Beyefendileri Giydiren Adam

İstanbul'da Beyoğlu’nun dar yan sokaklarından birine, Kallavi Sokağı’na giriyorum hızlı adımlarla. İnsanlar bu sokağa burada bulunan ünlü Çerkes Lokantası için gelse de, ben 15 - 20 yıldır -nerede ise iş hayatına başladığım ilk yıllardan beri- onun için gelirim.

62 YILDIR SÖNMEYEN AŞK

Üşümüş ve ıslanmış bir halde atıyorum kendimi 35 metrekarelik dükkânından içeri. Selam veriyorum, “Oğuz Bey hoş geldiniz” diye selamlıyor. O küçücük tezgâhının arkasında, renk renk kumaşların dizili olduğu camlı dolabın önünde duruyor her zamanki gibi. Elindeki makası bir tarafa bırakıyor, önce tokalaşıyor, sonra kucaklaşıyoruz. Aramızdaki 30 yaşa rağmen tanıştığımız ilk günden beri bana hep bey diye hitap edegelmiştir. Böyle olunca, ben de Celalettin Bey’den, Celalettin Ağabey’e bir türlü geçemiyorum. Bu hususta ufak tefek korsan teşebbüslerim olsa da kalıcı olarak Celalettin Ağabey aşamasına hâlâ terfi edemedim.


 

Celalettin Benli Bey, yıllardır benim ısmarlama gömleklerimi de diken, 62 yıllık bir zanaatkâr büyüğümüzdür. Çaylar söyleniyor, görüşmediğimiz zamanın önemli olayları, hayatımıza dair gelişmeler birbirimize aktarılıyor, ikinci çaylar söyleniyor. İçilirken kumaş seçimine geçiyoruz. Kumaş seçiminde ne kadar titiz olduğunu her müşterisi bilir ama ben en yakından bilenlerdenimdir. İsviçre’ye gidip zevkine göre seçtiği kumaşları gene kendisi yüklenip Türkiye’ye getirdi yıllarca. “Artık kumaşın iyisi Türkiye’de üretiliyor. Dolayısıyla özel bir talep olmaz ise kumaşlarımın tamamını bir dünya markası olan SÖKTAŞ’tan alıyorum” diyor. “SÖKTAŞ yurtdışı için üretim yapar, sadece benim gibi bir iki yurtiçi müşterisine kumaş satar” diye de ekliyor. “Bu arada laf aramızda tığ gibi olmuşsun, artık ısmarlama gömlek de yaptırmazsın” diye son zamanlarda verdiğim kilolar ile alakalı takılmadan edemiyor. “Olur mu Celalettin Bey” diye ağzımda eveliyorum, geveliyorum ama acilen aldığım iki hazır gömleğin ikisini de ilk giyişten sonra iade ettiğimi ezile, sıkıla söylüyorum. Hiç önemsemiyor, büyük bir bilgelikle ve tevazuuyla anlattıklarımdan gömlekteki sıkıntıyı şak diye teşhis ediyor, “Fire oranı artmasın diye telasını verev kesmemişlerdir de ondandır.” diyor. Sonra bir telayı alıp, nasıl kesilmesi gerektiği özenle gösteriyor.


 

DEVLETİN İKİ YAKASINI BİR ARAYA GETİREN ADAM

Bu arada gözüm duvardaki resimlere takılıyor. Celalettin Bey eski başbakanların ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın da gömleklerini dikmiş yıllarca. “Siz artık Cumhurbaşkanlığı Gömlekçisi sayılırsınız” diye takılıyorum ve ekliyorum “Hatta İngiltere’de olsanız ve Kraliyet Ailesi için gömlek dikseniz dükkânınıza Kraliyet Gömlekçisi sıfatıyla kraliyet forsu takmanıza dahi izin verirlerdi” diyorum.  Gülümsüyor. “Turgut Bey’e ilaveten Celal Bayar, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Süleyman Demirel’in de gömleklerini diktim” diyor biraz da mahcubiyetle. Kulaklarıma inanamıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin 12 Cumhurbaşkanı’ndan 6 tanesine yani cumhurbaşkanlarının nerede ise salt çoğunluğu için gömlek dikmiş bir adam duruyor karşımda. “İnanılır gibi değil” diyorum. “Dile kolay 62 yıl bu” diyor. Bu arada Beyoğlu’nda kendi dükkânını açan ilk Türk gömlekçi olduğunu da aynı tevazu ile ekliyor. “Dediğiniz gibi bir unvan nasip olmadı ama geçtiğimiz yıllarda röportaj yapan bir gazeteci “Devletin iki yakasını bir araya getiren adam” diye manşet çıkartmıştı röportajdan” diyor. Ardından da “Biz kim, devletin iki yakasını bir araya getirmek kim” diyor. “Ama devlet işlerine özellikle Turgut Özal zamanında istemeden de olsa müdahil olmuşluğum vardır” diyor. Nasıl yani diye sormadan kendimi alamıyorum. “İlki benim için gerçekten memleket meselesiydi” diyor, gülüyor ve ekliyor:
 
“Biliyorsun atalarım Karaman Türklerindendir ve biz Karamanlıyızdır. O bağlamda memleket meselesi dedim. Neyse Özal’a gömlek diktiğim yıllarda dört ilçenin il olacağını öğrendim. Biz Karamanlılar da oldum olası Konya’dan ayrılıp, il olmayı hayal ederdik. İstanbul’a geldiği bir gün gömlekler için Harbiye Orduevi’ne gittiğimde kendisine hemşerilerim adına bizim Karaman’ın da il yapılmasını rica ettim. Zaten o konuda da çalışıyoruz diyen Özal, kısa bir süre sonra Karaman’ın il yapıldığı müjdesini ilk bana verdi.”

İnanılır gibi değil diye aklımdan geçiriyorum. Rahmetli Turgut Özal’a ne kadar yakışan bir hal diyorum kendi kendime. Sonra ikinci konuyu merak ediyorum. Celalettin Bey de aynı zarafetiyle anlatmaya devam ediyor.

BAŞBAKANA İTHALAT REJİMİNİN DEĞİŞTİRTİYOR

“İkinci konu gerçekten memleket meselesidir, bu gün Türkiye tekstilde, özellikle de kumaş üretiminde belli bir noktaya geldi ise benim doğru zamanda ve farkında olmadan doğru şeyleri, doğru kişiye söylememden mütevellittir. Gene Harbiye Ordu Evi’ndeyiz, Özal’ın Başbakanlık yılları. Diktiğim gömlekleri teslim etmeye kendilerini ziyarete gittim. O zaman böyle naylon poşetler kullanmıyoruz, ince kağıtlara sarıyoruz gömlekleri. Özal çok gömlek kullanırdı, günde 3- 4 gömlek değiştirirdi. Gömleklerini teslim ettim. Teşekkür etti. Sen bunlardan bana 10 tane daha dik haftaya dedi. Ancak, elimde kumaşım kalmamıştı. İsviçre’ye gidip getirmem gerekir ama yetiştiririz efendim dedim. Benim gömlek kumaşları İsviçre’den mi geliyor dedi. Türk kumaşı niye kullanmıyorsun dediğinde Türkiye’de üretilen kumaşların iki üç yıkama sonrasında deforme olduklarından bahsettim. Sonra gömlekleri teslim edeceğim gün radyoda kumaş ithalatının serbest bırakıldığını öğrendim. Kendisinin yanına gittiğimde kumaş ithalatı serbest olmuş efendim dedim. Sayende ithalat rejimi değişti, bu durumu kimse senin gibi anlatmamıştı bana. Bizimkiler de çalışacak, daha iyisini üretecek, rekabet edecek demişti. Bak bugün SÖKTAŞ gibi dünyaya kumaş üreten bir devimiz var. Hoş iç piyasaya sınırlı satarlar, beni de severler, malum sahiplerine de gömlek ben dikerim.”

Bu arada kendisine müşterilerine soruyorum, “Kimler yok ki” diyor ve ekliyor:
 
“Say say bitmez ama aklıma gelenleri sayayım, sonra da 1970’lerin başından beri yanımdan ayırmadığım kara kaplı fihriste bakarız. Dostların kulaklarını çınlatırız. Ama artık insanlar eskisi gibi ısmarlama gömlek diktirmiyor. Bir de benim gibi müşterilerim de yaşlanıyor, birçoğu vefat etti, hasta olup, evden çıkamayanlar var. Eskiden sabah 06.30 da başlar, akşam 22.00’den önce çıkmazdım dükkandan. İki aydan uzun sıra beklerdi müşterilerim. Sırf bu yüzden Zeki Müren Beyefendi’yi geri çevirmek zorunda kalmıştım.”

SANAT GÜNEŞİNİ GERİ ÇEVİRMEK ZORUNDA KALDIM

“Nasıl yani Sanat Güneşi’ne hayır mı dediniz?” diyorum.
 
“Mecbur kaldım. Zira; Zeki Bey gömleklerinin en geç bir haftada teslim edilmesini istemişti. Oysa benim müşterilerim 2 - 3 ay sıra bekliyorlar. Her biri de birbirinden değerli insanlar. En az Zeki Bey kadar. Durumu kendisine izah ettim. Eğer dedim size bir hafta içinde gömlek teslim edersem diğer müşterilerime büyük haksızlık yapmış olurum, beni bağışlayın dedim. O da büyük bir olgunlukla karşıladı. Hatta takdir de etti.” diye cevap veriyor.
 
Ondan sonra da sanat dünyasına iş yapamamışsınızdır diyorum.
 
“Olur mu diyor. Bilakis kimler yoktu ki müşterilerim arasında. Mesela Erol Büyükburç, Nuri Sesigüzel, Cem Karaca, Orhan Günşiray, Haldun Dormen, Orhan Gencebay, sonra Fahrettin Aslan. Cem’in annesi Toto Hanım -toprağı bol olsun- ile ne zaman karşılaşsak, ‘bizim oğlanın gömleklerini hesaplı dikesin’ diye sıkı sıkı tembih ederdi. Olur Toto Abla derdim her defasında. Sonra müşterilerimin büyük bir kısmı da ünlü gazeteciler, işadamları, siyasetçilerdir. İlk aklıma gelenler Hakkı Devrim, Hasan Pulur, İlhan Selçuk, Necati Zincirkıran, Mehmet Barlas. Hatta Hakkı Devrim ile reklamlarda bile oynamıştık. O reklamların devamını da Şafak Sezer ile çektik sonra. Laf aramızda reklamda oynamayı da çok sevdim. Ama benim müşterilerimin büyük kısmı avukatlar, bürokratlar, siyasiler ve işadamlarıdır. Avukatlar iyi giyinmeyi severler. İş adamlarından da aklıma gelenlerin en başında Ayhan Şahenk Bey gelir. Vefat ettikten sonra bile ailesi ile görüştük. Oğlumu bir bankada işe bile aldılar. Sonra İnan Kıraç, Cem Boyner, Aydın Doğan, Mehmet Emin Karamehmet, Şarık Tara, Cem Kozlu Beyler. Hepsi kıymetli müşterilerimdendir.”

EL EMEĞİMİZİ, GÖZ NURUMUZU KIYMET BİLMİŞLER, EŞİĞİMİZDEN İÇERİ ADIM ATMIŞLAR

Kendimi tutamayıp, “Celalettin Bey, biz iyi bu kadar şöhretli, başarılı, önemli isim arasında nasıl olmuşta elinizde dikilen gömlekleri giyme keyfine, şansına erişmişiz.” diye takılıyorum. Her zamanki ağırbaşlılığı ve nezaketiyle “Bilirsin bu kapıdan giren ve gömlek diktirmek isteyen herkes bizim için birdir, aynı kıymettedir. El emeğimizi, göz nurumuzu kıymet bilmişler, eşiğimizden içeri adım atmışlardır.” Biraz mahcup oluyorum. “Bilmem mi?” diyorum.
“Fiyat kişiden kişiye değil, sadece kumaşın kalitesine göre değişir. Ama bunun bir istisnası genç, iş hayatının başındaki müşterilerdir. Onları fiyatta biraz gözetirsiniz. Baksanıza nerede ise 50 yaşına geldim, hala genç müşteri kontenjanından senin için şu fiyat kurtarır.” diyor.

Para pul işlerini sevmediğinden konuyu ustalıkla değiştiriyor. “Gel sana şu benim kara kaplıyı göstereyim” diyor. Genelde kurşun kalemle alınmış notların yer aldığı kalınca bir fihrist çıkartıyor. Sayfalarını tek tek çeviriyoruz. İçinde kimler yok ki. İsimleri gördükçe, az önce söylediği ünlü isimlerin defterdekilerin onda, yüzde biri olduğunu anlıyorum. Sayfaları yıpranmış, köşeleri aşınmış, yırtılmış, sararmış defterin sayfalarını tek tek çeviriyorum. Tanıdığım, bildiğim çok ünlü isimler var. Bir o kadar da tanımadığım dostu, müşterisi yer alıyor defterde. Her birinin yanına özel notlar alınmış. Yakalar, düğmeler, manşetler nasıl olacak, nelere dikkat edilecek şeklinde. Notların en acısı ise isim yanlarına büyük harflerle yazılan VEFAT ifadesi. Celalettin Bey “Hayat insana yaşadıkça her şeyi gösteriyor” diyor. “Bizim müşteri seçme lüksümüz asla olmaz, gördüğün gibi her zümreden insan var. Hatta bazen eski emniyet müdürlerinden, içişleri bakanlarından birine gömlek dikersin, ertesi gün karanlık dünyanın mensuplarına, onların avukatlarına” diye ekliyor.

Kara kaplı defterde birçok ismi görmek beni heyecanlandırıyor. Hepsinin ya kulaklarını çınlatıyoruz, ya da rahmetle anıyoruz. Özellikle defterin A sekmesinde Abidin Dino ismini görünce heyecanlanıyorum. Nazım Hikmet’in karısı için yazdığı şiirde kullandığı “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” ifadesi ile ikisini de yâd ediyoruz. Bu arada defterin sol üst köşesinde İlhan Selçuk ismini görüyorum. Şaşırdığımı gören Celalettin Bey izah ediyor. “Abidin Bey İlhan Bey’in vasıtasıyla bana gelmişti” diyor. Hayret içinde “İlhan Selçuk’un o mütemmim cüzi haline gelen hakim yaka gömleklerini de siz mi dikiyordunuz?” diye soruyorum. Cevap vermiyor. “Bir dakika” diyor, tezgâhın altından karton yaka kalıplarını çıkarıp, içinden birini çekip, bana uzatıyor. Üstünde İlhan Selçuk yazıyor. Çok hoşuma gidiyor.

Belki de sadece işadamları değil, emekçilerin, devrimcilerin, entelektüellerin de ısmarlama gömlek giydiğini görmek mutlu ediyor. Bu tatlı sohbet sırasında saatler saatleri kovalıyor. Burgazada’daki randevum aklıma geliyor. Adaya giden vapurlardan kaçıncısını kaçırdım acaba diye aklımdan geçiriyorum. Telaşla kendisinden müsaade istiyorum. Duvarda asılı duran “Ücretin yarısı siparişte ödenir” yazısına rağmen üzerimde o kadar para olmadığı aklıma geliyor. “Salı provaya geldiğimde ödesem uygun mudur sizin için” diye soruyorum. “Takılma o yazıya sen, dükkân senin, ne zaman istersen ödersin” cevabı Celalettin Bey’e yakışan bir cevap diye düşünüyorum.

Sonra el emeği ile çalışanlar için adetim olduğu üzere teşekkür etmek yerine “Elleriniz dert görmesin, gücü daim olsun” temennisinde bulunarak o küçük ama sıcak dükkandan ayrılıyorum.

Oğuz Otay

Yazar Hakkında

Oğuz Otay

Seyahat için doğmuş olmasından mıdır bilinmez kırkı çıkar çıkmaz Diyarbakır havaalanından uçağa binerek ilk seyahatini yaptı. Çocukluk yıllarında ailesinin görevi gereği spor kafileleri ile birlikt