Klasik Müziğin Başkenti: Viyana

Avusturya tarihi M.Ö. 7. yüzyıla dayanıyor. Burada yüzyıllar boyunca Habsburg Hanedanlığı hüküm sürmüş. 1618-1648 yılları arasında Avrupa’daki 30 yıl süren din savaşlarında Habsburglular Katoliklerin yanında yer almış ve bu savaşlar sırasında Avusturya büyük zararlar görmüş. 1679’daki veba salgını ve 1683’teki II. Osmanlı Kuşatması da ülkeyi olumsuz yönde etkilemiş. I. Dünya Savaşı sırasında ülke, nüfusunun dörtte birini kaybetmiş. 
Avusturya’nın başkenti Viyana aynı zamanda sanat, kültür ve müziğin de başkenti ve işte tam da bu nedenle Viyana’ya geldiğimiz gibi ilk işimiz klasik müzik konserine gitmek oldu. Viyana’da dört dörtlük muhteşem bir konser izlemek isterseniz, 3-4 ay önceden rezervasyonunuzu yaptırmanız gerekiyor. Ama bizim gibi hem Viyana’yı göreyim hem de bir konsere gideyim deyip günlük olarak karar verirseniz; turistler için yine eski saraylar içinde verilen turistik konserlere gidebilme şansınız var. Biz rehberimize gitmek istediğimizi birkaç gün önce bildirmiştik. Her ne kadar muhteşem bir sarayda mükemmel bir konser değilse de yine de çok memnun kaldık.
 
Ertesi sabah kahvaltı sonrası bir taksi ile Ringstrasse’deki Neues Rathaus’un önüne geliyoruz. Ancak yolda gelirken rengârenk boyanmış bir kule ve etrafında yine rengârenk boyalı binalar ilgimizi çekiyor ve buranın çöp yakma fabrikası olduğunu öğreniyoruz. Araba ile geçerken çok net çekemedim ama yine de bir fikir verir sanırım.

Burada Viyana’daki yeşil enerjiden bahsetmeden geçemeyeceğim. Viyana’da çöpler ayrı ayrı toplanıp; işleme, ayrıştırma ve yakma merkezlerine geliyor. Bu toplanan çöpler kentin ısınması, toprağın gübrelenmesi ve sanayiye hammadde olarak geri dönüştürülmede kullanılıyor. Viyana’daki evlerin üçte biri sıcak su sistemi ile ısıtılıyor. Yanan çöplerin ısıttığı su, tüm şehirde dolaştırılarak ısınmayı sağlıyor. İkinci bir diğer sistemde ise temiz su ısıtılarak evlere dağıtılıyor. Şehirde 4 adet yakma merkezi varmış. Bunlardan 3’ünde normal çöp, 1 tanesinde ise hastane ve sanayi atıkları yakılıyormuş.
 
Yeşil teknoloji her alanda ustaca kullanılıyor. Yeni yapılan evlerde ise çok iyi yalıtım yapılan binayı özel bir sistemle ısıtıyorlar. Bu sistem sayesinde yıllık metreküp başına düşen 20 litre mazot, 1 litre mazota indirilmiş. Ne yazık ki biz de hala nükleer ve termik santrallerle uğraşıyoruz. Bunları gördükçe içimiz açıldı.
 
Bu fabrika yapımı için Avrupa Birliği çapında yarışma açılmış. Fabrikanın dış görünüşü modern bir sanat müzesini andırıyor. Asla çöp fabrikası demezsiniz.  
 
Friedensreich Hundertwasser Avusturya’nın Gaudi’si; yaptığı binalar çok ilginç ve renkli. Friedensreich Hundertwasser işte bu çöp fabrikasının dış yüzeyini çok sevimli hale getirmiş. Mimar çirkin binaları güzelleştirmek ile ünlü. Sanatçının Jugendstil akımı etkisi ile yaptığı çok önemli bir diğer bina ise Hundertwasser Haus. Rengârenk sıra dışı balkonlar, çatılar ve bunlar arasından sarkan ağaçlar, mimarın yaptığı binaların ana özellikleri…
 
İmparator Franz Joseph 1880’de kent duvarlarını yıktırarak Ringstrasse’yi (çevre yolu) açtırmış. Biz de gezimize bu yol üzerindeki 1872 ile 1883 yılları arasında yapılan Neues Rathaus’dan başlıyoruz.

Belediye binasının en dikkat çekici özelliği 100 metre yükseklikteki merkez kule ve bu kule üzerindeki 3 metre boyundaki mızraklı şövalye heykeli. Zarif taş süslemeli bu gotik binanın önünde devasa bir dev ekran ile yüzlerce sandalye görüyoruz. Geceleri burada halka açık hava konserleri veriliyormuş. Ne de olsa burası klasik müziğin başkenti… Viyana’ya geldiğinizde ne yapın edin buraları bir de gece görün. Bu mükemmel gotik binaların gece aydınlatılması da muhteşem.
 
Rathaus’un hemen karşısında 1888’e tarihlenen Rönesans tarzında inşa edilmiş Burgtheater’ı görüyoruz. II. Dünya Savaşı sırasında binaya düşen bomba neticesi büyük hasar görmüş, ancak çok başarılı bir restorasyonla bugünkü halini almış.

Rathaus Park’tan ilerleyerek Yunan tapınaklarını andıran bembeyaz sütunlu parlamento binasına geliyoruz. Neo-Klasik tarzda yapılmış olan binanın yapım tarihi 1874-1884. Çatı savaş arabaları ve önemli devlet adamlarının heykelleri ile süslü. Girişin önünde tanrıça Athena figürünün hâkim olduğu Athena Çeşmesi yer alıyor.

Pek çok Romalı tarihçinin mermer heykelleri ile süslü olan parlamento binası da II. Dünya Savaşı’ndan nasibini almış. 1956’da restorasyonu tamamlanmış olan bu bina da Viyana’nın sembollerinden biri.
 
Ringstrasse’den devam ederek Maria Theresien Meydanı’na geliyoruz. Meydanın ortasında 1888’den kalma Maria Theresia heykeli yer alıyor. Bu heykelle Maria Theresia elinde hükümdarlık fermanını tutuyor. 1713 yılında çıkarılan bu fermanla kadınlara hükümdarlık hakkı verilmiş. Heykelin 4 köşesinde ata binmiş general heykelleri var. Meydanın etrafında 1889 yılında halka açılmış olan doğa tarihi müzesi (Naturhistorisches Museum) bulunuyor. 7800 m2’lik alana kurulmuş olan bu müze, Avrupa’nın en önemli müzelerinden biri. 39 ayrı salonda nadir fosiller, Avrupa’nın en geniş taş koleksiyonu, tarih öncesi buluntular sergileniyormuş.
 
Doğa tarihi müzesi karşısında ise Kunsthistorische Museum (Sanat Tarihi Müzesi) yer alıyor. Hasburg hükümdarlarının yüzyıllar boyunca topladıkları sanat eserlerinden oluşmuş olan bu müzede Mısır ve Yakındoğu koleksiyonu, Yunan ve Roma antik koleksiyonu, madeni para koleksiyonu gibi pek çok koleksiyona ev sahipliği yapıyor. Viyana’da sadece 1 günümüz olduğundan müzeleri yalnızca dışarıdan görebiliyoruz.
 
Ringstrasse’den devam ederek Devlet Opera Binası’na (Staatsoper) geliyoruz. Neo-Rönesans tarzındaki bu muhteşem bina 25 Mayıs 1869’da Mozart’ın Don Giovanni’si ile hizmete açılmış, ancak II. Dünya Savaşı sırasında bombalanarak çok önemli hasara uğramış, 5 Kasım 1955’te Beethoven’in Fidelio’su ile yeniden hizmete açılmış. Operası binası da rehber eşliğinde gezilebiliyor. Ne yazık ki bizim opera binasını da gezme şansımız olmadı. Viyana’ya bu 3. gelişim ama hep başka ülkelere geçişler arasında olduğu için asla detaylı gezemedik. Bence bu şehre en az 3 gün ayırmak gerek. Bu binada yılın sadece 2 günü oyun yok. Biri Noel günü, diğeri ise Paskalya günü; bu 2 gün hariç her gün açık. Yılda 60 oyun sergileniyormuş. Devlet Opera Binası Staatsoper, dünya opera merkezi konumunda. Opera binası içinde bir de Opera Müzesi bulunuyor.
 
Cafe Sacher, Viyana’nın en ünlü kafelerinden biri. Opera binasına çok yakın olan bu meşhur kafede bir kahve molası vermeden olmaz dedik ve kahvelerimizi yudumlarken meşhur Sachertorte’lerimizin tadına baktık. Sachertorte ıslak kekin üzeri sert çikolata ile kaplanmış bir kek-pasta türü. Yanında krema ile servis ediliyor. Tadı mı? Oldukça güzeldi.

Kahvelerimizi içip sachertorte’lerimizi yedikten sonra Karntner Caddesi üzerinden ilerliyoruz. Bu cadde çok lüks mağazaların bulunduğu, şık ve keyifli bir alışveriş caddesi.

Gustav Klimt’e ait müze de yine bu cadde üzerinde. Gustav Klimt Avusturya’nın yetiştirdiği ünlü bir sembolist ressam. Sanatçının tabloları pek çok cam ve seramik hediyelik eşyalar üzerine minyatür olarak işlenmiş ve alt katta satışa sunulmuş.

Bu keyifli caddeden devam ederek şehrin kalbi olarak bahsedilen Stephans Meydanı’na geliyoruz. Buradan kalkan faytonlarla şehri dolaşabilirsiniz, ancak fiyatların biraz pahalı olduğunu söylemeliyim.
 
1365 yılına tarihlenen St. Stephans Katedrali Avusturya dükü IV. Rudolf tarafından yapılmış muhteşem bir gotik eser.

Katedralin dışarıdan bakıldığında ilk göze çarpan özelliği gotik kulesi ile çatı kaplamaları. 250 bin parça renkli çini ile kaplanmış çatı, geometrik desenler ve imparatorluğun simgesi olan çift başlı kartal motifleri ile süslü.
 
II. Dünya Savaşı sonrası bombalardan tahrip olan çatı çok başarılı bir restorasyon sonrası bugünkü haline getirilmiş. Katedral burada bulunan çok eski bir tapınak üzerine inşa edilmiş. Bu nedenle öndeki ikiz kulelere Putperest Kuleleri deniliyor. Katedrale 13. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar çeşitli eklemeler yapıldığından katedralde Gotik, Romanesk ve Barok mimari özellikler bulunuyor.
 
Güney kulesi Steffi katedralin en dikkat çekici kısmı. Kule 137 metre yükseklikte ve eğer çıkmak isterseniz merdiveni kullanmak durumundasınız. Kulenin çift başlı kartal figürlü külahı ise kuleye ayrı bir güzellik katmış.
 
Katedralin kuzey kulesi ise tamamlanamadığından 1578’de Rönesans tarzı bir kubbe ile kapatılmış. Bu kule güney kulesinden çok daha alçak olmasına rağmen, buraya asansörle çıkılabiliniyor. Kuzey kulesindeki Pummer’in çanı ise Osmanlı ile ilintili. Şöyle ki başarısız bir kuşatma sonu, Osmanlı’dan kalan silah ve toplar eritilerek çan şeklinde dökülmüş. Bu nedenle gür sesli anlamına gelen Pummer’in çanının bir başka adı da Türk çanı. 1534 yılından itibaren yıllarca Osmanlı akıncılarını haber vermek için bu çana bir görevli atanmış. 1956 yılında Viyana belediyesi Türk tehlikesi kalmadığından, bu göreve son vermiş. Aslında çan II. Dünya Savaşı sırasında çıkan yangında çatıyı delerek düşmüş ve parçalanmış. Parçalar tekrar eritilerek daha büyük olan bu çan dökülmüş, çanın ağırlığı 21 ton.
 
Katedralin içi ise farklı dönemlerden kalan eserler nedeni ile müze gibi. Katedralin en güzel köşesi, 4 azizin heykelleri ile süslenmiş olan sarmal merdivenler ve merdivenin alt tarafında merdiven ve katedraldeki birçok eseri yapan heykeltıraş Pilgram’ın pencereden bakan heykeli.
 
Katedralin alt katında Habsburg imparatorlarından bazılarının iç organlarının gömülü olduğu katakomplar bulunuyor. Arzu edenler bu katakompları rehber eşliğinde gezebiliyor.

Daha sonra katedralin tam karşısındaki Haas Haus denilen 1990 yapımlı modern bir bina görüyoruz. Burası, içinde pek çok büro, kafe ve mağazalar bulunan modern bir bina.   

Graben Caddesi’nden devam ediyor ve Pestsaule (veba anıtı)’ye geliyoruz. 1679 yılında veba salgınının sona ermesi üzerine İmparator I. Leopold bu barok anıtı yaptırmış. Sütunun en çarpıcı bölümü vebayı temsil eden acuzenin yok edilmesine nezaret eden bir aziz ile melek ve onların üzerinde yer alan dua eden imparator heykeli.

Bu cadde üzerinde gezerken buradaki eczane amblemleri bize çok değişik geldi.

Yine bir başka ilginç tabela ise tütün ürünlerinin satıldığı dükkânın tütün yapraklı tabelası oldu.

Grabel Caddesi üzerinden devam ederek Kohlmarkt üzerindeki Damel Cafe’ye geliyoruz. Damel, Viyana’nın en popüler pasta ve dondurma salonlarından biri.

Pastanenin iç dekorasyonu oldukça şık. Viyana’da kafe kültürü çok gelişmiş. Bu kafede benim için en keyifli olan, camlı bölme arkasındaki geniş mutfakta bembeyaz kıyafetli personelin pasta yapım çalışmalarını izlemek oldu. Burası mutfaktan çok, bir laboratuvarı andırıyordu.

Pastane sonrası Habsburg Saray kompleksine geliyoruz. Bu muhteşem kompleks içinde eski imparatorluk sarayı, birkaç müze, kilise, şapel, Avusturya Ulusal Kütüphanesi, İspanyol Binicilik Okulu, Avusturya başkanlık makamları bulunuyor. 1654 yılında inşa edilen Habsburg Sarayı yıllarca Habsburg hanedanlığının kışlık sarayı olarak kullanılmış. 19. yüzyıl sonlarına kadar her hükümdar buraya mimari açıdan çok önemli eserler eklemiş. Bu nedenle de bu saray kompleksinde 700 yıllık bir mimari gelişim gözlemleniyor. Ünlü Fransız kraliçesi Marie Antoinette (Maria Theresia’nın kızı) bu sarayda doğmuş. Saraya “Michaelertor” ana giriş kapısından giriyoruz. Kapının her iki tarafında ikişer adet devasa heykeller yer alıyor.

Kapının üzerinde ise büyük bir kraliyet arması, en tepede de büyük yeşil kubbe “michaelerkugpel”. Bu görkemli yeşil kubbenin önünde taç şeklinde heykeller var. Bu devasa yeşil kubbenin altından geçiyoruz. Kubbe aşağıdan da oldukça görkemli görünüyor. İç avluda I. Franz’ın heykeli karşımıza çıkıyor.
 
Bu iç avlu “in der burg”un dört tarafı farklı dönemlerde yapılmış binalarla çevrili. Bu binalar Franz Joseph’in dairelerinin bulunduğu “Reichskanzleitrakt (Chancellory Wing)” İmparatoriçe Elizabeth (Sisi)’nin yaşadığı “Amelienburg” cumhurbaşkanlığı konutu olarak kullanılan “Leopoldingischer Trakt (Leopold Wing)” ile Orta Çağ’da yapılmış olan avlunun en eski sarayı Alte Burg.
 
Ana giriş kapısının iç tarafından Sisi Müzesi, imparatorluk odaları ve kutsal hazine odalarını tek bir biletle gezmeniz mümkün. Yine ana giriş kapısının iç tarafından girişi olan diğer bir bölüm ise günümüzde İspanyol Binicilik Okulu olarak hizmet veriyor. Binicilik okulunun yanında 16. yüzyılın ortasında arşidük Maximillian tarafından yaptırılan eski kraliyet konutu. Daha sonra Habsburg Hanedanlığı için ahırlara dönüştürülmüş. Rönesans tarzındaki 3 katlı esik Stallburg günümüzde binicilik okulunun atlarını barındırıyor. Binanın 2. katında Lipizzaner Museum bulunuyor. Arap, Berberi ve İspanyol ırklarının kırmalarından üretilmiş olan Lipizzaner atları güzellikleri ve dayanıklılıkları ile ünlüdür. Burada Lipizzaner atlarına dans etmeleri ve zarafet öğretiliyor. Atların eğitimi 3 yaşında başlıyormuş. Binici ve atların sabah eğitimlerini burada izleyebilirsiniz.
 
Stallburg’un arka tarafında ortasına II. Josheph’in heykelinin olduğu Josefplatz’ın etrafı barok binalarla çevrili. Bunlardan en güzeli 1722-1735 tarihleri arasında yapılmış olan Nationalbibliothek (ulusal kütüphane). Kütüphanenin en göz alıcı bölümü ise ahşap panelli şeref salonu (prunksaal). Salonun tavanında kütüphanenin kurucusu IV. Karl için yapılan freskler mükemmelmiş. Biz bunları maalesef göremedik. İki milyondan fazla el yazması kitap ve dokümanlara sahip olan bu kütüphane, Avrupa’nın en büyük kütüphanesi olarak biliniyor. Kütüphanenin yan tarafında Augustinerkirche ve manastırı bulunuyor.
 
Daha sonra Heldenplatz’a geliyoruz. Meydanda at üzerinde Prens Eugene’nin 1865 yılına tarihlenen at üzerindeki heykeli ile Arşidük Charles’e ait olan heykelleri fotoğraflıyoruz.

Heykellerin tam karşısında Neue Burg yer alıyor. Neue Burg 1881-1913 yılları arasında Habsburg kompleksine eklenmiş.

Neue Burg’ta 1938 yılı Mart ayında Adolf Hitler Avusturya ile Almanya’nın birlikteliğini ilan etmiş.
 
Burada Türkiye’den Efes antik kentinden getirilen eserlerin sergilendiği Ephesus Museum ile antik müzik aletlerinin sergilendiği müze bulunuyor.  
 
Taksi ile gemimize dönüyor ve 10 gün boyunca bizlere sevgi, saygı ve güler yüzle hizmet veren gemi personeli ile vedalaşıp havaalanına transfer oluyoruz. Çok güzel bir gezi de böyle bitti.

Viyana’da her bütçeye göre konaklama bulmak mümkün. Şehir merkezinde ki otellerde konaklamak ulaşım ve keşif açısından yararlı oalcaktır. Bu tarihi şehirde birkaç otel tavsiyesi vermek gerekirse,  Messe Wien Sergi Merkezi'ne ve Praterstern Tren ve Metro İstasyonu'na sadece 5 dakikalık yürüyüş mesafesinde bulunan Best Western Plus Hotel Arcadia’yı tercih edebilirsiniz. Otel ayrıca Tuna Nehri’ne yakın bir konumda, Art Nouveau tarzındaki bir binada hizmet veriyor. Mimari severler için güzel bir seçim olabilir. Bunun dışında şehrin kaliteli ve ekonomik otelleri arasında bulunan Hotel Reither’i de düşünebilirsiniz. Otel, Viyana şehir merkezi ile Schönbrunn Sarayı arasında merkezi bir konumda yer alıyor ve ünlü Raimund Tiyatrosu'na da sadece birkaç adım uzaklıkta. Bütçenize göre değişen bir kavram olarak lüks otellerde konaklamak istiyorsanız size önerim Hotel de France Wien olacaktır. 5 yıldızlı bu otel, Viyana'nın şık Ringstrasse Bulvarı'nda yer alıyor ve  sunduğu imkanlar oldukça geniş. Bu önerilerin dışında Viyana’da ki diğer otellere göz atmak isterseniz buradan booking.com’a girerek Viyana otellerini araştırabilir, isterseniz de rezervasyon yapabilirsiniz. 

NURHAN YILMAZ

Yazar Hakkında

NURHAN YILMAZ

1951 İstanbul doğumluyum. Yıl içinde dönüşümlü olarak Sinop, Bodrum ve İstanbul’da yaşamaktayım.Küçük yaşlarda babamın mesleği gereği, Türkiye’nin pek çok farklı şehirlerinde yaşadım.