Tabiatı ve yeşili sever misiniz? Elbette herkesin cevabı "evet"... Peki, yeşilin kaç tonu var dersiniz, hiç düşündünüz mü? Hayal etmesi, sayması bile zor. Yeşilin her tonunu görmek için İsviçre Alplerine gitmeye gerek yok. Karadeniz'e geldiğinizde yeşilin kaç tonu olduğuna çok ama çok şaşıracaksınız.
Karadeniz’in birçok yöresini, özellikle de doğusunu görmedim, dünyanın birçok köşesine gidip de Karadeniz’e gitmemek olmaz diye düşünüyordum. Çok gecikmiş bu geziyi nihayet gerçekleştirmeye karar verdim ve rotamı belirledim. Son yıllarda "Karadeniz’in yeşili yok ediliyor, betonlaşma başladı" sözlerini daha sıkça duyuyor, okuyor ve çok üzülüyordum. Gitim, gördüm ve bu haliyle bile Karadeniz’e hayran oldum, hatta aşık oldum diyebilirim. Önceki halini düşünemiyorum bile. Gördüklerimi, yaşadıklarımı, insanını, yemeklerini, yöre müziğini ve dansını; hepsini sizlerle paylaşacağım. Benim gibi bu bölgeye hiç gitmemiş okurlarım için şunu da söylemeliyim: Rotamız çok güzeldi ve görülebilecek yerlerin tamamı (zor tabii) olmasa da çoğunu gördük.
Karadeniz'in en önemli limanı: Trabzon
İstanbul'dan Karadeniz'e doğru gezimiz başlarken heyecanlıyım... İlk durağımız, yüzyıllar öncesinin bir ticaret merkezi ve ihraç limanı özelliğini halen sürdürmekte olan ve Karadeniz bölgesinin en önemli liman kenti Trabzon.
İpek Yolu'nun anahtarı Trabzon (Lazca adı: T'rapuzani)
Sabah erken saatteki uçağımız deniz kıyısına paralel uzanan piste indiğinde hırçın bildiğim ve ilk adı Yunanların dediği gibi "Pontus", yani “misafir sevmeyen deniz” olsa da, Karadeniz oldukça sakin karşılıyor bizi. Biz de bu güzel manzara karşısında uykusuzluğumuzu hemen unutuyoruz. Karadeniz ile Zigana Dağları arasında kurulmuş şehir, hızlı bir büyüme göstermiş muhtemelen; zira havaalanı neredeyse şehir merkezinde.
Şehzadeler Şehri Trabzon’a içimden “aynı zamanda camiler şehri” demek geliyor. Zira birçok kilise camiye dönüştürülmüş burada. Ayasofya Camisi, Gülbahar Hatun Camisi, Ortahisar Fatih Camisi, Semerciler Camii, Nakip Paşa Camii, Yeni Cuma Camii...
Küçük Ayvası Kilisesi (Azize Anna), Kostaki Konağı (Trabzon Müzesi), Atatürk Evi gibi her biri ayrı bir mimari harikası olan eserleri, yapıları, şehrin tepelerinden sahile uzanan hisarların arasındaki surları, kuleler arasındaki eski kentin evleri ve ünlü hamamları ile tarih kokan şehri gezmeye başlıyoruz. Gezimize şehrin camileri ile başlıyoruz.
Trabzon'un Camileri
Ayasofya Camii
Sahile kuş bakışı manzarasıyla, müthiş bir işçilik ve Hıristiyan sanatının en güzel örneklerini sergilerken; Ermeni, Gürcü ve Selçuklu Dönemi İslam sanatının da etkilerinin (nişlerdeki mukarnaslar) görüldüğü yapı, geç Bizans kiliselerinin güzel ve görkemli taş işçiliği örneklerinden.
İstanbul'un Latinler tarafından işgal edilmesinden sonra kaçarak Trabzon’da yeni bir devlet kuran Kommenos ailesi tarafından 13. yüzyıl yapımı binanın hepsi de revaklı üç girişi var. Adem ile Havva'nın yaratılışının kabartma olarak anlatıldığı güney kapısı, şehre cepheli olması nedeniyle ana girişten çok daha görkemli bir cephe. Kapı kemerin kilit taşı üzerindeki, Trabzon’da 257 yıl hüküm süren Kommenosların sembolü olan, tek başlı kartal motifinin hemen altındaki kuş, haç, geometrik ve yıldız motifleri yapının güzelliğine güzellik katmış.
17. yüzyılda bölgenin Osmanlılar tarafından fethedilmesinden sonra da önemini koruyarak faaliyetlerine devam eden ve daha sonra camiye çevrilen yapının kaderi olmuş değişim. 1. Dünya Savaşı yıllarında Ruslar tarafından işgal edildiğinde askeri karargah, hastane, depo, savaştan sonra yine cami olarak kullanılmış; 1964 yılında müzeye çevrilmiş olsa da günümüzde tekrar cami olarak hizmete açılmış. Büyükçe ve denize cepheli çok hoş, yemyeşil, asılık ağaçlarıyla çok güzel bahçesinde yer alan gözetleme kulesi, takılan bir hoparlör ile caminin minaresi görevini almış.
Gülbahar Hatun Camii ve Türbesi
Yavuz sultan Selim'in annesi, güzelliğinin yanı sıra hem Müslümanlara hem Hıristiyanlara yardımları ile ünlenmiş bir Komnenos kızı Gülbahar Hatun anısına 16. yüzyılda yaptırdığı külliyeden bugüne sadece bir türbe ayakta kalmayı başarmış. Mihrabında yer alan mukarnaslar bize yine Selçuklu mimarisini anımsatıyor. Bahçe avlusunda yer alan şadırvanın az ilerisindeki ilginç bir ahşap kulübe ilgimi çekiyor. Burası eskiden ambar olarak kullanılan ahşap direkli bir serender-nayla (yöreye özgü, kırsalda görülen, yüzyılı aşkın süredir kullanıldığı tahmin edilen, evlerin dışında yerden yüksek, dört direk üzerine oturtulmuş bir tür oda, yiyeceklerin saklandığı depo).
Çarşı Camii
Çarşı içinde ve şehrin en büyük camisi, Haznedarzade Osman Paşa tarafından yaptırılmış. Muazzam bir taş işçiliği olan caminin mermer mihrabı bütünüyle barok süslemeli. Kubbe, vitray camlar, avizeleri, kolonlarıyla iç mekan görülmeye değer; girip gezin derim.
Taşhan (Vakıf Han)
Caminin arkasında yer alan, kesme taş Hhn 16. yüzyıla ait. Tonozlu bir giriş, kare avlu ve etrafını saran revakların arkasındaki dükkanları ile kervansarayları anımsattı bana.
Semerciler Camii
18. yüzyıl eseri caminin giriş kapısı, tavan ve minberi, yıldız, lale ve gül motifli ahşap işçiliğiyle muazzam.
Nakip Paşa Camii
Trabzon’a Hiristiyanlığı getiren Aziz Andrea adına yaptırılan kilise, daha sonraları camiye çevrilmiş.
Yeni Cuma Camii
13. yüzyıldan kalma bir kilise-cami olan bu yapı, şehrin önemli yapılarından, Trabzon’un kurtarıcı ve koruyucu Azizi Eugenios’a adanmış.
Fatih Camii
Kiliseden çevrilmiş bir camii 15. yüzyıl yapımı. Altınbaşlı Meryem Kilisesi 13. yüzyılda ait oldukça etkileyici.
Trabzon'un Çarşısı, Hanları ve Hamamları
Şehir gezimize devam ediyoruz. Trabzon’u tanımak, şehri yaşamak istiyorsanız yürüyerek gezmelisiniz; hem çok keyifli hem de çok zor değil, bir gün içinde rahatlıkla gezebilirsiniz.
Trabzon Çarşısı
Şehrin kalbi olan Belediye Meydanı'ndan aşağı doğru yürümeye başlıyoruz. Çarşısı İstanbul’un Kapalı Çarşısı gibi oldukça kalabalık. Yine de çok renkli ve yürümek keyifli, özellikle de Çarşı Camii'nin biraz aşağısında yer alan bedestende kuyumcu vitrinlerini süsleyen Trabzon burma bilezikler ve gümüş işçiliği göz kamaştırıyor.
Şehir, camileriyle olduğu kadar çok sayıdaki hamamlarıyla da ünlü:
İskender Paşa Hamamı – 18. yüzyıl yapısı Hacı Arif Hamamı – 15. yüzyıldan kalma Tophane Hamamı ve Pazarkapı Mahallesi'nin en önemli hamamı ve Trabzon’daki tek Selçuklu yapısı Sekiz Direkli Hamam.
Küçük Ayvasil (St. Anna) Kilisesi
Çarşı Caddesi'nin yukarısında, Mısırlı Caddesi'nde bulunan şehrin en eski kilisesini de görmeden geçmeyin. Giriş mekanı ve kubbesi sonradan ilave edilen kubbesiz Pagan Bazilikal yapılarından biri.
Kostaki Konağı
Çarşı içinde bulunan, 4 katlı kagir yapı şehrin önemli yapılardan ve devrinin Avrupa mimarisi özelliklerini taşıyor. 20. yüzyıl başlarında o devrin Avrupa mimarisi özelliklerini yansıtan, Rum zenginlerinden Kostaki tarafından konut olarak inşa edilen yapı şimdiler de çok güzel bir müze. Mutlaka gezmenizi öneririm.
Roma dönemi, altı oval kemerli göze sahip Tabakhane Köprüsü'nden geçemeden Eski Kent çok güzel fotoğraf kareleri verecek size. Buradan Ortahisar’a, sonra Yukarı Hisar’a, yani İç Kale’ye doğru yürüyerek eski şehrin sokaklarına girin.
Komnenoslar Sarayı kalıntıları, Kuzgun ve Tabakhane Dereleri, Zindan Kapı, İmaret Kapısı, Zagnos Köprüsü ve sayısız tarihi evler, yapılar, camiler sizi tarihin sayfalarına götürecek.
Atatürk Köşkü
Şimdi şehrin en önemli, en anlamlı binasına, Atatürk Köşkü'ne gidiyoruz, buraya mutlaka yolunuzu düşürün.
Trabzon’un en tepe noktasındaki Soğuksu semtinde, tüm şehre hakim harika bir şehir manzarasıyla küçük bir çam korusu ve müthiş bir bahçe içindeki müthiş mimarisi ile bembeyaz bir köşk. 1890 yılında zengin bir Rus uyruklu ve Rum vatandaş tarafından yazlık olarak yaptırılan köşk 1923 den sonra hazineye kalmış. Büyük Önder Atatürk 1934 - 1937 yıllarındaki Trabzon ziyaretlerinde bu köşkte konuk edilmiş ve çok beğenince özel idareye ait olan köşk, Trabzon Belediyesi'nce satın alınarak kendisine hediye edilmiş.
Ölümünden sonra da eşi tarafından Trabzon Belediyesi'ne devrettikten sonra, o dönemde kullanılan eşyalarla birlikte dekore edilerek Atatürk Müzesi olarak ziyarete açılmış. Atamızın anılarıyla dolu köşkün girişine şehre ilk gelişinde yaptığı konuşmanın tam metni asılarak Trabzon’un simgesi ve Trabzon halkının gurur duyduğu bir müze olmuş.
19. yüzyıl Avrupa mimarisi özelliklerini taşıyan dört katlı köşk, Atamızın vasiyetinin bir bölümüne, 11 Haziran 1937 gecesi bu köşkte bütün mal varlığını çok sevdiği Türk ulusuna armağan etme kararına tanıklık etmiş. Dört katlı yapının giriş katında bulunan "Vasiyet Odası" hepimizi duygulandırıyor. Eski bir radyo, orijinal bir etajer, biblolar, mobilyalar, antikalar, porselen yemek takımları hepimize Atamızdan armağan. Yine zemin kattaki oturma, dinlenme, yemek ve misafir odaları yanı sıra çalışma odasında, çizmiş olduğu bir harita ile tarihteki Türk devletlerini simgeleyen bayraklar da köşkte sergilenen ilginç eşyalardan.
Gösterişli Avrupa simgeleri kullanılan ve Batı Rönesans mimarisinin etkilerini sergileyen iç cephedeki tuğla, tavanlardaki alçı süslemeleri, merdivenlerdeki ve korkuluklardaki müthiş ahşap işçiliği, dış cephesindeki taş işçiliği ile mimari harikası bina kadar bahçesi de muazzam. Ön bahçe renk renk, çeşit çeşit çiçekler ve güzel bir peyzajla capcanlı, arka bahçe ise asırlık ağaçlarla, güzel manzarası ile tam anlamıyla ulu Önderimize layık bir köşk.
(Öğlen yemek molası için meydandaki odun fırınında yapılan nefis Çardak Pidecisi'ne gidebilir ve sonrasında hemen karşısındaki Beton Helva'ya geçebilirsiniz, tavsiye ederim. Karadeniz'de yediğimiz yöresel yemekleri ve tüm lezzetleri de ileriki bölümlerde anlatacağım.)
Sümela Manastırı
Doğu Karadeniz gezimizin ikinci gününde Trabzon’un Maçka ilçesinin güneyindeki Altındere Milli Parkı’na gidiyoruz. Sabahın erken saatlerinde geçtiğimiz yollar, yeşilin her tonunu görebileceğiniz (bu cümleyi sık tekrarlayacağım, affola) yüksek ve heybetli dağlar bir başka güzel. Yolun kenarındaki dere şırıl şırıl akarak bize eşlik ediyor. Yollar böyle güzelse parkı daha da merak ediyorum. Altındere yöresi bölgedeki cennet yerlerden sadece biri, inanılmaz güzel ve doyulmaz manzaralar sunuyor bize. Bir başka güzelliği ve özelliği ise Karadağ’ın sarp tepelerinden birinin yamacına adeta bir kartal yuvası gibi yerleşmiş olan ünlü ve görkemli bir manastır…
Trabzon'un turizminde önemli bir yer tutan manastır, yöre halkı arasnda Meryem Ana Manastırı olarak anılmakta. "SUMELA" ya da Meryem (Panaghia) adına kurulan bu manastır adını karanlık anlamına gelen “Melas” kelimesinden aldığı ve dağın adının da bu nedenle Karadağ olduğu söylenmekte. 1962 yılında tamir ettirilerek turistlerin ziyaretine elverişli bir duruma getirilen yapı gerçekten de görkemli, görenlerin hayranlık duymaması olası değil. 1972 yılında ise ören yeri olarak ziyarete açılan yapıya orman içerisinden 25-30 dakikalık bir patika yolla veya 200 metre yakınına kadar küçük vasıtalarla da ulaşabilirsiniz.
Manastırın bulunduğu alan Orman Bakanlığı’nca Milli Parklar statüsüne alınmış, Kültür Bakanlığı’nca da aslına uygun olarak onarımı devam etmekte. Bu nedenle biz ne yazık ki manastıra çıkamadık. Gezi sonunda Karadeniz’e tekrar gitmeye karar verdim zaten; sırf bu manastırı yakından görmek için bile gelmeye değer, umuyorum en kısa zamanda tekrar giderim.
(Birçok tarihi mekân gibi bu manastırın da bir efsanesi var elbette. Barbabas ve Sophronios adlarında iki Atinalıya rüyalarında gördükleri Hz. Meryem onlara bir manastır yaptırmalarını söyler, hatta yerini ve nasıl gideceklerini de tarif eder. İkili deniz yoluyla Trabzon'a gelerek Karadağ’ın sarp bir yamacında kiliseyi kurmaya karar vererek devrin ilk kaya kilisesini kurarlar
-tam tarih belli olmamakla birlikte M.S.385 ya da 472 yılları olduğu sanılmakta- Bunlar efsane ve rivayetler elbette.)
Manastırın tarihi 1360 yılına, Trabzon Komnenoslara dayanıyor. Trabzon kralları halkın desteğini bu manastıra tanıdıkları haklarla ve vermiş oldukları hediyelerle sağlarken; Trabzon Osmanlılar tarafından alındıktan sonra, Yavuz I.Selim ve Trabzon fatihi II. Mehmed hatta daha sonra tahta geçen birçok sultan tarafından de bu manastırın haklarına dokunulmamış.
Manastıra tırmanıp indikten sonra yorgunluğunuzu atacağınız, çay, kahve içerek hediyelikler alabileceğiniz bir kafe de var şırıl şırıl akan derenin kenarında, güzellikler içinde.
Bu muhteşem milli parktan ayrılarak, bir başka güzelliklere doğru dağ yollarında ilerliyoruz.
Zigana Dağı ve Zigana Geçidi
Trabzon'un güneyinden Çoruh Vadisi'ne paralel uzanan, bazı doruklarında yüksekliği 3000 metreye yaklaşsa da Zigana Tepesi'nin yüksekliği 2511 m. Bir başka özelliği ve önemi de Tarihi İpek Yolu’nun en önemli geçitlerinden biri olması. (Tarih boyunca Doğu Anadolu'nun ve İran'ın batıya açılan limanı, Orta Çağ’da Asya’yı Avrupa’ya bağlayan en büyük kervan yolu. Mallar, Çin’den başlayan yolculukla Kaşgar, Semerkand, Buhara, Taşkent, Nişabur, Rey, Tebriz ve Erzurum üzerinden Zigana Geçidi’nden denize iner, Trabzon’dan deniz yoluyla Venedik’e ve tüm Avrupa’ya ulaşırmış. Rumların döneminde de ticaretle uğraşanlar Trabzon'a ulaşmak için kış aylarında yine Zigana Dağı Geçiti’ni aşmak zorunda idiler.) Halen hareketli ve işlek olan geçit Trabzon’u İran’a bağlayan karayolu üzerinde yer almakta ve önemini korumakta.
Geçit vermez dağlarda tipi ve çığ nedeniyle meydana gelen kazalarda çok canlar yanmış. 1988 yılında, 2025 metre uzunlukta ve 2032 metre rakımdaki Zigana Dağı, 1702 metre uzunluğunda bir tünelle geçilerek yolları yeniden yapılmış. Yine de sert kış aylarında ulaşım zor.
Trabzon ile Gümüşhane arasında bir geçiş noktası oluşturan ladin ve çam ormanlarıyla kaplı yamaçlarında inanılmaz güzellikteki yaylarda, dağ köylerin bize eşlik ettiği yollarda aracımızı sıkça durdurarak fotoğraf molaları vererek ilerliyoruz. Bu arada yolumuzun üzerinde bulunan ve sütlacı ile ünlü Başarlar Köyü ve Hamsiköy’den geçerken hem çay molası veriyor hem de akşamüzeri dönüş yolunda yemek için sütlaç siparişlerimizi vererek kendimizi garantiye alıyoruz. Zigana yamaçlarında gördüğümüz ilginç yapı “Çığ Tüneli” her sene sert kış aylarında düşen çığ nedeniyle inşa edilmiş. Hemen yakınında geçmiş yıllarda çığ nedeniyle hayatlarını kaybeden yurttaşlarımız için yapılan anıt ise hüzünlü.
Karaca Mağarası gezimizden önce bu muhteşem dağların yamacına, çam ormanlarının arasına kurulmuş bir yayla tatil köyünün restoranında yemek molası veriyoruz (Zitaş). Havada hafiften sis var. Bu da aşağıdaki ormanın manzarasına bambaşka bir güzellik katıyor, hafiften bir yağmur çiselerken kahvelerimizi yudumluyor; mis gibi orman ve yağmur havasını, bol oksijeni içimize çekiyoruz. Güzel manzara ve dağ havasından sonra Bozbent Dağı’nda, muhteşem manzaraları izleyerek, keskin virajlar alarak tırmanmaya başlıyoruz. Hedefimiz Karaca Mağarası, doğanın şehre en güzel armağanı…