınmasını sağlamıştır. Zamanla bu isim duyum ve söylenişindeki yanlışlar ile günümüzde herkesin tanıdığı Fransız devlet adamı Napolyon’un ismine evrilmiş.
Gölyazı’da kadınlar balıkçılık dâhil yaşamın her alanında etkinler. Balık ağı ören teyzelerin gün batımına yakın fotoğraflarını çekebilirsiniz. Biz hem köylü teyzeleri fotoğraflarken kıyıda boş sandalları kadrajımıza aldık. Adanın etrafını yürüyerek dolaştık. İsteyenler sandalla göl turu da atabilir. Ayrıca Nilüfer Belediyesi’nce restore edilen yel değirmeni de görülmeye değer.
Manzara için Zambak Tepe
Tarihî kiliseden sonra hemen sağda bir yol tarihî amfi tiyatroya ve köyün tarihî adasını yukarıdan gören Zambak Tepe’ye çıkıyor. Biz Zambak Tepe'den köyün görünümünü akşam saatlerinde çekiyoruz, gerçekten hafif esen rüzgâr ve sessizlikle beraber Gölyazı'nın gece manzarası da seyretmeye değer. Zambak Tepe’nin adı Rumların mezar başlarına zambak dikmesinden geliyormuş. Göçmek bazen gereklilik ama insani boyutu da bir hayli acıklı aslında mübadeleyle birlikte Rumlar ile Türklerin karşılıklı yer değiştirmesiyle birçok hatıralar anılarda ve mezar taşlarında kalmışa benziyor.
Gölyazı yarım günde gezilebilecek seviyede sakin, doğal güzelliği tarihî esintilerle harmanlanmış güzel bir köy. Köydeki hemen hemen bütün işletmeler aile işletmesi şeklinde. Biz yemek için İncirli Bahçe’de mola verdik. Gözleme ve çayını öneririz fiyatlarda gayet makul seviyelerde.
Anadolu’daki köylerin turizme açılmasıyla birlikte kapitalizm köylülerin birçoğuna sirayet etmiş, burada sağ olsun mekân sahipleri oturur oturmaz incirlerden ve üzümlerden istediğimiz kadar kendi ellerimizle toplayıp tadabileceğimizi söylediler, hâlâ böyle güzel Anadolu insanlarını görmek ayrıca mutlu etti bizleri gezimizde. Aynı köyde farklı bir işletmeye gittiğimizde bir bardak çay yerine mutlaka demlik almamız gerektiği söylendi çok garipsedik açıkçası ve oturmadan kalktık. Zira mekânları güzelleştiren insanların ta kendileridir.
İl dışından gelen ziyaretçiler için yarım gün Gölyazı için yeterli bir vakit, alternatif olarak Mudanya, Trilye veyahut daha yakın bir lokasyon olan Karaağaç köyü de gezi planına eklenebilir.