Sadece sahil kesimi ile değil ara sokaklarına kadar hayatın dolu dolu yaşandığı, zaman geçirilebilecek bir yer. İnsana huzur veren Ayvalık’ın şirin beldesinde cennete sığındım.
Yörede yetişen hoş kokulu bitkilerin verdiği esinti adaya adımımı atar atmaz sardı beni. Cunda, Ayvalık’a bağlı 22 adadan biri. 1973 yılında sit alanı ilan edilip koruma altına alınmış. Severim dokusu bozulmayan yerleri.
Gittiğim gün, sardunyaların renkleri arasından geçtim, kokladım, denize dokundum, gökyüzünü kucakladım, Arnavut kaldırımlı sokaklarda yürüdüm. Güneş sokaklarda dolaşırken, deniz börülcesini deniz fasulyesini yoğurtla süsleyen insanlarla birlikte oldum. Tabii ki fazlası var. Buyurun, hep birlikte dolaşalım Cunda’yı.
Cunda Adası her yıl biraz daha moda oluyor
Dar sokakları, tarihi dokusu bambaşka, Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü burada bulunuyor. İstanbul'daki boğaz köprüsünün açılmasından 9 yıl önce hizmete girmiş olan 54 metre uzunluğundaki köprüden geçtim. “Cunda Adası her yıl biraz daha moda olup büyüyor” derken o kadar mutlular ki. Eğlence mekânları, restoranlar, barlar, sokak kahveleri, butik pansiyonlar, meyhaneler, diskolar, taverna türü mekânlar, hediyelik eşya dükkânları sahile paralel arka sokaklarda adanın iç kısımları cıvıl cıvıl.
7 Ağustos günü milyonların beklediği muhteşem doğa olayı ay tutulmasını Cunda’da izledim. Sahil inanılmaz bir şölene sahne oldu. Dilek diledim. Sahilde yürürken, anne ve oğul gecenin suya kattığı siyah rengin üzerinde tekne içindelerdi. Göz göze geldik. Merhabalaştık. Anne oğlunun dereceli dalgıç olduğunu gururla anlattı. Sahilden bir adam yaklaştı. Elini uzattı. “Eşim ”diye tanıttı ve tekneye aldı. Su içinde yaşamanın keyfini anlattı. “Ben de dalıyorum. Bir görsen suyun altını üstünde yaşamak istemezsin karada” dedi. Baba tekneye binince ay ışığı altında el salladılar. Arkalarında sadece suyun siyah çizgileri vardı. Tekne ile hızla kıyıdan ayrıldılar.
İşte Cunda’da bir gün
Gün ortasında, Arnavut kaldırımlı ara sokaklara daldım. Cıvıl cıvıl bir kafe önünde mola verdiğimde duvarları Atatürk resimleri ile donatılmış bir sokak ve bir masada Hüsnü Amca ve yanındaki dostlar ile tanıştım. Hüsnü Amca 87 yaşındaydı. Halen iş kaygısı taşıyordu. Ayvalık’ta çalıştığını ve eşi Sakize Hanım’ı, Zülüf Hanımsa erken kalktığını ve papalinaları temizlediğini anlattı. Papalinayı ilk kez duymuştum. Cunda Adası’na özgü olan balık, sardalye balığının yavrusu, boyut bakımından hamsiye benzeyen, çok lezzetli, çerez gibi tüketilebilecek bir balık çeşidi. Bu arada, her akşam ızgara papalina tükettim.
Fatoş Hanım ise akşama suda kaynatılacak ve ardından zeytinyağı ve limon ile harmanlanacak deniz fasulyelerini masanın üzerine döktü. Birlikte ayıkladık. Hüsnü Amca’yla tarih kokan daracık Cunda sokağında sohbete başladık.
Kayıt cihazımın düğmesine bastım
Cunda’ya nasıl geldiklerini o anlattı ben dinledim. “Midilli’den gelenler 1924 yılında gelmişler. Atatürk Yunanistan’ın göçmenleri buraya getirmesine razı olmamış. Girit buraya çok uzak olduğu için Kurtuluş isimli gemi ile iki seferde gelmişler. Annem ailesiyle birlikte 8 kişi; babamsa, babası ve 10 kardeş ile birlikte 1925 yılında Girit’ten gelmişler. Bizimkiler Midilli’den gelenlerden bir yıl sonra gelmişler. Önce 15 gün karantinada yaşamışlar. Burada yetiştirme yurdu varmış. Sonra serbestsiniz adayı dolaşın “kendinize uygun ev bulun” demişler. Midilli’den gelenler en güzel evlerde oturuyor. Zavallı babam geldiklerinde iş güç yok, yiyecek içecek yok. 'Tarlaları ekin biçin' demişler ama tarla da hemen ürün vermez ki. Babam yorganını almış. Yayan olarak önce Ayvalık’a oradan da Altınoluk’a geçmiş. Makaran Çiftliği’nde boğaz tokluğuna çalışmaya başlamış. Halam ve amcam veremden ölmüş. Gömecek mezar yerleri dahi yokmuş. Şu anda bulunan futbol sahasının yanındaki tarlaya koymuşlar“ dedi, içini çekerek devam etti.
“Kurtuluş Savaşı’nda padişahın 'Yunanlara teslim olun' emrine karşı gelerek silahlı mücadeleye başlayan ilk birliğin kumandanı Yarbay Ali Çetinkaya’ya ithafen Ali Bey Adası ismi verilmiş Cunda’ya. Cunda beynelmilel bir denizcilik terimidir. Rumlar zamanında Moskonisi’dir. Gelenler zaten ‘Moksonisi’ye gidelim’ derdi. Memuriyetim bittikten sonra sağlığımla ilgileneceğim. Denizi çok seviyorum. Deniz suyumuz soğuk. Soğuktan gelen hastalığın tek çözümü ayakları sıcak tutmak ve 40 derece su içmek. Her derde deva.” dedi Hüsnü amca. Canlı bir tarihle görüşmek beni çok mutlu etti. İyi ki ses kaydı aldım. Hüsnü Amca ile vedalaştım. Sırt çantamı aldım tekrar sokaklara bıraktım kendimi. Eski taş evleri, dar sokaklarıyla Cunda Adası ziyaretçilerini kendine bağlıyor. Mübadele ile adadan ayrılan Rumların kültürlerinin izleri bu sokaklarda hala yaşıyor. Gülkurusu rengindeki sarımsak taşından yapılmış bu eski Rum evlerinin arasında dar ve taşlı yollarda yürüdüm. Arnavut kaldırımlı ara sokaklar gelin ve damat fotoğrafları için stüdyoydu sanki. Sakın ha taksiye binmeyin. Cunda’nın dokusunu bozmamış sokaklarında nefes almanın hazzını yaşayın.
Cunda'nın en büyüğü: Taksiyarhis Kilisesi
Cunda’da gündüz aktivitesi için ideal olan görülmesi gereken bir yer. Emeğin güzelliğe dönüştüğü mekânlardan birisi. Süper dekorlu bir müze. Eski yıkılmış bir kilise restore edilerek yapılmış. Zaten adanın denizden görünen en güzel binası. Çok güzel koleksiyon parçaları var. İstanbul Koç Müzesi’nin minyatürize edilmiş hali. Bahçede ilk defa birinci yüzyılda Romalılar tarafından icat edilmiş zeytin mengenesini inceledim ve fotoğraf çektirdim. Bu kilisenin büyük çanı Bergama Müzesi’nde sergileniyormuş. Cunda tepelerine tırmanırken, üç duvarı kalmış ve Âşıklar Tepesi adıyla anılan tepede bulunan ve eski adı Ayos Yannis olan kilise’yi görüyorsunuz.
Adanın simgelerinden biri: Âşıklar Tepesi
Eski adı Ayos Yannis Kilisesi yeni adı Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak ziyarete açılan Koç Kütüphanesi’ne gitmeden olmazdı. Rotayı çevirdim yine dar sokaklara. Yel değirmeninin olduğu yerde bulunan kütüphaneye ulaştım.
Muhteşem bir manzaraya ev sahipliği yapan Cunda Adası Âşıklar Tepesi’ndeydim. Görülmeye değer bir deniz manzarası da sunan tepe, adanın simgelerinden biri haline gelmiş. Aynı zamanda adanın ilk yel değirmeni de Âşıklar Tepesi'nde yer almakta. 2007 yılında bölgeyi sık sık ziyaret eden Rahmi Koç, tarafından değirmen restore edilerek kütüphane ve kafe olarak kullanılmaya başlanmış. Rüzgârı çok kuvvetli olduğu için kalın cam ve demirle sıkı sıkı rüzgârın önü kesilmiş. Kütüphanede 3.500 kitap var. Bahçesindeki kafede oturup kahvenizi yudumlayın. Cunda’yı izleyin geniş açıdan. Bayıldım. Rüzgâr estikçe esiyor. Gidip rüzgârın yüzünüzde oynaşmasını ve nefes kesen manzaranın keyfini yaşamanız yeterli.
Sokaklarda gezerken birbirleriyle Rumca sohbet eden yaşlı amca ve teyzeleri sokak kapılarının önünde görmek ve duymak her an mümkün. Satılık tarihi bir eve girdim. Kapıdan içeri girer girmez eski Rum evinin güzel sesleri ve kokuları karşılıyor sizi. Rum evleri, kapı tokmaklarından, iç mimarilerine kadar enteresan. Salonda sarnıç görmeniz mümkün. Geri dönerken yine dar sokaklardan geçtim. Girit’ten gelen teyzeler kapı önlerinde oturmuş akşam sohbetindeler. 1879 yılında yapılmış bir evin önünde tarihi kokladım. Dar sokaklarda yürürken ise kırmızı yanaklı teyzelerin masum yüzlerindeki gülümsemeyle karşılaştım, sohbet ettik. Ahmet Amca, Güldane ve Megara Teyze ile güneşi birlikte uğurladık. Aralarında dayanışma var. İnsanlar arkadaş canlısı, hoşgörü oluşmuş yüreklerinde.
Akşam fasıl meyhaneleri, nazar boncuklarının ağaçlardan salladığı mekânlar, çiçekler, asmalar, süslü duvarlar... Büyülenmek için gitmek lazım. Sokaklarda radyolar ve Rumca şarkılar dinliyorsunuz. Akşamları Türkçe ve Rumca ezgiler bizi coşturdu.
Ya o kedilere ne demeli? En güzeli birbirinden lezzetli mezeleriyle mekânların kapılarında beslenmeyi bekleyen sevimli kedileri var. Deniz ürünleri ve zeytinyağlı yiyecekler. Her yerde bütün restoranlarda; kabak çiçeği dolması.
Güneşin batışına şahit olun
Taş Kahve, kendisini çevreleyen balık lokantalarının arasında, beyaz taştan duvarları ve geniş camlı pencereleriyle büyük bir ihtişamla karşınıza çıkıyor. Kapısından içeri girip yüksek tavanlı Taş Kahve’nin kokusunu içime çektim. Kahvehanenin kendine has ruhu sarıyor bedeninizi ruhunuzu. Cunda’da kafelerin çoğunda Mustafa Kemal Atatürk şifresi ile bağlanıyorsunuz WIFI’ye. Ayrıca Adada yıllardır her cuma ve pazar günü Türk bayrağının göndere çekilip indirilmesi sırasında belediye hoparlöründen İstiklal Marşı çalınıyor. Cunda’ya gelen tatil yapan yerli ve yabancı turistler, marşı duyup hazır ola geçiyor.
Peynirin en güzel halini Cunda’da tattım. Girit ezmesi lezzet küpü. Yapılışını öğrendim. Cunda kelle peyniri, Bergama tulumu, keçi peyniri, nane yaprakları ve dövülmüş ceviz harmanlanıyor. Üzerine gezdirilen zeytinyağı ile tam bir lezzet küpü.
Restoranlarda yemeklerden sonra ikram olarak verilen vişne reçelli taze lor bulunuyor.
Kendinize, yakınlarınıza, sevdiklerinize adanın özelliğini yansıtan hediyelerden almak isterseniz, Taş Kahve’nin arkasında bulunan yağ dükkânlarına uğrayın. Değişik şişelerde satışa sunulan ve sadece Cunda’nın zeytinlerinden üretilen sızma zeytinyağı, zeytin salatası, zeytin reçeli, zeytin turşusu, zeytin ezmesi, kurutulmuş yağda domates, sakız reçeli, ev yapımı sabun, kremler gibi hediyelikler şık ambalajlılarıyla vitrinlerdeki yerlerini almışlar. Kendinize yük etmeyin. Arzu edenler için ürünleri kargo ile Türkiye'nin her yerine gönderiliyorlar.
Cunda bana çok yakıştı
Sandalların ipleri üzerinde dolaşan kedilerin adası. Yıllar geçse de Rum evleri, sabun kokulu daracık tarihi sokakları, taş kahvesi ve tarihi yapısı hafızamdan silinmeyecek.
Pastanesinde lor tatlısı, sahilde kızarmış ya da kavunlu dondurma tatmadan sakın dönmeyin evinize. En çok çıtır çıtır lezzetiyle tadına doyum olmayan papalinayı özleyeceğim. Zeytinin kokusu kekiğin büyüsü karıştı burnumdan kalbime... Dar sokakları, sağda solda çiçekleri, Yunan mimarisi, iyot kokusu her şey var. Tam bir kültür cümbüşü Cunda, bana çok yakıştı, çok sevdim Cunda’yı. İnceden bir sızıyla dolaştım sokaklarında...