Benim güzel ülkem ne güzellikleri, ne sürprizleri bağrında saklar. Tüm Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi ülkemiz de zeytin ağacı bakımından (son yıllarda epey ağacımız acımasızca katledilse de) oldukça zengin, elbette zeytinyağımız da dünyaca ünlü. Ama ben Türkiye’mizde bir zeytinyağı müzesi olduğunu doğrusu bilmiyordum.
Küçükkuyu’da 1950’li yıllarda Sabunhane binası olarak inşa edilen, ancak daha sonra düğün salonu, sinema salonu, marangoz atölyesi gibi değişik işlevler için kullanılan bu güzel taş yapı daha sonra restore edilerek “Zeytinyağı Müzesi” olmuş ve 2001’den beri yerli ve yabancı on binlerce ziyaretçi ağırlamaya başlamış. Türkiye'de türünün ilk örneği olan müze, haftanın her günü açık ve giriş ücretsiz (sonradan yaptığım araştırmada 2011 yılında Kuşadası’nda da bir Zeytinyağı Müzesi açıldığını öğrendim).
Müzeye, zeytinyağı üretiminde kullanılan ya da zeytinyağı ile ilgili oldukça ilginç tarihi eşyalar, bir taş değirmen ve mengenenin sergilendiği, küçük şirin bir bahçeden giriliyor. Güzel müze binasına girmeden binanın hemen yanında bulunan ve zeytinyağı ve zeytinyağından üretilmiş çeşitli doğal ürünler satan marketin duvarındaki “Nazım” imzası hemen dikkatimi çekiyor. Bir şiir süslüyor duvarı:
“Yaşamaya Dair”Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.
Yine ne güzel demiş Nazım…
İki katlı binanın, giriş katında yine zeytinyağı ve zeytinyağı üretimi ile ilgili çeşitli ve ilginç aletler, saklama küpleri sergileniyor. Güzel köylü kızlarının zeytin toplama ve zeytinyağı yapımını gösteren tablolar, fotoğraflar da çok hoş.Üst kat daha da ilginç ve özellikle de yüksek, çok hoş ahşap çatı salona bir ferahlık kazandırmış. Türkiye’nin çeşitli zeytin bölgelerinden 25,000 km’den fazla yol kat ederek ve yakın çevreden toplanan, zeytinci dostların hediyeleri olan, zeytinyağı presleri, zeytin toplama, taşıma ve saklama kapları,sepetler, ahşap zeytin kırma, ahşap ezme değirmeni, ahşap burgu mengene gibi aletler, zeytinyağı ile ilgili bilgiler içeren panolar, kısacası zeytinyağı ile ilgili her şey sergileniyor. En nostaljik olanı ise beni çocukluğuma götüren en eski zeytinyağı markaları olan teneke yağ kutular. Ayrıca sepetler, zeytin ve diğer ürünlerin saklandığı amforalar, zeytinyağından üretilen sabunlar, çok ilginç bir sabun kazanı, sabun mühürleri, sepetler, sabun yapım tekniği de açıklamalı olarak de sergileniyor.
Zeytin ağacının serüveninin Ocak ayında başlayıp Aralık ayında zeytinyağına dönüştüğünü, zeytin ağacının yaratılışının mitolojiye, Zeus’a kadar uzandığını, Antik Yunan döneminde zeytin ağacının Athena’nın insanlığa bir armağanı olduğunu bu müzede öğrendim. Zeytinyağı kültürü bu kadar köklü, bu kadar eski ve oldukça derinmiş, yazılmış tüm kutsal kitaplarda çeşitli ifadeleri bulunduğu gibi eski çağlardan beri tüm dinlerce kutsal addedilmiş, Kuran-ı Kerim’de de adı mübarek ağaç olarak geçiyormuş.
Müzenin yanındaki müze marketinde zeytin, zeytinyağı ve zeytinden üretilen her türlü doğal ürünleri tadarak satın alabilirsiniz, doğal sabunlar, kremler, losyonlar, şallar, zeytin ağacından çeşitli ahşap eşyalar, zeytin ve zeytincilikle ilgili kitaplar (Aldığım sabun, vücut ve el losyonu, şal gibi tüm ürünlerden çok memnun kaldığımı da belirtmeliyim)…
Buradaki önemli bir nokta da müzenin yöre halkı tarafından kendi müzeleri olarak benimsenmesi, eşyalar getirmeleri, misafirlerini getirip gönüllü rehberlik yapmaları. İtalya’nın Toscana bölgesinde üzüm bağları, şarap yapımının ne denli eziyetli olduğunu gördükten sonra harcanan emeği düşünerek daha keyifli içerken, Adatepe Zeytin Müzesi’nden ayrılırken de zeytin ve zeytinyağı üreticilerini daha takdir ederek, zeytinyağı zaten hep kullandığım tek yağ olarak kalmaya devam edecek.
(Adatepe Zeytinyağ Müzesi - Eski Sabunhane Binası, İlkokul yanı, Küçükkuyu - [email protected])
Müzenin amblemi olan ve kapısındaki tabeladan, marketteki tüm ürünlerin üzerinde resmi bulunan Refika’nın efsanesi ise şöyle:
1900’lü yılların başlarında, Adatepe’de güzelliği ile herkesi kendine hayran bırakan güzel, zeytin toplarken neşeli ve güzel sesi ile dans ederek şarkılar söyleyen bir Rum güzeli imiş Refika. O yıllarda Adatepe'de Türk ve Rum halkları beraber ve uyum içinde yaşarlarken 1. Dünya Savaşı başlar, iki toplum arasında kavgalar baş gösterse de Refika halkın sevgilisi olmaya devam eder. Ancak savaşın sona ermesi, mübadele yılları ve Refika’nın Adatepe’den hazin ayrılığı, Yunanistan’a muhtemelen Sakız Adasına göçü ve bir daha kendisinden hiç haber alınamasa da Refika unutulmaz, onun şarkıları yine düğünlerde ve zeytin toplarken söylenmeye devam edilir, adına türküler yakılır. Müzenin kurucuları, Sakız Adası’na giderek Refika’yı bulmaya giderler ancak izine rastlayamazlar, bir antika dükkânında buldukları güzel bir kadın tablosunu alarak döner ve müzenin amblemi yaparlar.