Real Alcazar Sarayı 1366 senesinde hizmete girmiş. İspanyol kralları yaklaşık 700 sene boyunca bu sarayda yaşamışlar. Yeni Dünyayı keşfedecek olan Kristof Kolomb ve yanındaki denizciler, Kraliçe 1. Isabel tarafından sefere bu saraydan uğurlanmışlar. Bu sarayı, Endülüs Araplarına hayran olan bir İspanyol kralı, Elhamra Sarayı'ndan etkilenerek Granada’dan çağırdığı ustalara yaptırıyor. Dolayısı ile saray biraz Elhamra Sarayı'nı andırsa da onun kadar etkileyici değil.
İşlemeler harika ve tabii Müslüman ustalar sarayı inşa ettikleri için sarayın belli bölümlerindeki işlemelerinde Arapça yazılar olması ve Hristiyan bir kralın buna hayranlık duyması da ayrıca enteresan geldi. Sarayın halen belli bölümleri, özellikle 2. katı kraliyet ailesi tarafından nadiren de olsa kullanılıyormuş. Sarayı gezerken içerisindeki magribi süslemeler, oymalar, seramik süslemeler gerçekten çok etkileyici. Sarayın bahçesi de oldukça keyifli ve geniş bir bahçe. Bahçe de şanslıysanız kanatlarını açmış dolaşan bir çok tavus kuşu da görebilirsiniz.
Sarayın hemen karşısında Amerika Arşivleri Binası var, katedralin yanında ise Başpiskoposluk Sarayı yer alıyor.
Saraydan çıkınca, yağmurun dinmesini de fırsat bilerek doğruca Guadalquivir nehrinde tekne gezisi yapmak üzere El Arenal denilen nehir kenarındaki bölgeye doğru yürüyoruz. Sevilla eski bir liman kenti ve El Arenal bölgesi de o dönemde mühimmat imalathanelerinin olduğu yermiş. El Arenal bölgesinin en önemli noktası “Plaza de Torres de la Maestranza” yani boğa güreşi arenası. Ama asıl özelliği İspanya’nın en eski boğa güreşi alanlarından birisi olması. Binanın dış cephesi Barok tarzında yapılmış. İlk gün sadece dışarıdan fotoğrafını çektik ama 1 gün sonraki boğa güreşi içinde güzel bir yerden biletlerimizi aldık. Gerçi bir gün sonra boğa güreşine gittiğimizde yoğun kalabalığı yara yara geçip yerlerimize oturduk. Her şey güzel boğa güreşinin başlamasını bekliyoruz. Ama tam o esnada hava şartlarından dolayı, zeminin boğa güreşine elverişli olmadığı ve güreşin ertelendiği anonsu yapılıyor. Boynumuz bükük çıkıyoruz dışarı ama elimizde biletler kaldı. Geri iade etmek içinde gişenin önü deli gibi kalabalık, bizimde vaktimiz az. Ne yapalım, elimizdeki biletleri 5 Euro daha ucuza oracıkta karaborsa usulu sattık.
Arenanın karşısındaki bronz Carmen heykeli de görülmeye değer. Zaten Sevilla UNESCO tarafından Edinburg, Buenos Aires ve Berlin’le birlikte Müzik Kenti unvanına layık görülen bir kent. Sevilla 100’den fazla operaya ilham vermiş. Bizet’in Carmen’i, Mozart’ın Don Juan ve Figaro’nun Düğünü, Rossini’nin Sevil Berberi, Beethoven’in Fidelio’su, Verdi’nin La Forza di Destino’su, Donizetti’nin Maria Padilla’sı hep bu şehirde geçiyormuş.
Sevilla, konumu gereği Doğu’nun binlerce yıllık bilimsel, sanatsal, yaşamsal birikimini Batı’ya taşımış. Sevilla farklı kültürlere değer vermiş ve bu farklılıkları özenle harmanlamış bir şehir.
Sevilla, içinden geçen Guadalquivir Irmağında 105 km yolculuk ile denize bağlanıyor olduğundan tarihteki en önemli ve güvenli limanlardan biri olmuştur.
Sevilla, 1248’de 3. Fernando burayı keşfedene kadar, Endülüs Emevilerinin ve ufak Müslüman sultanlıkların elinde olan bir bölgeymiş. 1492’de Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfedince sömürge dönemi başlıyor. İşte bu sömürgecilik döneminde bu liman daha da önem kazanmış. Çünkü Afrika ve Uzakdoğu’dan getirilen mallar bu limana getirilerek, buradan Avrupa’ya dağıtılmış.
O dönemde en fazla getirilen mallar altın, gümüş, tütün, kahve, patates ve domates... Bu sayede Ticaret ile zenginleşen ve gelişen şehir, “Altın Şehir” unvanını almış.
Burada biriken sermaye de sanayi devrimine ön ayak olmuş. Ancak İspanyol imparatorluğunun 18.yy’da duraklamaya girmesi ve sömürgelerini kaybetmesi ile. Sevilla da eski önemini kaybetmiş. Tekrar parlaması ise Endülüs özerk bölgesinin başkenti olup, İspanya’nın Avrupa birliğine girmesi ile gerçekleşmiş.
Bu nehir kenarında Boğa güreşi arenasının çaprazında zamanında limanı koruma amaçlı yapılmış, günümüzde Deniz Müzesi olarak kullanılan Altın Kule’yi (Torre del Oro) görebilirsiniz.
Tekne turları da Altın Kule’nin önünden kalkıyor. Bu tekne turunda nehir üzerinde yer alan Guinnes rekorlar kitabına girmiş olan dünyanın en uzun tek parça köprüsünü de mutlaka görün. Yine nehir turunda EXPO 92’nin Sevilla’ya kazandırdığı çağdaş mimari yapılarını, Eiffel’in Triana Köprüsü’nü, Santiago Calatrava’nın Alamillo Köprüsü’nü, La Barqueta Köprüsü’nü göreceksiniz.
Sevilla’da bütçeniz neye el verirse ona göre bir konaklama alternatifi bulabiliyorsunuz. Şehrin gezilecek yerlerinin birçoğu Old Town’da olduğu için otel tercihinizi bu bölgeden yapmanız ulaşım açısından size fayda sağlayacaktır. Sevilla’nın tarihi dokusunun en yoğun hissedildiği semtlerden olan Santa Cruz’da bulunan Hotel Fernando III, Sevilla Katedrali ve Giraldi Kulesi dahil birçok yere yürüme mesafesinde bulunuyor. Bu avantajıyla tercih edebileceğiniz bir otel.
Yine bu bölgede bulunan bir diğer kaliteli otelde Puerta del Principe’dir. Çevresinde birçok restoran ve dükkan bulunan otel, Real Alcazar’a da yaklaşık 200 metre mesafede. Sevilla Katedrali’nin arkasında bulunan ve tarihi bir konağın içine kurulmuş olan Hotel Casa 1800 Sevilla, hem şehir merkezi, hem de Sevilla tarihinin tam ortasında yer alıyor. Özellikle kültür gezisi yapmak isteyen gezginler için değerlendirilmesi gereken güzel bir yer.
Eğer daha ekonomik bir otel arıyorsanız Hostal Plaza Santa Cruz otelini düşünebilirsiniz. Santa Cruz’da bulunan otelin etrafında birçok tapas bar ve restoranlar bulunuyor. Bu önerilerin dışında daha fazla otel alternatifi için buraya tıklayarak booking.com’da ki Sevilla otellerine bakabilirsiniz.