Orta Asya'nın Kalbi, Değerlisi, Sanat ve Bilim Yurdu: Taşkent

"Kâinatta iki yol vardır, biri Samanyolu diğeri de İpek Yolu’dur" derlermiş Özbekler. İşte ben de tarihî İpek Yolu üzerinde önemli bir ticaret durağı, Mâveraün-nehr'in çok sayıda şehirlerinin gözdesi, Özbekistan’ın başkenti ve Orta Asya’nın en büyük kentine geldim.

300 bin kişinin evsiz kaldığı 1966 depremi şehre çok zarar vermiş, ancak Rusya’nın da yardımlarıyla çok güzel bir şehircilik örneğini sergileyen yepyeni bir kent yaratmışlar.

Son derece düzenli, birbirine paralel ya da birbirini dik kesen, çok geniş dörder şerit gidiş geliş tertemiz caddeleri ve kenarlarda yine ağaçlı yaya yolları ve bu vesileyle kavuştukları metrosuyla çok güzel bir kent. Binlerce ağaçları ile meydanları şehre nefes aldıran, yeşil ama gerçekten yemyeşil bir şehir yaratmışlar.

Tüm yapılar restore edilmiş, her yer, parklar, sokaklar pırıl pırıl ama beni en çok etkileyen şehrin her köşesinde küçük ya da büyük parklar, her dört yol ortasında büyük ve yemyeşil bir meydan, her sokağın her caddenin kenarları devasa ağaçlarla yemyeşil olması. İçinde bu kadar çok park ve yeşili olan bir şehir olarak en son Varşova’da hatırlıyorum ve yine içim cız ediyor... Neden bizim böyle büyük, yeşil ve güzel parklarımız yok, olan da yok ediliyor..

Otelimizin (Wyndham) oldukça zengin kahvaltısından sonra yürüyerek bu güzel, yemyeşil kenti gezmeye başlıyoruz. Mayıs başındayız, buraya gelmek için çok uygun bir mevsim, ama hava oldukça sıcak, neyse ki cadde kenarındaki geniş yaya yolları ağaçlıklı olduğundan rahatça yürüyoruz, tertemiz her yer, hatta ilginç bir şey, işçi kadınların binaların dış cephelerindeki mermerlerini sildiklerini gördüm.

İlk durağımız otelimizin hemen yakınındaki şehrin merkezi, kalbi, adını Özbeklerin atası, ulusal kahramanı Timur’dan alan Amir Temur Meydanı.

Yemyeşil, dev ağaçlar ve çiçekler içindeki parkın tam ortasında yer alan, at sırtında heybetle oturmakta olan Timur işaret parmağıyla, yüzünü de döndüğü batıyı işaret etmekte. Bu meydana önce eski vali Kaufmann’ın Bolşevik ihtilalinden sonra çekiçli bir anıtı ve Lenin büstü, daha sonra Stalin’in, o gözden düşünce Marx’ın ve en sonunda Amir Timur’un dev heykeli konmuş. Şehir de bir de Timur Müzesi bulunuyor.

Her şehrin meydanında bulunan, şehrin simgesi olan Saat Kulesi burada Timur’un gölgesinde kalmış, sonradan simetri olsun diye aynısından bir tane daha inşa edilmiş, ikiz kardeş olmuşlar.

Meydanın ayaklı lambaları çok hoş ve dekoratif.

Taşkent farklı mimarileri, farklı dönemleri yansıtan bir kent, ana meydanın etrafında da çoğu eski Rus döneminden kalma binalar Rus mimarisini yansıtmakta.

Başkent Taşkent’teki bir başka büyük meydan, Bağımsızlık Meydanı. Müstakillik Meydanı’nda bulunan Bağımsızlık Anıtı, “Meçhul Asker” mezarında sürekli yanan ateş 1941 direnişinde öldürülenlerin anısına yapılmış.

Daha önce bu meydanda yer alan Lenin heykelinin yerini ise bir yerküre almış. 1 Eylül Bağımsızlık Günü’nü de bu meydanda kutluyorlar.

Sanat Müzesi’ni illa ki gezmelisiniz.

İçeride fotoğraf çekmek isterseniz 5.000 sum (2,5 TL) ödemeye değer, verecekleri kartı boynunuza takın, sıkı kontrol ediliyor. Ülkedeki tüm müze ve ören yerlerinde giriş biletine ilaveten fotoğraf çekmek isterseniz bu ücreti ödemek zorundasınız. Bir avlu etrafındaki binaların mavi çiniler ve Kur’an’dan ayetlerle bezenmiş cephesi, ahşap kapıları gerçekten görülmeye değer, ancak iç mekânlar ve süsler bambaşka, sizi çok şaşırtacak.

Müzede sergilenen halılarçeşitli objelergümüş takılarilginç bıçaklaripek kumaşlargiysiler ve eşyalar görülmeye değer.

Bana en ilginç gelen obje de, papyemaşe (Kâğıdı ahşap sertliğine getirerek yapılan el işleri) mücevher kutuları ve benzeri objeler ile hanımların işledikleri “suzanni” kumaşlar.

Bu kumaşların bir de hikâyesi var, kızını; isteyen prense vermeye razı olmayan kral, kızı yerine ona gökteki ayın nehre düşen yansımasının işlendiği kumaşı vermeyi teklif eder. Prens bu kumaşı o kadar beğenir ki prensesten vaz geçer, bu desen ve bu desenden kumaşlar da böylece geleneksel oluverir.

Bir de karaağaçtan yapılmış, müthiş bir el işçiliği oyma sütunlara bayıldım ki bu sütunları daha sonra tüm medrese ve camilerde çokça göreceğiz.

Sütunları yere ya da kaidesine oturtmadan önce altına mutlaka keçe döşeniyormuş, bu sayede haşeratlar tırmanamıyor ve ağaç yüzyıllarca korunuyormuş. Enver Paşa’nın Naciye Sultan’a yazdığı son mektubu, aşklarının sonsuza kadar yaşayacağını anlatmak için “karaağaca ismini çakımla kazıdım” sözleriyle son bulmuş.

Bu etkileyici müzeden sonra bir sonraki bölümde Barak Han Medresesi ve Cuma Camisi’nin de bulunduğu müthiş bir yapılar topluluğunu görmeye gideceğiz.

Yazının birinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.Yazının üçüncü bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
​Yazının dördüncü bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
Yazının beşinci bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.​Yazının altıncı bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.

nevinsalman

Yazar Hakkında

nevinsalman

Ankara da doğdum, TED Ankara Koleji ve Gazi Üniversitesi Mimarlık fakültesi mezunuyum. 6 sene Londra'da yaşadım, sonraki yıllarda İstanbul'a yerleştim ve serbest çalıştım.